BÜŞRA ERSANLI YAZDI
 

Terör üzerine ilk sosyal bilim analizlerini 1970'li yılların ikinci yarısında duymaya başlamıştık. O zamanlar dünyanın çeşitli yerlerinde halklar veya onları temsilen bazı örgütler silahlı mücadele veriyorlardı. En önemlisi de Vietnam'daki mücadele idi, Filistin halkının örgütlü gücü idi. Kimse bunlara terörist demiyordu. Terörist kavramının sosyal bilimlerde kullanılmaya başlaması ilk uçak kaçırmalardan, Filistin Kurtuluş Hareketinin beklenmedik farklı eylemlerinden sonra oldu. Yaklaşık 40 yıl bu kavram tartışmalara açık kaldı, "özgürlük savaşçısı mı yoksa terörist mi?" diye. Bu süreçte güvenlik fonlu araştırmalar, strateji çalışmaları bilim adı altında büyük sıçrama kaydetti. Terör uzmanları akademik alana tohum eker gibi serpildi. Anti komünizm soğuk savaş döneminin stratejik araştırmaların ana esin kaynağı idi. Terör kavramıyla komünizm işte böyle bir pragmatik bağ ile işlendi.

1981 yılında Cumhuriyet gazetesinde birinci sayfadan bir Filistinli erkek çocuğun fotoğrafı konmuştu, çocuğa asker kıyafeti giydirilmişti ve kıyafetin üzerinde mermiler vardı. Belli ki Filistin Kurtuluş Örgütünün sevimli bir propagandası amaçlanmıştı. Bu son derece anlamlı bakışlı güzel çocuğun resim altı şöyleydi: Bu mu terörist?

Yıllar geçti, taş atan çocuklarımız oldu Türkiye'de, ve onlara "terörist" dendi! Bu çocukların sosyal, ekonomik ve kültürel yönden geçirdiği travmalar tahlil edilmedi. Kürt olmaları ve baskılara tepki vermeleri yetti, önemli bir kısmı birkaç yıldır cezaevlerinde. Sosyoloji siyaset oldu siyaset strateji oldu strateji genel anlamından terör uzmanlığına sıçradı, siyasi ahlak yandı bitti kül oldu!

Benim için en çarpıcı olan tartışma 2004 yılında Münih'teki Güvenlik Zirvesinde Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanı Ivanov'un terör kavramını yeniden sorgulaması idi. Tekrar hatırlattı herkese: "bazılarının terörist dediklerine diğerleri özgürlük savaşçısı diyor, bu Çeçen savaşçılar için de geçerli" diyerek. Bana ilginç gelen Rusların devlet olarak savaştıkları Çeçen savaşçılar için de bu muğlaklığı kabul edişi idi. Özellikle sosyal bilimler için meselenin özü kimin terörist olup olmadığından ziyade kimin kimlerin neden nasıl nerede kimlere karşı şiddet kullanıldığını belirleyebilmek ve etraflıca açıklayabilmektir ki daha sonra benzer olaylar vuku bulmasın. Kısacası bilim hem yol açıcı hem de yol genişleticidir iyiye doğru. Ama Bush yönetiminin danışmanları ve kendisi ön almayı şiddetle saldırmak şeklinde uygulamışlardır. Sonraki müdahaleleri de adeta meşrulaştırmışlardır.

Bu da siyaset teorisinin Machiavelli zamanına uzanmasını gerektirebilir. Rönesansla şiddetin birlikte yükseldiği bir zaman diliminde, birey iradesi sanatla yüceltilirken "siyaset" de yeni düzenli ordularla pragmatizm kazandı. Şiddet kullanımı moral değerlerin dışına sürüklendi. Moral değer paralı askerin kullanılmaması, ulusal olması üzerine kuruldu. Şimdi paralı askerliğe geri dönüş yaşanıyor. Onları kim koruyacak? Diyalogla tanımlanmış olan siyaset mi, yoksa terör çalışmalarıyla "embedded" stratejistler mi?

Günümüzde şiddet değil de terör olarak vurgulanıp yaygınlaştırılan eylemlerin dünya çapında kavramsal düzeyde düşman güç haline getirilmesi birçok şiddet sorununun çözümlenmesi önündeki en büyük engeldir bence. Özellikle anti terör yasaları, dünyada ve Türkiye'de muğlaklığı had safhada arttırmış bulunmaktadır. Bu tür yasalarla şiddeti uygulayanlar tek tek tespit edilmediğinden veya edilemediğinden mekanın kapsama alanı geniş tutulmakta ve böylece birçok ilgisiz insanın şüpheli, zanlı haline getirilmesidir!  Hatta telefonu yakın bir eczanede ya da bakkalda sinyal vermişse bu dahi yeter. Türkiye'de tam da böyle oldu, oluyor.

ABD'de daha da karmaşık hak ihlalleri oldu bu konuda, özellikle Müslümanlara karşı. Müslümanların külliyen terörist olduklarına inananlar vardı ve hala da var; 11 Eylül hadisesinin hemen sonrasında can havliyle suçlu arayanların imdadına terör kavramı yetişti. Yoksa esas düşman olarak Müslümanlar ilan edilmek üzereydi. Neyse ki ülkeler, Türkiye de dahil, seslerini yükselttiler ve "terör" düşman olarak belirlendi. Bu soyutlama gücüyle Afganistan'daki terörle mücadele Pakistan sınırından içeri sızdı. Bu soyutlama gücüyle Ortadoğu ve özellikle Irak en büyük tarihi insan ve hazine kayıplarını yaşadı. Bu soyutlama gücüyle Romanya'da mesela mini guantanamo işkence çalışmaları sürdürüldü. Bu soyutlama gücüyle Libya'ya müdahale edildi. Bu soyutlama gücüyle daha büyük şiddet hareketlerinin ve gerçek terörün karşılıklı (ABD Büyükelçinin katledilmesi gibi) yaygınlaşması, bununla da kalmayıp meşrulaşması başladı. Siyasal yasal şiddetsiz Arap Baharları terörle baharatlandırıldı. Suriye'de şiddet içermeyen muhalefet ve başkaldırı Esad'ın düzenli ordusuyla yaptığı ağır saldırılardan sonra silahlandı. Sınır geçişleriyle haksızı haklısı birbirine karıştı. Hizbullah da devreye girdi. Terör çoğullaştı, "plüralist" oldu!

Terör basın yayın ve kavramsal analizler yoluyla meşruiyet kazanmaya çoktan başladı ve siyaset başka baharlara kaldı. Diyalog "out", şiddet "in" oldu.

Terör ve terörist öyle kavramlar ki, hiç kimse bu konuda olumlu düşünemez, bu mümkün değildir. Bu kavram her ne kadar eskiden komünist, anarşist, gerici, irticacı ve bölücü kavramlarıyla aynı paralelde kullanılıyorsa da komünist ve anarşist birer ideolojidirler şiddetle bir ilişkileri yoktur, bu eşleştirmelerden bir anlam bütünlüğü elde edilemez; bölücü (ki doğrusu ayrılıkçıdır) kavramının da doğrudan şiddetle bir alakası yoktur. Ayrılmayı istemek veya istememekle alakalıdır. Ayrılma fikrini açıklamak şiddet içermez.  İrtica yani gericilik de bir tutumdur, anlamında şiddet yoktur.

Ancak terörist şiddet dışında bir fiille açıklanamaz. İşte bütün kolaylık buradan geliyor. Siyasi rejimlere muhalif örgütlenmeler ve bu örgütlenmeler içindeki bireyler şiddet uygulayan ve terör estiren örgütlerle bağlantı kurulmak suretiyle kolayca suçlu ilan edilebiliyorlar. Onların muhalefetini yok etmenin en kestirme yolu, herkesin gözünde kabul edilemez olan "terör" kavramını yasada, medyada, okulda, araştırmada, analizde mümkün olduğunca yaygınlaştırmak... Türkiye de bunu yaparak gerçek terör eylemlerini engellenemez hale getirmiştir. "Bir şeyi kırk defa söyleyince olur" inancıyla trafikte bile kullanılan bir kavram haline getirilmiş, eylem ile fail bulandırılmış örneğin bir yol işareti hatasından kaynaklanan bir trafik kazası kolayca trafik teröristi yaratabilmiştir. Aynı şekilde muhalifliğe karşı kaynağı kimliksizleştirilmiş yaygın nefretle iddianameler yazılarak birçok insan terörist ilan edilebilmiş, sosyal ve siyasal hayatlarından kopartılmıştır.

Örneğin ben BDP ile örgütsel bağım nedeniyle terörist ilan edilebildim. Bunu başarmak hayli nefret gerektiriyordu, bu da birilerinde mutlaka oluşmuştu, medyanın büyük katkılarıyla. Muhalefeti defetmenin en iyi yolu da yasal olmayan ve şiddet kullanan, terör metodları kullanan bir örgütle yasal parti bağını öne sürerek ilgili ilgisiz birçok parti çalışanını tutuklamaktı. Tamamen yasal parti çalışması yürüten, tamamen şeffaf bir faaliyet içinde olan kişilerin şiddet kullanan bir örgütün yayınları ve önde gelen bazı kişilerinin bazı siyasi fikir ve önerileriyle yakınlık taşıması buna yetiyordu. Örneğin parti meclisi üyesi sıfatıyla içinde bulunduğum yasal faaliyetler, en ufak bir şiddet çağrıştırmayan fikri faaliyetlerim bu kavramın anti-muhalif amaçlarla aşırı esnek kullanımı ve yasaların hukuk dışı kullanımı sonucu benim "terör örgütü yöneticisi" olmama yol açtı. Oysa ben tutuklandıktan kısa bir süre sonra, nefrete kolayca teslim olmuş kişiler tarafından üniversitedeki odamın kapısının kırılması ve kapının üzerine her türlü hakaretin yazılması terör eylemi olmadı, herhalde siyasi içeriği zayıf bulunduğu için! Tespit edilen şahıs veya şahıslar serbest bırakıldı, onlar terörist olarak adlandırılmadılar.

Demek ki terör kavramının kullanımında yasal uygulamasında çok büyük bir error var. Bu kavram nedeniyle mağdur olmuş, itibarı sarsılmış, işinden, okulundan olmuş insanların bu hukuki skandal karşısında uygulayıcılarına ne demesi gerekiyor? Ben "hata perestlik" diyorum. İngilizcesi errorist olabilir çünkü error hata demek, bu nedenle de teknolojide çok geçerli bir kavram, şiddete yatkın olanlar zaten teknolojiyi de bu yönde kullanmayı çok sever. Error bu özellikleriyle yasalarımızdaki kabahat kavramından çok farklı bir kavramdır. Bu kavram terörist kavramına çok yakın, üstelik ses uyumu var, buyurun kullanın! Hem de evrensel bölgesel etkisi çok olur, ne de olsa İngilizce. Şiddet de içermiyor, işkencesi filan da yok sadece siyasetten uzaklaşıp hataya saplanmaya işaret ediyor. (BE/HK)

* Bu yazı Güncel Hukuk Dergisi'nin Kasım sayısında yayınlandı.

* Güncel Hukuk Dergisi'nin Kasım sayısının dosya konusu "Savaş ve Barış'tı. Dosyada Milletvekilleri Türkiye'nin içinde bulunduğu savaş ortamını ve barışın oluşmasını sağlayacak şartları Güncel Hukuk için kaleme aldı. AKPi Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu "Çözüm İçin Washington, Brüksel ya da Erbil'i Değil, Ankara'yı TBMM'yi Etkin Kılmamız Lazım", BDP Iğdır Milletvekili Pervin Buldan, "Barış Verilecek Bir Lütuf Değil, Bir Vicdan Meselesidir", MHP Konya Milletvekili Faruk Bal, "Büyük Ortadoğu Projesi'ne Eşbaşkanlık Yapan AKP" ve CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu "AKP Liderliğindeki Türkiye'nin Bölgesel Tavrı 'Anlaşma' Değil 'Çatışma' " yazılarını yazdılar. Dergide ayrıca Neşe Özgen'den "Sınırın İki Yakasında Vatandaş Olmak", Fikret İlkiz'den "KCK Davaları ve Yargı", Ragıp Duran'dan "Nefret Söylemi Üzerine Bölük Pörçük", Haydar Akgül'den "Anayasamızda Olmayan Hak: Barış Hakkı", Dr. Serdar Gülener ve Arş. Gör. Elif Madakbaş'dan "Geçiş Sırasında Adalet ya da Geçiş Dönemi Adaleti Üzerine" yazıları yayınlandı. BİANET

Editör: Wan Haber