Sevgi nedir? Bir tanımı var mıdır?

Evimizde beslediğimiz çiçeklerin, hayvanların, doğadaki canlılarının güneşe, yağmura, toprağa nasıl ihtiyacı varsa insanında bir o kadar sevgiye ihtiyacı vardır. Sevginin bir tanımı olduğunu zannedebilirsiniz. Sevginin hiçbir tanımı yoktur. Yargılamaz, eleştirmez, yasaları, kuralları yoktur. Kişiden kişiye değişen, duruma, olaya, şekle göre hal alan tanımlar, gerçek sevginin bir açıklaması olamaz. Sevgi her yerdedir. Sevgiye yüklenen egosal tanımlar, ispatlama mekanizmaları bırakıldığında öz sevgi ortaya çıkar. “Koşulsuz Sevgi” demek ise, bir çocuğun, ebeveynleri tarafından karşılıksız olarak sevilmesi demektir. Gerçek sevgi koşulsuz sevgidir. Kendine güvenen bir çocuk yetiştirmek için en önemli şart ise koşulsuz sevgidir. Koşulsuz sevgi ve kabul en temel yaşam becerisidir. Ve bu temel beceriyi daha çok vurgulamak ve hayata geçirmek gerekiyor. Her çocuk öncelikle hiçbir şarta ve kurala bağlı olmaksızın yalnızca var olduğu ve kendisi olduğu için sevilmek ister ve buna her şeyden çok ihtiyaç duyar. Başarısızlıklarına ve hatalarına rağmen sevildiğini ve yalnızca ‘’O’’ olduğu için kabul edildiğini bilen bir çocuk sağlıklı büyür ve öz güven duygusunu geliştirir.

Çocukların davranışlarını ve özelliklerini sevgimizin nedeni olarak göstermemiz çocuklara; ‘’seni sevmem için benim istediğim gibi olmalısın’’ mesajını verir. ‘’ Seni seviyorum çünkü çok akıllısın, çünkü çok güzelsin, çünkü çok başarılısın’’ gibi iletilerin sonucunda çocuk, sevilmek için her zaman çok güzel, çok başarılı, çok akıllı olması gerektiğine karar verecek, bunun için çaba gösterecek, yetersiz kaldığında ise sevilmediğini düşünecektir.

Tabi çocuklarımıza takdir dolu iletiler göndereceğiz. Ama önemli olan, bunları ona sevgimizin nedeni olarak göstermememiz; sevgimizin tek nedeni onun var olmasıdır. Gerçek sevgi nedensiz ve koşulsuzdur. Koşulsuz sevildiğini bilen bir çocuk da koşullu iletilerden zarar görmez.

Çocuklarımızı çok sevsek de, genellikle onları oldukları gibi kabullenmekte zorlanırız. Onlardan beklentilerimize ve isteklerimize uygun olarak davranmalarını isteriz; bizim yapamadıklarımızı yapmalarını, hayallerimizi gerçekleştirmelerini bekleriz. Hatta kendimizle onlar arasına bir sınır koymayız, bizim kopyamız, uzantımız olmalarını, bizimle aynı duyguları, aynı düşünceleri paylaşmalarını da isteriz. Tüm bunlar onların kendilerine özgü oluşlarını, bireyselliklerini kabul edemediğimizi gösterir.

Bu şekilde yaklaştığımızda çocuğun hissettiği üzüntüyü, korkuyu, öfkeyi, kıskançlığı ve bu gibi duyguları reddetmiş oluruz. Ebeveynler çocuklarının bu tür olumsuz duygular yaşamalarını istemezler. O anda çocuğunuzun yaşamış olduğu durum onun için dünyadaki en büyük sorundur. Böyle bir durumda geçmişe gidip, empati yapmak en doğrusu olacaktır. Ancak çocuğun korkusunu, öfkesini yok saymak, inkar etmek ya da küçümsemek, çocuğun varlığını da reddetmek anlamına gelir. Çocuk duyulmadığını, anlaşılmadığını ve kabul edilmediğini düşünür. Daha fazla ağlar, hırçınlaşır ve sorun yaratır.

Çocukların her şeyi bilen, en güçlü olan, mükemmel anne babalara değil; içten, samimi, rol yapmayan, gerçek anne babalara ihtiyaçları vardır. Bazen bizimde korkabildiğimizi anlatmamız, yetersiz kalabildiğimiz durumlar olabildiğini söylememiz bizi zayıf ve güçsüz görmelerine neden olamaz. Tersine, böyle açık ve dürüst bir paylaşım bize olan güvenlerini ve saygıların güçlendirir. Özgüveni yüksek bir çocuk yetiştirmenin bir başka püf noktası ise güçlü bir iletişimdir. Çocukların sosyal ortamda kendilerini en iyi şekilde ifade edebilmeleri için demokratik bir aile ortamı içinde yetişmeleri önem taşır. Düşünceleri ciddiye alınan ve fikirleri dinlenen çocuklar önemsendiklerini hissederler ve ayakları yere basan bir birey olma yolunda ilerleme gösterirler. Çocukların hedeflerine ulaşmaya çalışırken hata yapmaları çok doğaldır. Ebeveynler çocuklarına hata yapmanın olağan olduğunu anlatmalı ve onlara hata yapma özgürlüğü tanımalılardır. Yapılan hatalar olumsuz sonuçlar doğurabilir, kriz ortamı yaratabilirler. Bu gibi durumlarda ise çocuklara soğukkanlı olmaları ve ortaya çıkan sonuçlarla baş etmeleri konusunda destek olmak gerekir. Çocuklar zaman içinde sebep-sonuç bağını kuracak ve olumsuz sonuçlarla karşılaşmalarına yol açan kararlar vermeyi bırakacaklardır. Anne babalar çocuklarının problem çözme ve sorunlarla baş etme mekanizmalarını geliştirmek yerine onların yaratıcılıklarını törpüleyerek kendi doğrularını çocuklarına aktarabiliyorlar. Elbette ki ebeveynler çocukları için her zaman her şeyin en iyisini isterler; ancak bunu gerçekleştirirken çocukların mücadele gücü ve özgüven kazanmalarına fırsat tanımaları önem taşır.

  “İNSAN, EN ÇOK SEVERKEN İNSANDIR” Dostoyevski

Sağlıkla Kalın…