Bilir misiniz?

Bizim bu coğrafyanın yüksek zirvelerinde (yaylalarında) nadide çiçekler açar.

'Berfin, süsen, sümbül, gelincik vs.'

Bir çiçek de vardır biz ona 'Canemerg' deriz.

Canemerg, ismini farsça ve Kürtçe kelimelerden alır. 

Can = yaşam

Merg = ölüm

Bu çiçek karların erimesi ile açar ve birkaç gün sonra solar.

Berfin de böylesi kadersiz bir çiçektir. 

Ve bu çiçeklerin kadersizliği, şiirlere, masallara, türkülere, ağıtlara konu olmuştur.

Bu nadide çiceklerin kadersizligi, zaman zaman coğrafyanın kara bahtı kem talihine de yorumlanır.

Çünkü bu coğrafyada öylesi yaşamlar var ki kaderleri aynı Canemerg ve Berfin'e benzer.

İlk görüldüklerinde öyle güzel, öyle nazlı öyle narinler ki dokunmaya dahi kıyamazsın. 

Ama bir dokundun mu, dağı-taşı, kurdu-kuşu tövbeye getiren bir feryad duyarsın. 

Öyle bir feryad ki, yüreğin parçalanır, göz bebeklerin kan çanağına dönüşür. 

Biz de böylesi bir gercek yaşamdan alınan bir hikayeye daha doğrusu drama tanıklık ettik ve sizlerle paylaşıyoruz .

MUTLULUĞUN RESMİ!

Meslektaşım İshak Kara'nin "Mutluluğun resmi olmaz demeyin" başlıklı paylaşımıyla haberdar oldum kendisinden.

Paylaşımda, direksyonu ağaç dallarından, lastikleri patlak, biskilet üstünde tebessüm eden 4 yaşındaki bir çocuk fotoğrafı vardı.

Aradım İshak'ı "ne oluyor?" Diye sordum,

"Abi... gelip görmen lazım " dedi.

İlk başta, gidip 4 yaşındaki çocuğun mutluluguna tanıklık ederim diye düşündüm. 

Hani fena da olmazdı ya...

Yola koyulduk.

Hatırı sayılır paralarla, sağlı-sollu inşa edilen binaların arasında, son model arabaların seyrettiği caddeden ilerleyip Van'ın kenar mahallerinden birine yöneldik.

10 dakikalık yolculuktan sonra, İshak frene basıp, kontak kapattı.

"Abi burası, geldik" dedi.

Önümüzde bir araç daha durdu.

O araçtan da 16-18 yaşlarında iki genç kızımız ve üç erkek kardeşimiz indi.

Önünde kayısı ağacı olan, derme-çatma tek katlı topraklı damlı bir ev yöneldik. 

Ön cephesi naylon branda ile kapatılmış evin önünde iki-üç çocuk oynuyordu.

İshak, birini işaret ederek, "bisikletin üzerindeki çocuk bu" dedi.

Hakatten de keyifli görünüyordu. 

Tebbesümle merhabalaştık.

Sonrasında, 16-17 yaşlarında bir kız çocuğu evden çıkıp bize doğru geldi.

"Bu da ablası Zeynep. Bunlar 7 kardeşler ve en büyüğü Zeynep" dedi.

Şaşkınlık içinde derme-çatma yapının içine girdim.

Duvarlarının çoğu çatlamış, iki göz odadan ve 'mutfak' demeye şahit isteyen bir yapı.

Fısıldayarak "İshak... neler oluyor?" Diye sordum, 

"Abi... Zeynep'ten dinle" diye sorumu cevapladı.

Yan yana oturduk ve ses kayıt tuşuna dokundum.

Eğer ki dayanabilecek takadiniz, taşıyabilecek mecalaniz varsa gelin birlikte dinleyelim Zeynep ve kardeşlerinin hikâyesini. 

BEN SUSAYIM ZEYNEP KONUŞSUN

Amca, Van-Catak ilçesi Narlı (Xawiştan) köyünde, İhsan-Leyla çiftinin en büyük çocuğu olarak dünyaya geldim. (Kasım)

Yıl 2003...

Sonrasında 6 kardeşim daha oldu.

Babam ve annem evlendiklerinde, babam 16 falan Annem de yine o yaşlardaymış. 

'Berdel' geleneği ile evlenmişler. 

Berdel, biri kızını birinin oğluna veriyorsa onun da kızını kendi oğluna alır.

'Berdel' bu demektir.

Zaten anne ve babam kuzen de sayılırdı. 

Köyümüz, Kato dağı eteklerinde, Çatak-Pervari ilçeleri arasında kalan yoksul bir köydü. 

Okul yoktu.

Onun icin 10-15 Km uzaklıktaki Konalga Köyüne gidip orada ilk ve ortaokul egitimimi tamamladım.

Babam, bir yakınımıza ait minübüs de şoförlük yapıyordu. 

Öğrenci taşıyordu. 

Kıt-kanaat geçiniyorduk.

Ben 13 yaşlarında iken babam bir iftira ile cezaevine düştü.

Annem ve biz 6 kardeş bir başımıza kaldik.

Köylülerin yardımı ile geçiniyorduk.

Babam 8 ay cezaevinde kaldı.

Annemin ruh sağlığı bozuldu.

Bir sene sonra orta öğretimi bitirdim ama annemin rahatsızlığından dolayı liseye gidemedim.

Çünkü kardeşlerime bakacak kimse yoktu...

BABA CEZAEVİNDE KANSERE YAKALANIYOR 
Henüz daha 14 yaşında 5 kardeşi ve annesine bakma yükümlülüğü altına giren Zeynep anlatmaya devam ediyor ;

Babam, 8 ay cezaevinde kaldıktan sonra çıktı. 

Çünkü bir iftira sonucu cezaevine girmiş ve suçsuzdu.

Babam henüz 33 yaşındaydı ama cezaevinde çıktığında amansiz bir hastalığa yakalanmıştı.

Doktorlar ileri derecede bağırsak kanseri teşhisi koymustu.

Her geçen gün daha da kötüleşiyordu.

Adeta çaresizdik.

Kimimiz kimsemiz yoktu.

En büyüğü 14 yaşında altı çocuk...

Ruh sağlığı gittikçe ağırlaşan bir anne.

Tüm yük omuzlarımdaydı.

Zeynep çamaşır yıka.

Zeynep hamur yoğur.

Zeynep evi temizle.

Yaşıtlarım okul okuyup, oyun oynarken ben annelik yapıyordum. 

EVİN DİREĞİ YIKILDI 

Acılar derinleştikçe, Zeynep de gün be gün soluyordu.

Büyüyüp liseye gideceğine adete bir Berfin, bir Canemerg çiçeği misali zamansız soluyordu.

Karlı dağların kadersiz çiçeği zeynep anlatmaya devam ediyor.

Babamın hastalığı iyiden iyiye ilerledi.

Alıp Van'a götürdüler. 

Hastaneye yatırdılar. 

Tedaviye cevap vermeyince, amcalarım babami alıp İstanbul'a götürdüler. 

Ordan da bir sonuç almayınca tekrar Van'a getirip Van Bölge Eğitim araştırma hastanesine yatırdılar. 

Babam, sürekli çocuklarını görmek istiyordu.

Tek isteği oydu.

Ama ruh sağlığı iyiden iyiye bozulan annem buna izin vermiyordu.

Amca ve dayılarım dahil kimseyi eve sokmuyordu.

Babam ölüm döşeğinde biz çocukların hasreti ile yanıp tutuşur iken biz çocuklar da, son demlerinde babamızı görememenin acısıyla gözyaşlarımızı gizliden gizliye yüreğimize akıtıyorduk.

Babam üç ay daha kaldı hastahanede.

Son demlerinde, hastahane yönetimine ricada bulunuyor ve diyor ki ;

"Sizden son isteğimdir. Karım çocuklarımın Van'a gelmesine izin vermiyor. Ya beni taburcu edin gidip evimde öleyim ya da beni köye götürün çocuklarımı görüp geleyim"

Hastane yönetimi babamın bu isteğini geri çevirmiyor.

Bir baktık ki köye bir ambulans geldi.

Kapımıza geldi ama annem babamı indirmelerine izin vermedi. Kapıyı kapattı, bizlerin de dışarı çıkmasına izin vermedi.

Babamı dedemlere götürdüler. 

Dedemin evi bizim evin bir yukarısıydı.

Annem yine de gidip babamızı görmemize izin vermedi.

Babam, getirildiği günün gecesi rahatsızlandı ve gecenin sabahında Çatak'a geri götürdüler ve babam Çatak Hastanesinde vefat etti.

Henüz 35 yaşındaydı...

Ve bizleri görememenin hasreti ile gözleri açık gitti.

En çok da kardesim Güneş'i görmek istiyordu ama muradına eremedi.

BİR ÇİFT GÖZYAŞI SERMAYE KALDI

15 yaşında iken babasını kaybeden ve ölümünde dahi babasına sarılmayan Zeynep, göz yaşlarına hakim olamıyor.

Duvar dibine sıralanan kardeşleri donuk bakışlarla ablaları Zeynep'i izliyor.

Odada kahredici ölüm sessizliği. 

İnsanligimizdan utaniyoruz.

Bu acilar karşısında "yer yarilsa da dibini boylasak" diyesim geliyor.

Ama nafile..

Gözyaşları diniyor ve Zeynep anlatmaya devam ediyor.

Babamın vefatindan sonra annem iyiden iyiye kontrolden çıktı. 

Biz çocuklarını tanıyamaz hale geldi.

Bu davranışlarından dolayı kendisinden korkuyorduk.

Kardeşlerimi korumaya çalışıyordum. 

Çünkü heran birimize zarar verebilirdi.

Hatta bir keresinde, bir sabah uyandığımda duvarlarda ve yerlerde kan lekeleri gördüm. 

Meğerse annem bir kedinin boğazını keserek öldürmüş ve torbanın içine koyarak köpeklerin önüne atmış.
 
Bize diyordu ki "neden içeride yatıyorsunuz? Gelip burada bizleri öldürecekler, bizim yerimiz dışarısıdır. Orada arkadaşlarım var bizleri korurlar." Dedi.

Fazla garip ve korkutucu davranıyordu. 

Çok korkuyorduk.

Hatta bir keresinde üç gün dışarıda kaldık.

Çok fazla yağmur yağıyordu.

Kardeşlerimin üzerine kilim örttüm üç gün boyunca içeri girmeye cesaret edemedim.

Arada bir köylüler bize yiyecek falan getiriyordu...

Babamın vefatından sonra, Van'da oturan anneannem köye geldi.

İki hafta kalıp döndü. 

Akabinde annem de bizi terkedip, Van'daki annesinin yanına yerleşti.

Babam İhsan'in vefatından 1-2 ay sonra bir kardeşim daha doğdu.

Ben ve 6 kardesim bir başımıza kaldık.

Kaldığımız ev yıkıldı. 

Devlet köyde bize bir ev yapmaya başladı.

Çatısı da bitti.

İlçeden bir heyet geldi, biz cocukları alıp yerleştirme yurtlarına vermek istedi.

Ben kardeşlerimi vermek istemedim.

Çünkü onlar olmadan yapamam.

Hemen Van'daki dayıma haber verdim.

Dayım köye geldi ve bizleri yanına alıp Van'a getirdi.

İNSANLIK ZAMANI

Çatak ilçesi Narlı Köyünde yeşeren kardelenler, süsenler, leylaklar, gelincikler artık aramızda. 

Onları kendi bahçelerimizde yeşertebilmek ve geleceğe taşımak elimizde.

Bu sadece ve sadece bir vicdan ve merhamet meselesi.

Onlar yedi dağ çiçeği. 

Zeynep

Güneş 

Ebru

Doğan 

Kadir

İlkan

İhsan

Bu yedi kardeş, dayıları olan Şemsettin'in evinde kalıyorlar. 

Dayı Şemsettin hamallık yaparak geçimini sağlıyor. 

Kendisinin de dört çocuğu var.

Iki gözlü bir ev.

Her cocuk başı devletten aylık fert başı 100 tl yardım alıyor.

Yani ayda 900 TL

Anneleri de hemen bitişikteki evde anneannesinin yanında kalıyor ama çocuklarını ne tanıyor ne de konuşuyor.

Böylesi ibretlik hikayenin sonunu, henuz 17 yaşında kardeşlerine hem annelik hem de babalık yapan Zeynep'in sözleri ile noktalayalim.

"Köyden gelip dayımın yanina yerleştik. 

İki gözlü evde kaliyoruz.

Erkekler bir odada biz kizlar da bir odada yatıyoruz. 

Yataklarımızı yanyana serip, kardeşlerime sarılıp uyuyoruz.

Dayım ne getirdiyse onu pişirip yiyoruz.

Dayımın eşi ayni zamanda halam olur, bize çok iyi bakıyorlar.

"Mamusta ve güzel dostları " (bizimle gelen gençlerden sözediyor) bize ulaştı. 

Bizlere nakti ve malzeme, yiyecek-giyecek yardımı yaptılar. Rabbim kendilerinden razı olsun.

Ama nereye kadar?

11 çocuk dayım ve eşi olan halam toplam 13 nüfus bu derme çatma evde kalıyoruz. 

Değerli büyüklerime ve hayırsever iş insanlarına çağrıda bulunuyorum.

Ben kardeşlerime sahip çıkıp büyütmek istiyorum. 

Zaten kardeşlerim okula gidiyor.

En küçügümüz henüz 3 yaşında.

Ben de okumak istiyorum. 

Lütfen sesimizi duyun..

Evet...

Zeynep ve kardeşlerinin hikayesi özet olarak bundan ibaret.

Yani sözün bittiği yerdeyiz.

Yedi can, yedi dağ çiçeği bizleri vicdan muhasebesi yapmaya davet ediyor.

Var mısınız???