Askeri savcılığın Roboski katliamı konusunda, kaçınılmaz hata diyerek verdiği takipsizlikkararı...

Tüyler ürperticidir.

Hukukun ayaklar altına alınmasıdır.

İnsanlığın hiçe sayılmasıdır.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kendini hukukla bağlı saymayan hoyratlığının yeni ve kepaze bir sayfasıdır.

Asker’in kendini hukukun üzerinde konumlandıran vesayetçi geleneğinin göstergesidir.

Kökü bu memlekette derinlere giden bu vesayetçi gelenek karşısında ‘sivil siyasetçi’nin her zamanki zavallılığıdır.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 34 vatandaşının Türk Hava Kuvvetleri’nin savaş uçakları tarafından katledilmesiyle insanlığa karşı işlenen korkunç bir suçun üstünün örtülmesine yol açarken, kendi vatandaşlarına bir özürü bile çok gören Başbakan Erdoğan’ın yıllar içinde nasıl devletleşmiş olduğunun yeni bir örneğidir.

Radikal’in dünkü mükemmel kapağında yazıldığı gibi:

“Kusursuz katliam!

Uludere’de suç ölenlerdeymiş!”

 

Vicdanlarınız bu kadar mı köreldi?

Yazıktır, günahtır.

Vicdanlarınız bu kadar mı köreldi?

Haktan, hukuktan, adaletten bu kadar mı uzaklaştınız?

Alın o Roboski fotoğraflarını, koyun önünüze, bir süre bakın, hissetmeye çalışın.

Hiç mi içiniz sızlamıyor?..

Demek ki, bu korkunç katliamın hesabı sorulmayacak!

Öyle mi?..

Bombardıman emrini veren Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’den hesap sorulmayacak!

Demek hesap vermeyecek Paşam!

Öyle mi?..

Başbakan Erdoğan’dan da Roboski’nin, bu insanlık suçunun hesabı sorulmayacak!

Öyle mi?..

Askeri savcılık takipsizlik kararı verdi, iş bitti!

Öyle mi?..

Demek bu kadar kolay.

34 vatandaş kendi ülkelerinin savaş uçakları tarafından bombalarla katledilecek, ama “N’apalım hata olmuş!” deyip geçilecek, bir insanlık suçunun üstü örtülecek!

Öyle mi?..

Kaçınılmaz hata diye yürünüp gidilecek!

Öyle mi?..

 

Katliamın hesabını soramayandan hesap soramayacaksak...

Böylesi, bu kadarı bir ‘aşiret devleti’nde bile olmaz. Bir aşirette bile en azından bir sorumlu bulunur, cezalandırılır ve vicdanlar bir parça olsun rahatlatılır.

Bizim memlekette bu kadarı bile olmayacak mı?..

Yazıktır, günahtır.

Bu toprakların insanları bu kadar acıyı, bu kadar haksızlığı, bu kadar vicdansızlığı hak etmiyor.

Tekrar altını çiziyorum.

Roboski katliamının hesabını sormayan, soramayan bir Türkiye’de ne demokrasiden, ne hukukun üstünlüğünden, ne insan haklarından söz edilebilir.

Bu değerlerin hepsi bok çukurunda demektir!

Bu memlekette, “Eyy Genelkurmay Başkanı! Gel bakalım, otur şuraya. 34 Kürt köylüsünün can verdiği Roboski’nin, o korkunç ‘kaçınılmaz hata’nın hesabını ver!” diyemeyeceksek...

Bu memlekette, “Eyy Başbakan! Eğer askerden bu katliamın hesabını soramıyorsan, bunun  hesabını sen vereceksin. Bu hesap, adı demokratik hukuk devleti olan düzenlerde başka dünyada değil, bu dünyada verilir!” diyemeyeceksek...

O zaman çekin kuyruğunu gitsin!

Roboski’nin hesabını soramayan bir devlet düzeninde demokrasi yoktur.

Hukuk yoktur.

İnsan hayatının bu kadar ucuz olduğu bir memlekette insan hakları da yoktur.

Soruyorum yine:

Böyle bir Türkiye’de, böyle bir devlet düzeniyle, böyle bir Tayyip Erdoğan zihniyeti ve iktidarıyla, Kürt sorunu nasıl çözüm rayına oturabilir söyler misiniz?..

Ne şaşırıyorsun ki, diyebilirsiniz.

Haklısınız.

Bu konularda Türkiye’nin nasıl perişanları oynadığını, nasıl ikinci, üçüncü sınıflığa mahkûm edildiğini 17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasından beri zaten yaşıyoruz.

Evet, darbe teşebbüsü diye diye, devlet içinde çeteler diye diye, paralel devlet diye diye, hukukun tepelendiği bir süreçte, Roboski katliamının üstünün ‘kaçınılmaz hata’ diyerek kapatılmasına elbette şaşmak gerekmiyor.

Soruşturmayı karartmak ve gündem saptırmak için Ergenekon’un bile koluna girmeye yönelen, askere yeniden siyaset alanını açmaya başlayan Tayyip Erdoğan’ın artık şaşırtmadığı söylenebilir.

 

Roboski'de buluştuğum acılı ve vakur analar

Ben şimdi Roboski’yi anımsıyorum.

O acılı analar gözümün önünde.

Geçen yıl nisan ayında yağmurlu bir gün. 

Berbat bir hava. Şakır şakır yağmur yağıyor. Sisli dağların arasından yılan gibi kıvrıla kıvrıla Şırnak’tan sınıra, Roboski köyüne doğru iniyoruz. 

Ağaçlı bahçenin ortasında bir köy evi. Halı ve kilim serilmiş, çepeçevre minderlerle kaplı büyücek bir odaya ayakkabılarımızı çıkarıp yerleşiyoruz. 

Ellerinde çocuklarının çerçeveli fotoğraflarıyla başörtülü, yemenili analar geliyor. 

Etrafımıza oturuyorlar. Hepsi yaslı.  Yüzlerinden acı akıyor. Ağır bir hava. Analar teker teker söz almaya başlayınca, içimde birden bir acı, hiç beklemediğim kadar büyük bir acı dallanıp budaklanıyor. 

Öylesine sahici konuşuyorlar ki. Acılar öylesine yüreklerinin derinliklerinden kopup geliyor ki. 

Ve öylesine vakur bir halleri var ki. Hem yaşadıkları evlat acısı, hem uğradıkları haksızlık ve adaletsizlik anaları dimdik yapmış. 

Devletin savaş uçakları 28 Aralık 2011’de, bir gece vakti bu anaların masum çocuklarını, 34 canı birden bombalarla paramparça etmiş. 

Anaları dinledikçe, ben de gözyaşlarımı içime akıtmaya başlıyorum. Sesini fazla yükseltmeden konuşuyor: 

“Adalet Roboski’ye gelinceye kadar, hiç kimse barıştan söz etmesin.”

Bir başka ana: 

“Failler bulunsun, barışa o zaman inanırız.”

Yine bir ananın feryadı: 

“Devlet bizlerden özür dilemediği sürece ne fabrika isteriz, ne de iş yeri...”

Bir baba ayağa kalkarak konuşuyor: 

Şimdi AKP, Kürt sorununu çözecekmiş. İnanmıyoruz. Önce Roboski katliamını aydınlatsın inanmamız için...”

Yanıbaşımdaki bir anaya kulak veriyorum: 

“Yüz yıl da, bin yıl da geçse, başımıza gelen bu katliamı unutmayacağız.”

Bir babanın sesi: 

“Mavi Marmara olayında dokuz vatandaşımızı öldüren İsrail’e özür diletmek için o kadar mücadele veren bir Başbakan, Tayyip Erdoğan, bizim 34 canımız için neden özür dilemiyor? 75 milyonun Başbakan’ı Gazze’ye gitmekten söz ediyor, ama neden bir defacık olsun bugüne kadar Roboski’ye gelmedi? Katliam oldu, tam bir hafta boyunca Başbakan’ın sesi neden çıkmadı?”

Ve ekliyor: 

“Başbakan’ın vicdanı yok mu?”

Bir ananın sesi: 

“Kaybettiğiz evlatlarımıza, 34 canımıza karşılık Roboski’ye hizmet gelecekse gelmesin. Biz kan parası istemiyoruz! Önce failler, sorumlular ortaya çıkarılsın.” “

Gözüm o fotoğrafa takılıyor. 

İki eliyle sımsıkı tutuyor evladının cam çerçeveli fotoğrafını. Rengârenk açmış çiçeklerden, gürül gürül akan sulardan, kanat çırpan beyaz güvercinlerden oluşan bir dekorun önünde çektirmiş anasına ithaf ettiği fotoğrafı. 

Altına not düşülmüş: 

“Karker Öncü.

1995 doğumlu,

Şehit tarihi: 28 Aralık 2011.”

 

Anayla göz göze geliyorum. Beni görmüyor. Dalıp gitmiş. Yerimden kalkıp yanına uzanıyorum, omzuna elimi koyuyorum. 

Gözleri doluyor. 

Oğlum” diye hitap ediyor bana, “Benim evladımın da, hepsinin de hayalleri vardı.

Ben de gözyaşlarımı tutamıyorum. 

Tekrar ediyorum:

Roboski katliamının hesabı bu memlekette sorulamayacaksa, katliamın hesabı verilmeyecekse, çekin kuyruğunu gitsin! Bu memlekette bir daha haktan hukuktan, demokrasiden, insan haklarından sakın ola söz etmeyin. 

Hasan CEmal - T24

Editör: Wan Haber