Haydar Ergülen’e ait olan eserin tamamı şu şekilde;

Ayrılık ne biliyor musun?

 Ne araya yolların girmesi Ne kapanan kapılar

Ne yıldız kayması gecede, ne güz

Ne ceplerde tren tarifesi Ne de tuna katarı gökte İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık!

İpi kopmuş boncuklar gibi yollara döktüğü gözlerini

Birer damla düş kırıklığı olarak toplaması içine

Ardında dünyalar ışıyan camlar dururken

Duvarlara dalıp dalıp gitmesi

Türküsünü söyleyecek kimsesi kalmamak ayrılık

Ödünç sesle konuşan bir kalabalık içinde kendi sesiyle silinmek

Birdenbire büyümesi gülüşü artık yaprak kıpırdatmayan bir çocuğun İnsanın yaşlandıkça kendi kuyusuna düşmesi

Bir kadının yatağına uzanan kül bağlamış bir gövde

Saçına rüzgâr, sesine ışık düşürememek kimsenin

Parmaklarını sözüne pınar edememek

Uzaklarda bir adamın üşümesi; bir kadın dağlara daldıkça Işıklı vitrinlere bakmadan geçmek çarşılardan

Çiçekçilerden uzağa düşmesi insanın yolunun

Evlerle sokaklar arasında bir ayrım kalmaması

Ayrılık; yağmurdan vazgeçiş, sudan üşüme

Yalnızca gölge vermesi ağaçların İyiliğin küfre dönmesi ayrılık

Güneşin bir ceza gibi doğması dünyaya Başını alıp gitmek gibi bir geri dönüş İki adımından birisi insanın, sevincin kundakçısı

Hüznün arması, süren korkusu inceliğin

Ayrılık, o küçük ölüm; usta dokunuşlarla bizi büyük ölüme hazırlayan

Şimdi anlıyor musun gidişinin neden ayrılık olmadığını?

Bir yaprak düşmesi kadar ancak acısı ve ağırlığı olduğunu

Bir toplama işleminin sonucunu yazmak gibi bir değer taşıdığını

Boşluğa bir boşluk katmadığını Kar yağdırmadığını yaz ortasında

Ayrılık, o köpüklü öpüşlerin ardından kalkıp ağzını yıkadığında başlamıştı

Ben bulutları gösterirken “Bulmacanın beş harfli bir yemek sorusuna” Yanıt aramanla halkalanmış Aşkın şarabının ağzını açtım, yâr yüzünden içti murt bende kaldı

Türküsü tenimde düğümlenirken, odadan çıkışınla yolunu tutmuş

Dağlarda öldürülen çocukların fotoğraflarını kenara itip “Bu eteğin üstüne bu bluz yakıştı mı?” dediğinde varacağı yere varmıştı çoktan

Ne mi yapacağım bundan sonra?

Ayak izlerimi silmek için sana gelen yolları tersinden yürüyeceğim önce

Şiir okumayacağım bir süre

 Hediyelik eşya satan dükkanların önünden geçmeyeceğim

Senin için biriktirdiğim yağmur suyunu, bir gül ağacının dibine dökeceğim

Yeni bir yanlışlık yapmamak için telefonlara çıkmayacağım

Ardı kuş resimli aynalar arayacağım mahalle pazarlarında

Gençliğimi anımsamak için

Emekli kahvehanelerinde yaşlılarla konuşarak, sonumu görmeye çalışacağım

Fotoğraflarını güneşe koyacağım, bir an önce solsun diye İçinde ay ışığı, iğde kokusu ve begonvil bulunan tüm resimleri duvarlardan indireceğim

Mican türküsünü asacağım yerlerine

Falcı kadınlara inanmayacağım artık

Trafik polislerine adres sormayacağım

Geleceğe ışık düşüren bir gülüşle gülmeyeceğim kimseye

Fesleğenden başka bir çiçek koymayacağım penceremin önüne

Büyük kentlerin varoşlarında çırpınan üç milyon yurtsuza evimi açacağım

Nerde bir kayıp, bir faili meçhul varsa bıraktığı acının yanına resmini asacağım Şaşırma!

Yetimi korumak için yeni aşklar bulacağım kendime.

Ne yapacağımı sanıyorsun ki?

Tenin tenime bu kadar sinmişken

Ömrüm azala azala akarken önümde

Gittiğin gerçek bu kadar herkese benzerken

Senin korkularını Benim inceliğimi doldurup yüreğime

Bıraktığın boşluğu yonta yonta Binlerce heykelini yapacağım

Yüreğinden Beyaz Kuşlar Uçardı Yüreğime

Naci Hoca bir kuş çizer pencereye…

Muhabir: Wan Haber