Bu topraklar çok savaş gördü, çok acılar yaşadı, çok ağıtlar yaktı, belki de tüm dünya öyle. Hep anlaşmazlıklar oldu belki, çatışmalar hep oldu, kimi toprak uğruna, kimi çıkar uğruna, kimi şeref uğruna, devam da ediyor, insanoğlu var oldukça da devam edecek sanırım bu yukarıda saydıklarım. Ama Paris'te yaşanılan gibi bir vahşet hiç bir zaman yaşanılmadı kanısındayım. Bilemiyorum, belki de çok duygusalım, ama şuna inanıyorum, savaşın da, barışın da, bir şerefi vardır, bir onuru vardır. Üç kadının bir ofiste kalleşçe, alçakça, korunmasız bir haldeyken vurularak katledilmesi, hele bunun medeniyet timsali bir başkentte gerçekleştirilmesi, hiç bir açıklama gerektirmiyor. Böyle bir alçaklık düşmana bile yakışmaz, bu olay kirli politikalarla kapatılamaz, üstü örtülemez. Doğruymuş, su uyur, düşman uyumazmış. Bu üç özgürlük şehidinin, Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Sönmez yoldaşların önünde bir kez daha saygıyla eğiliyorum. Belki de siz bu yazıyı okurken Kürt halkı Amed'de evlatlarını mücadelelerinin görkemine yakışır biçimde, aynı görkemlilikle karşılıyor olacak. 

Kürtler'in bir devleti olsaydı, Şeyh Said, Diyarbakır'da asılmazdı, Seyit Rıza, Başbakan olarak Harput'a gelir, halkı ile kazanımlarını paylaşırdı, oğlu ile birlikte asılmazdı, Dr. Qasimlo bir cumhurbaşkanı olarak Viyana'da toplantılara katılır ve asla görüşme masasında öldürülemezdi. Berlin'e diplomatik temaslar için artık Kürdistan Dişişleri Bakanı olarak giden Dr. SadiqŞerefkendî, eğer bir devleti olsaydı, şehrin ortasında arkadaşlarıyla birlikte öldürülemezdi. Artık Kürdistan'ın Paris Büyükelçisi olmuş Sakine Cansız ve ateşe Fidan Doğan ve müsteşar Leyla Sönmez, bir devletleri olsaydı bugün üst düzeyde korunuyor olur, ellerine bu üç devrimci kadının kanı bulaşmış Fransa, özel bir ihtimam gösterirdi. Eğer Kürtler'in bir devleti olsaydı, hak, hukuk, adalet olsaydı amcamın “Mehmet Karakaş”kafası vurulmazdı, gövdesi köyde kafası Lice’de olmazdı, Roboskî de olmazdı, Pozantı da, bunlara benzer binlerce vaka var,hangisini sayayım ki? 
İnsanın devleti yoksa, insan insanlığın serserisi olur.


Şimdi yeniden PKK lideri Abdullah Öcalan ile müzakereler sürdürülürken, gerek Kürt halkının önderinin, gerekse diğer kurumlarımızın bu gerçekliği unutmayacağı biliniyor. Bütün bu müzakerelerin sonunda Kürtler hukuki statülerini kazanırken, özerklikten bağımsızlığa kadar bütün seçeneklerin kararını Kürtler ulusal zeminde vereceklerdir.


Ortak vatan ilkesiyle TC ile yapılacak antlaşmanın aynı zamanda TC'yi Türk devleti olmaktan çıkarıyor ve Türkler, Kürtler ve diğer Anadolu halklarının devletine dönüştürüyor olması lazım. Kürtler'in siyasi iradesi ortak yaşam prensibiyle, uzlaşma ile bunu kastediyor olmalı.
Böylesi bir uzlaşma ve dönüşmüş bir TC, Kürdistan'ın diğer parçalarındaki Kürtler'i Türkiyeli Kürtler'den koparmak yerine Kürdistan'ın hukuki ve siyasi olarak tanınmasının garantisi olmalıdır.


Süreçten beklenti bu yöndedir. Böyle bir barış onurlu barış olacak, şehitlerimizin mücadelesinin görkemine denk düşecektir.