İSTANBUL -HDP’nin İstanbul Eşbaşkan adayları Önder ve Aydınlar, Özgür Gündem'in sorularını yanıtladı.

HDP’nin İstanbul ve Türkiye’de kilit konuma geldiğini belirten Önder, ‘30 Mart akşamı bunun sayısal karşılığını göreceğiz’ derken, Aydınlar, ‘Artık HDP’nin zamanıdır’ dedi

HDP bu ülkenin barışının yapı taşı hatta kilit taşı konumuna artık gelmiştir. Uğradığı linçlerle bile siyasi bir dönüşüme kapı aralamıştır. HDP, siyasal karşılığını bugünden almıştır; 30 Mart akşamı bunun sayısal karşılığını göreceğiz

TAM DA HDP ZAMANIDIR

Halkımıza ve ezilenlere şunu söylüyorum: Sizi yönetenlere karşı artık kendi kendinizi yönetmenin zamanıdır. HDP tam da kendinizi yönetmenin mekanizması, aracı. Kadim Anadolu ve Mezopotamya’nın geleneğine dayanarak özgür bir ülkeyi ve barışı birlikte kuracağız

HDP Türkiye’nin yapı taşı hatta kilit taşı

Türkiye, büyük bir devlet krizinin eşliğinde seçimlere gidiyor. Kavga büyük ve seçime iki gün kaldı. Amed’de Öcalan’ın milyonlara okunan tarihi mesajı, böyle bir seçim atmosferine denk geldi. Ankara’da saray kavgası büyürken Öcalan’ın halklara dönük tarihi büyük barış daveti, asıl ve hayati olana işaret ediyordu. Bu tarihi mesajın katmanlarını ve HDP’nin rolünü İstanbul Belediyesi Eşbaşkan Adayları Sırrı Süreyya Önder ve Pınar Aydınlar’a sorduk.

- Tarihi bir Newroz’u geride bıraktık. Herkesin gözü Amed’deki tarihi buluşmada ve de Sayın Öcalan’ın mesajındaydı. Bu tarihi mesajı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Birkaç yönüyle değerlendirmek mümkün. Birincisi, ilk defa bu kadar etkili şekilde kullanıma soktuğu bir kavram var. Sayın Öcalan’ın kavramsallaştırma kapasitesi çok yüksek. Bu Newroz mesajında güncellediği Barış Önderliği kavramı örneğin. Bunu sadece bir kelime olarak söylemiyor, içini dolduran ve olmadığı zaman gelişebilecek endikasyonlarına vurgu yapan, olması durumunun çerçevesini belirleyen bir kavram olarak bence Barış Önderliği bu mesajın en öne çıkan yönüydü. Çok katmanlı olan süreci ve geleceğe dönük değerlendirmeleri bu kavramın ışığında değerlendiriyor.

Sayın Öcalan açısından 2013 Newrozu’na kadar olan dönemi bir dönem, ondan sonrasını bir başka dönem olarak tasnif edebiliriz. Orada Türkiye siyasi tarihine geçecek önemli çözümlemeleri vardı Sayın Öcalan’ın. O çözümlemelerin sadece gücü ve kapasitesi onu güçlü kılmaya yetmezdi. O zaman sadece bir önemli söylem, belirleme olarak kalırdı. Sayın Öcalan bunu bir pratiğe dönüştürdü o gün. Kendi konumuyla pratikleştirdi, 2013 Newrozu’ndan bugüne geçen sürede. Üslupla ilgili vurguyu düşünerek devam edersek, bir Barış Önderliği misyonunu, direnişe önderlik eden bir anlayışın barışa önderlik edebileceğini, bunun hem güç hem de güçlü bir diyalektik içerdiğini bizle olan konuşmalarında da sık vurgular. Kavramsallaştırma gücüne ek diğer bir özellik de Sayın Öcalan’ın literatüründe, zihinsel dünyasında çözümsüzlük diye bir şey yok. En açmaz, en kaotik, en tıkanık durumlarda daima kimsenin aklına gelmeyen bir yeni pencere açıp yeni bir düzlem oluşturabiliyor. Bu da bir tutarlılık içeriyor. Bu mektubunda ikinci özellik bu.

Üçüncüsü, hükümete dönük eleştirel belirlemelerinin dışında çok ağır ve önemli bir saptama olduğunu düşünüyorum. Bu hükümetin işlevselleşmesi meselesinde hatırlattığı yeni bir bakış açısı var, biz bu barışı bu toprakların kadim değerlerine borçluyuz, devletine, hükümetine değil vurgusu. Bu başından beri barışı AKP’nin tekeline yaslamaya çalışan hem sağ milliyetçi yaklaşımları, hem de hükümetin ciddiyetsiz, hoyrat yaklaşımını mahkum eden, paramparça eden, gerçekliğin nerede olduğuna işaret eden bir belirlemedir. Eğer bu inisiyatifi devlet tarafından alabilecek bir devlet adamı, politikacı, bu nitelikte ve ciddiyette alabilecek bir kurum veya şahıs olursa barışın kalıcılığı ve sürati olumlu anlamda evrilir.

-  Sayın Öcalan’ın iki Newroz manifestosunu karşılaştırdığınızda hangi tespitlere varıyorsunuz?

Bence birinci Newroz manifestosu bu ülkenin siyasi tarihinde çok önemli bir yapı taşıydı. O savaşı bitiren, demokratik siyasete yönelen ya da bu iradeyi ortaya koyan bir mektuptu. İkinci Newroz mektubu bence tek başına şöyle anılacak: Artık bu ülkenin bir Barış Önderliği var, bu da Sayın Öcalan’dır. Bu Newroz artık Sayın Öcalan’ın bu ülkenin Mandelası, Gandisi olmasının mührüdür diye bakıyorum.

-  Peki mesajın ana vurgusu olan halka dönük çağrıdan ne anlamalıyız? Örneğin HDP nasıl bir rol oynayabilir?

Dar siyasi kalıplar ya da dar günlük perspektifler asla Sayın Öcalan’ın tavrı, tarzı değil. Öncülük ve Önderlik ile mühendislik arasındaki farkı o kadar içselleştirmiş ki, şu çok basit olurdu, ‘falancaya oy verin, filancanın etrafında birleşin.’ Ama HDP’ye dair düşüncelerin onu çok heyecanlandırdığını, meşgul ettiğini biliyoruz. Türkiye partisi kavramını başta Sayın Öcalan da kullanıyordu. Fakat Türkiye partisi meselesi o kadar bağlamından koparıldı ki bir açıklama yapmak zorunda kaldı, ‘bütün toplumsal muhalefet alanlarının bileşkesidir, HDP’ diye. Çünkü iktidar ya da önemli bir muhalefet bileşeni olmanın, demokratik siyaset kanallarında etkili olmanın yolu sayısal olarak çoğalmanın, nitelik olarak da kalıcılışmanın temel yolunun bu dar kalıplardan çıkıp bütün toplumsal muhalefet alanlarının kendisi olarak, siyaset yapabilme mecrası haline gelirse genişleyebileceğini biliyor. HDP bence bu önermeyi, tespiti ilk fark eden siyasi yapılardan biri oldu, HDK ile başlayan süreci ele alırsak. Yükümlülüğünü, tarihsel sorumluluğunu ne kadar yerine getirebildiği başka bir tartışmanın konusu ama bu konuda çok büyük bir çaba ve emeğin içinde olunduğu su götürmez. Burada, Kürt siyasi kurumlarının da verdiği destek yadsınamaz. Aslında Türkiye bir siyasi partiye daha kavuşmadı. Türkiye barışını kuruyor. Baktı ki başkalarından hayır yok. Barışın pratiğini, nasıl oluru HDP üzerinden gösteriyor barışa inananlarla birlikte. Böyle bakıldığında HDP kendisini bu ülkenin barışının bir yapı taşı hatta kilit taşı konumuna getiriyor.

-  Türkiye’de çok derin bir devlet ve siyasi kriz yaşanıyor. Büyük bir iktidar kavgasına şahit oluyoruz. Bu kavgayı nasıl analiz ediyorsunuz, Türkiye’nin buradan çıkışı nasıl olacak?

Ben bir sosyalistim ve değerlendirmelerimizin özellikle kavramsallaştırırken zamana dirençli olması gerekir. Bunun için elimizdeki en önemli imkan, sınıfsal analizdir. Şu an bu ülkede yaşanan egemen sınıfların kendi iç kavgaları. Zaman zaman yükselen, çözümsüzleşen, her zaman çatışma boyutuna geçen ama mutlaka yeni bir dengeyle kendi yolunu oluşturan bir tarihsel devri daim sürecinden geçiyoruz. Bunun literatürde tekabül ettiği yer yönetememe durumudur ve biz buna devrimci durum diyoruz. Birincisi bu. Böyle yaptığımız zaman bu bizi şaşırmaktan alıkoyar. Yani, ‘bu niye böyle oldu, bunlar düşmandı, neden dost oldular’ dediğimiz zaman dirençli bir değerlendirme yapmamış oluruz. Olacakları söyleyeyim, bu büyük kavga gibi gözüken şey öyle bir uzlaşmayla, -yeni bir dengede ama- yol alır ki, kimin yanında yer alacağız sorusu şaşkınlığa düşürür insanı. Bunu ilk keşfeden, Sayın Öcalan ve Kürt halkının siyasi kurumları oldu. Üçüncü yol meselesi tam da böyle bir bakışın ürünü, üçüncü yol olabilmek için iç sınıf çatışmalarını ve karakterlerini çözümlemek gerekir, ki kendinizi başka bir yerde konumlandırabilesiniz. Buradan başlarsak bir sosyolojik tespite daha ihtiyacımız var, hatta iki tespite. Bir, egemenlerin kendi içindeki sıkıntılar yeni bir dengede buluşacaksa ancak başka bir yere ihraç edilerek yeni denge oluşur. Peki, bu sıkıntı nasıl ihraç ediliyor? Daha önce bu sıkıntıların ihraç edileceği alan, Kürt halkı ve onun siyasal kurumlarıydı. Kendi içlerindeki çelişkiler derinleştiğinde ‘vurun Kürtlere’ şiarıyla bir anda hepsi bu halkın ve mazlumların karşısında hizalanabiliyorlardı. Ve ne olmuş oluyordu. Bu sıkıntı ihraç edilmiş oluyordu Kürtler üzerine. Türkiye emperyal bir yapı değil, henüz bu sıkıntıyı başka yerlere ihraç edebilecek kadar ne birikimi var ne de böyle bir askeri gücü var.

İkinci tespitimiz de şu olabilir; Askeri olarak test edilmemiş hiçbir siyasi güç, güç değildir. Türkiye, bölgede askeri gücünden bağımsız uluslararası emperyal güçlerin bölgeye dönük tasavvurlarının basit bir enstrümanı iken kendini bir siyasi güç zannetmeye başladı. Bunun böyle olacağını düşünmek, kuyruğun atı sallayacağını düşünmek kadar abesle iştigaldir. At kuyruğu sallar. İkinci bozucu alan Türkiye madem biz böyle bir bölgesel, siyasi gücüz yanlış saptamasına girince bunu askeri olarak test etme imkanları kovalamaya başladı. Rojava’ya dönük, Irak’a dönük ve İran’la yaşanan bütün sıkıntıların altında tam da bu siyasi gücünü test etme, pekiştirme hevesinin büyük bir payı var. Şimdi elimize bu iki anahtarı alırsak, bütün bu meseleyi yorumlayabiliriz.

Şu an yürüyen savaş, birine komplocu ve darbeci dediğimiz zaman öbürünü sanki darbe karşıtıymış gibi bir yere bizi konumlandırmaktan alıkoyacak olan bu sınıfsal analizin bilimselliğidir. Bunlar bir fotoğrafın iki yüzü gibidirler, birbirlerinin aynısıdırlar. Bir iç çatışma yaşıyorlar. Ne yapmalıyız sorusu yine tarihsel tecrübelerimizde vardır. Devrimci dönüşümler ve atılımlar ancak egemenlerin kendi içindeki kriz ve çatışmaların derinleştiği zamanlarda olur. Bu nasıl mümkündür. Doğru bir önderlikle mümkündür.

-  İstanbul, Türkiye’deki siyasi sistemi etkileyen sonuçlar üreten bir kent. Siz İstanbul’da nasıl bir fotoğraf görüyorsunuz?

Ben bütün hayatın ve geleceğin Anadolu ve Mezopotamya’dan kurgulandığını, oralardan kristalize olduğunu ama büyük patlamaların ve orada biriken enerjinin cisimleşme halinin İstanbul’da gerçekleştiğini düşünüyorum. Bunu da ‘at ve kuyruk’ metaforuna dayanabiliriz. At, Anadolu ve Mezopotamya’dır ve güç oradadır. Hayat oradan belirlenir, burada endikasyonlarını görürüz. Hayat ilmek ilmek Anadolu ve Mezopotamya’da birikir, dokunur ve burada mührü vurulur.

Bizim HDP gerçekliği, Newroz, Kürt siyasi kurumları, demokrasi güçleri dediğimiz mesele gerçekten Anadolu’da, Kürdistan’da ilmik ilmik dokundu. Nasıl dokundu, günlük hayat kodlarında maruz kalınan ayrımcılıklar küçük bir dokunuşu bekliyordu. Bizim yerelde gittiğimiz her yerde linç kalabalıklarının örgütlendirilmesi, bu kadar barışçıl bir siyasi partinin lince uğramasının bile halklarda bu farkındalığı güçlendirdiğini düşünüyorum. HDP, uğradığı linçlerle bile siyasi bir dönüşüme kapı aralamıştır. Oradan İstanbul’a gelirsek. İstanbul makro bir yer değildir. Türkiye’nin mikro bir yansımasıdır. Aksaray’da, Urla’da, İmroz adasında olan şeyler burada bir niteliksel birikim yaratıyor. Peki bunun kısa konjonktürde, seçim güncelinde ele alırsak ne olacak. Biz 3 aylık bir siyasi partiyiz. Evet birdenbire ortaya çıkmadık, bir tarihimiz var. Ama bir organizasyon daima yenidir. Güçlükleriyle, sıkıntılarıyla yenidir. 3 aylık bir yapının ilk defa bir metropolde belirleyen olması, bütün bu saldırıların veya övgülerin muhatabı olması ne kadar güç bir işi başardığımızın göstergesi olarak okunabilir. 30 Mart akşamı bunun sayısal karşılığını göreceğiz ama siyasal karşılığı bugünden alınmıştır.

Özgür ülkenin tam zamanı

-  İstanbul’daki son Newroz mitingi bir anlamda HDP’nin seçim mitingi de oldu. Nasıl buldunuz?

İstanbul Newrozu gerçekten bütün renklerin bir arada olduğu, coşkuyla karşılanan bir Newroz oldu. Bence İstanbul İstanbul olalı böyle bir Newroz görmedi. Bunun en büyük sebeplerinden birinin, halkların birlikte mücadele etme anlayışının gelişmesi, HDP ve BDP’nin her gün daha da çoğalarak büyümesinin verdiği bir görüntü ve kararlılık olduğunu düşünüyorum. Tam da Newroz’un ruhuna uygun bir halklar bahçesiydi kutlama.

-  Siz 3 aydır bir seçim kampanyası yürütüyorsunuz. Bu seçim dönemi nasıl geçti?

Öncelikle HDP zaten halkın partisi, sokağa indiğinde, alana çıktığında o halkın sorunları içinde yer alan, halkın neyden şikayetçi olduğunu iyi bilen ve bütün yaşam mücadelesini buna adamış insanlarla çalıştığımız için hiç yabancılık çekmedik. Kendi adıma, sokak eylemlerinden sınıf ve hayat kavgasına kadar hep mücadele içinde oldum. Ama tabii aktif siyaset bu açıdan ilk deneyimim. Biz bir avuç zenginin karşısında milyonlarca yoksulun çıkarları için mücadele ediyoruz. HDP bu açıdan hepimize ortak mücadelenin ne kadar önemli ve sonuç alıcı olduğunu kısa sürede de olsa gösterdi. Tüm muhalefet alanları kendi özgünlüklerini koruyarak birleştiğinde, yepyeni bir hayat ve Türkiye ortaya çıkacak. Şimdiden bunun önemli adımlarını attığımızı düşünüyorum.

-  HDP’nin Eşbaşkan adayı olarak kadın mücadelesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Tabii sadece siyasette değil, yaşamın bütün alanlarında kadınlar geri plana itilmişler. Egemen, ataerkil sistem, dayatmacı yanıyla zaten kadını ezdi, görmezden geldi. Ama kadın özgürlük mücadelesi de önemli mesafeler aldı. Sistemde kırılmalar yarattı. Bu açıdan BDP veya HDP’nin yürüttüğü siyaset, diğer siyasetler karşısında gerek eşbaşkanlık sistemi, gerek eşitlik ve özgürlük anlayışıyla bambaşka bir toplumsal düzen öngörüyor; yalnızca öngörmüyor, kendi içinde bu anlayışı uygulayarak geleceği şimdiden kuruyor. Kadını ve hayatın bütününü metalaştıran anlayışa karşı kadınlar, yeni hayatlar doğurma becerisiyle yeni bir toplum, yeni bir kent inşa ediyor. Kadının elinin değdiği kentler güzelleşir. İşte HDP de kadının elinin değdiği ve güzelleştirdiği bir parti.

Tüm halkımıza ve ezilenlere şunu söylüyorum: Sizi yönetenlere karşı artık kendi kendinizi yönetmenin zamanı geldi. HDP tam da kendi kendinizi yönetmenin aracı, mekanizması, oluşumu. Kadim Anadolu ve Mezopotamya geleneğine dayanarak  özgür bir ülkeyi hep birlikte kuracağız.

Editör: Wan Haber