Sera gazı salınımı, Dünya Meteoroloji Örgütü’nün verilerine göre her yıl katlanarak artarken, iklim değişikliğinin olumsuz etkileri de hayatın her alanında hissediliyor. Bu etkilerin başında yoğun yağışları takip eden sel felaketlerinin ve mevsimlerin farklılaşmasının yanında, uzun süren yağışsız dönemlerin neden olduğu kuraklık da geliyor. Hükümetler kuraklık nedeniyle tarım politikalarını nasıl belirleyecekleri konusunda her gün farklı zorluklarla karşılaşırken, ekim yapılan alanların daha fazla yok olmaması için iklim bilimcilerle birlikte yeni stratejiler oluşturmaya çalışıyor.

Türkiye’de aşırı sıcak günlerin sayısı artacak
Tarım ve Orman Bakanlığı’nın son yayımladığı “İklim Değişikliği ve Tarım” raporunda da Türkiye’de kuraklığın önümüzdeki yıllarda çok daha geniş bölgelerde hissedileceği ve aşırı sıcak günlerin sayısının artacağı öngörüldü. Bu sorunun ulusal anlamda ciddiyetle ele alınması gerektiğine dikkat çekilen raporda ayrıca, Türkiye’nin önümüzdeki 10 ve 20 senelik tarım politikalarını belirlerken sıcaklığın 2 ila 3 derece arasında arttığı bir senaryonun benimsenmesi gerektiği de vurgulandı.

Orta Avrupa’da aşırı kuraklık yaşanma sıklığı 7 kat artabilir
Türkiye, iklim değişikliğiyle savaşan ülkelerden sadece bir tanesi. Orta Avrupa’da da ciddi bir sorun haline gelen kuraklıkla ilgili Almanya UFZ-Helmholtz Çevre Araştırması Merkezi’nden de çarpıcı veriler geldi. Merkezin yaptığı son araştırmaya göre, küresel sera gazı emisyonları artmaya devam ederse Orta Avrupa’da aşırı kuraklıkların yaşanma sıklığının şimdikinin tam 7 katına kadar çıkabileceği belirtildi.
Araştırmanın yazarlarından Rohini Kumar, The Guardian’a verdiği demeçte bu bulgular için “endişe verici” yorumunu yaptı. Kumar, “Bulgular gelecekte karbon emisyonlarını azaltmaya yönelik önlemlerin alınmasının, Avrupa genelinde birbirini takip eden daha sık kuraklık riskini azaltabileceğini gösteriyor. Bir yandan dünya çapında sera gazını azaltma çabalarımızı artırmamız bir yandan da iklim değişikliğine uyum sağlamaya yönelik stratejilerle uğraşmamız gerekiyor” ifadelerini kullandı.
Kumar gibi diğer bilim insanları da giderek büyüyen iklim krizinin önüne geçilebilmesi için sistemsel bir değişimin zorunlu olduğunu vurguladı. İklim Bilimci Michael Mann, konuya ilişkin olarak, “Başkalarına iyi bir örnek teşkil etmek probleme karşı etkili olabilir. Ancak yapabileceğiniz en önemli şey, politika ve sistematik değişim talep etmek. Bireyler temiz enerji için maddi destek sağlayamazlar veya karbonu fiyatlandıramazlar, ancak hükümetler bunu yapabilir” dedi.

“Avrupa Birliği ülkeleri emisyonların azaltılması konusunda ciddi kararlar aldılar”
İstanbul Teknik Üniversitesi Enerji Enstitüsü Nükleer Araştırmalar ve Yenilenebilir Enerji Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Üner Çolak da hükümetlerin konuyla ilgili olarak bugüne kadar yaptığı çalışmaları şöyle anlattı:
“Bugün dünyada herkesin görüşü zararlı emisyonların kısıtlanmasının zorunlu olduğu yolundadır. Çin ve Hindistan gibi hızlı büyüyen ve nerdeyse dünya nüfusunun yüzde 40’ına sahip iki ülkede zor olsa da Avrupa Birliği ülkeleri emisyonların azaltılması konusunda ciddi kararlar aldılar. Karbon emisyonlarının en önemli nedenleri, sanayide enerji kullanımı, ulaşım, tarımsal faaliyetler ve doğal olarak fosil yakıtlarla elektrik üretimidir. Avrupa Birliği ülkeleri, 10 yıl önce 2050 yılına kadar elektrik üretiminde emisyonların yüzde 80’ler düzeyinde azaltılmasını hedefleyen kararlar almışlardı. Diğer taraftan bu yıl aldıkları kararlar çerçevesinde çıtayı daha da artırarak 2050 yılında tamamen karbon emisyonu açısından nötr olma hedeflerini ortaya koydular. Buna ek olarak ulaşımda fosil yakıtlı araçlar yerine elektrikli araçların kullanımı da yaygınlaştırılacak ve emisyon azaltılmasına katkıda bulunulması söz konusu olacaktır.”

“Nükleer enerjiye önemli bir görev düşüyor”
Peki 2050 yılına kadar Avrupa’da elektrik üretiminde emisyonlar açısından “karbon nötr” olmak gerçekten mümkün mü? Prof. Dr. Çolak’a göre, bu hedefe ulaşılabilmesi için doğru enerji kaynaklarını kullanmak şart. Çolak bu kapsamda nükleer enerjinin göz ardı edilmemesi gerektiğini belirterek, “2050 yılı hedeflerini tamamen yenilenebilir enerji kaynakları ile tutturabilmek için güvenilir ve ekonomik büyük ölçekli enerji depolama teknolojilerinin geliştirilmesi zorunludur. Rüzgar ve güneş enerjisinin hava koşulları elverişli olduğunda üretim sağladığı göz önüne alındığında, nükleer enerjiye önemli bir görev düşmektedir” diye konuştu.

“Nükleer dengeleyici rolünü koruyacak”
Çolak, Avrupa ülkelerinin nükleer enerjiye bakışını da değerlendirerek, “Günümüzde kurulu gücünü yüksek oranda yenilenebilir enerjiye dayandıran Almanya’da bile üretim talebi karşılamadığı durumlarda Fransa ya da Çekya’dan nükleer elektrik ithal edilmektedir. Avrupa’da nükleer ile ilgili bakış açısı ülkelere göre farklılık göstermektedir. Danimarka, Portekiz, Norveç gibi ülkeler nüfusları az olduğu için olası talep artışlarını nükleer olmaksızın karşılayabilirler. Uzun yıllardır nükleer santraller işleten Polonya, Finlandiya, Birleşik Krallık ve Çekya yeni nükleer yatırımlarını da gündemde tutmaktadırlar. Dünya geneline baktığımızda, gelişen ekonomiler nükleer enerjiye daha fazla ilgi duymaktadır. Nükleerde rekabetçiliği arttırmak için standart tasarımlar ve düşük ilk yatırım maliyeti en önemli hedefler olmalıdır. SMR olarak adlandırılan küçük ve orta ölçekli reaktörler de hem enerji tüketimi az olan ülkeler için hem de coğrafi, iklimsel veya ekonomik faktörler nedeniyle yüksek güçlü nükleer santral projelerinin uygulanmasının gerekli olmadığı merkezi enerji şebekelerinden uzak bölgelerde nükleer enerjinin kullanımı için ek bir fırsat haline gelebilir” ifadelerini kullandı.

Nükleer üretim 2019’da rekor seviyeye ulaştı
Verilere göre aralarında ABD, Finlandiya ve Türkiye’nin de bulunduğu 20 ülkede 53 reaktör şu an inşa halinde. ABD’de Vogtle, Finlandiya’da Hanhikivi, Türkiye’de ise Akkuyu nükleer güç santrallerinin yapımı sürüyor. Pakistan Kanupp, Macaristan Pkas ve Hindistan Kundakulam santralleri de inşası devam eden NGS’lerden bazıları.

Nükleer üretim 2019'da neredeyse rekor bir seviyeye ulaştı. 2 bin 657 terawatt saate (TWh) ulaşan üretim, dünyanın elektrik talebinin yüzde 10'undan fazlasını karşılamaya yetiyor. Nükleer enerji, IEA'ya göre en büyük ikinci düşük karbonlu elektrik kaynağı olarak da öne çıkıyor. Son 50 yılda nükleer enerji sayesinde yaklaşık 55 giga tonluk karbon monoksit emisyonunun önüne geçildi. Bu da neredeyse 2 yıllık küresel enerji kaynaklı karbon monoksit emisyonlarının toplamına eşit bir oran.İHA

Editör: Wan Haber