OYNAMAYAN TAY AT OLMAZ

Abone Ol

“Çocuk okuldan dönünce, oyun oynayarak dinlenmesine izin vermek gerekir. Çünkü oyundan men etmek ve daima öğrenmeye mecbur tutmak çocuğun kalbini öldürür, zekâsını zayıflatır, hayatını altüst eder. Hatta çocuk böyle bir sıkılıktan kurtulmak, ilmî terk etmek için çeşitli hileli yolları denemeye mecbur kalır.”

İmam Gazzali

Bir gelişim psikoloğu, bir adada kırk yıl boyunca çocuklar üzerinde bir araştırma yapar. Kırk yıl süren bu araştırmada o ada doğan çocukların fiziksel, duygusal, bilişsel, psikolojik zorluklara rağmen diğer çocuklara göre daha fazla direnç gösterdiğini, ruhsal olarak kolay toparlanıp değişen koşullara daha rahat uyum sağladıkları gözlemler.  Gözlemler sonucu çocukları güçlü kılan şeyin oyun alanlarını olabildiğince fazla kullanmalarıdır. Bebeklikten itibaren başlayan oyun çağı, çocuğun dış dünya bağlantısını kuran en büyük iletişim arıcıdır. Bu aracı ne kadar aktif ve yoğun kullanırsa direnci o kadar yükselir. Özellikle 0-6 yaş arası en önemli çağlardan biridir. Bu dönmelerde beş duyu organlarını işin içine katıp kullanımlarını sağlamak çok önemlidir. 0-3 yaş bebeklik dönemi olarak adlandırdığımız bu dönmede çocukların teknolojik aletlere maruz kalması ciddi anlamda iletişim becerilerine, iletişim becerilerindeki eksiklik, 3-6 yaş arası oyun çağı olarak adlandırdığımız dönem de duygusal, psikolojik, fiziksel, bilişsel alanlarda direnç kazanacağı döneme zarar verecek durumlar ortaya koymaktadır. Sağlıklı iletişim beceresi kazanan çocuğun oyun çağına geldiğinde iletişimi güçlü olduğu için kuracağı oyun ortamı ve iletişim becerisi onu hayata karşı daha dirençli yapacaktır. Çocuklarımız oynadıkları ve kurdukları iletişim becerileri ile gerçek yaşam alanlarına adım atarlar. Bu dönemler “Altın Çağ” olarak adlandırılır. Ne kadar doğru kullanırsa o kadar sağlıklı bireyler olarak yetişmiş olacaklar. Bu yaştaki çocukların en iyi öğretmeni “AKRAN”larıdır. Bugün şehirde yaşayan çocukların mutlu ve özgür olabilme şansları kasaba ve köyde yaşayan çocuklara oranla daha azdır. Şimdilerde şehirde büyüyen çocuklar sahaya çok daha az çıkıyor. Çocukluğunu rekabet ortamında, doğadan akranlarından uzakta ve yaratıcılığını beslemeyen faaliyetlerle geçiriyor. Şehrin gürültüsünden kendi iç sesini duymayacak halde olan çocuklarımız tüketim toplumu içinde kişiliklerine bir varlık sahası arıyorlar. Dünyaya gelen sağlıklı her bebek düşünme, görme, duygu, dil gibi beyin fonksiyonlarından sorumlu 100 milyar sinir hücresi ile doğar. Sinir hücreleri sinaps adı verilen küçük boşluklarla birbirlerine bağlanır ve beynin çeşitli fonksiyonlarını yerine getirir, kümeler oluşturur. Sinapslar günlük ihtiyaçlara ve kullanıma bağlı olarak bir kısmı korunur. Kullanılamayan kısmı ise zamanla kaybolur. Bu sinapsları kullanması için çocuğun akranlarıyla iletişime geçmesi ve  uygun oyun alanları ile aktif kullanması gerekiyor. Oyun ortamında çocuk kendini özgür hisseder ve fiziksel, ruhsal, bilişsel anlamda kendisini geliştirir. Çocuğun dünyası akranları ile oluşturmuş olduğu oyun alanıdır. “Apartman çocuğu” diye nitelendirdiğimiz çocuklarımız için bu tarz ortamları bulmakta zorlanabiliriz belki. Bunun için çocukların akranları ile zaman geçireceği eğitim ortamları tercih edilmesi daha doğru olacaktır. Yalnız eğitim ortamlarını tercih ederken doğru tercihler yapmamız gerekiyor. Aileye değil çocuğa hitap edilecek kurumların tercih edilmesi gerekiyor. Bu konu çok kapsamlı olduğu için gelecek yazımda bu konuya değineceğim.

Sağlıkla kalın.

“Oyun İnsanoğlunun İlk Bilincidir.”

John Paul