365 Güne Sığmayan Günlerden 'Anne Günü'

Abone Ol

Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) 

"Anne cennet kapılarının ortasındadır." 

"Cennet annelerin ayakları altındadır." sözleriyle anneliğin önemini vurgulamıştır.

Victor Hugo, ise bir annenin, savaş sırasındaki fedakârlığını bir eserinde şöyle anlatır:

“Ekmeği ikiye böldü ve aç çocuklara verdi. Çavuş, ‘kendine hiç ayırmadı’ diye homurdandı. Bir asker, ‘çünkü aç değil’ dedi. Çavuş, ‘hayır, o bir anne’ diye karşılık verdi...”

Sevgili anneler, biliyoruz ki sizin destanınızı yazmaya kalemler ve kelimeler yetmez...

Hepimizde çok iyi biliyoruzdur ki; senede bir gün ne anneyi anmaya yeter, ne de sevgi ve saygı gösterileri bir yaşam boyunun karşılığı olabilir. Bütün bir yıl boyunca kutlanan özel günlerin içinde belki de en anlamlısıdır "Anneler Günü". Klasik sözcüklerle “doğurup, büyüten, çocukları uğruna canını vermeye hazır annelerimiz” diye başlayan cümleler, anneliğin gerçek anlamını ifade etmek için yeterli değildir. Kitaplarda yer alan cümle ve tanımlamalar anne ve çocuk arasında henüz çocuk dünyaya gelmeden başlayan ilişkiyi anlatmak için kafi gelmemektedir. Anne ve çocuk arasında doğumla birlikte başlayan bu güçlü ilişki hayat boyu sürmekte ve hatta ölüm bile bu bağı sonladıramamaktadır. 

Her yıl Mayıs ayının ikinci haftasında kutladığımız bu özel günün tarihçesi “Antik Yunan”da tanrıların anası “Rhea” onuruna düzenlenen bahar kutlamalarına kadar dayanmaktadır. 1600’lü yıllarda ise İngiltere’de “Anneler Pazarı” olarak kutlanmıştır. Avrupa’da Hristiyanlık hızla yayılmaya başlayınca, “Anneler Günü”nün kutlaması da biçim değiştirmiş ve “Kilise Ana” kutlamasına dönüşmüştür. Çünkü Hristiyanlar, kendilerini kötülükten koruyan ve hayat veren gücün “Kilise Ana'” olduğuna inanmaktaydılar. “Anneler Pazarı” olarak bilinen ilk özel gün ile kilisenin ön plana çıkardığı “Kilise Ana” kutlamaları zamanla iç içe geçmiş ve insanlar iki günü de aynı anda kutlayarak; hem kilisede “Meryem Ana”ya saygılarını sunmuşlar hem de annelerine olan sevgilerini paylaşma imkânı bulmuşlardır. ABD’de ise 'Anneler Günü', ilk kez 1872 yılında Julia Ward Howe tarafından, barış için seçilmiş bir gün olarak tavsiye edilmiştir. Howe, her yıl Boston’da “Anneler Günü” kutlamaları organize ederek, bugünün güzel bir şekilde kutlanmasını sağlamıştır. “Anneler Günü” için bir başka kutlama ise; 1907 yılında Philadelphia da “Ana Jarvis'” adında genç bir kadının başlattığı kampanya ile ilan edilmiştir. Jarvis, 'West Virginia' eyaletinde annesinin bağlı bulunduğu kilisede bir konuşma yaparak, annesinin ölüm tarihi olan Mayıs ayının ikinci haftasının pazarında “Anneler Günü” kutlaması için kiliseyi ikna etmiştir. Böylelikle, “Anneler Günü” için bir diğer kampanya da hayata geçmiş olmuştur. Bu zamana kadar bu özel gün, insanların kendi çabaları ile ilan edilmiş ve içlerinden geldiği gibi kutlamaları sonucu devam etmiştir. 

Sonrasında ise 1914’te yapılan resmi bir açıklama ile “Anneler Günü” ulusal tatil ilan edilmiş olup, ardından hızla tüm dünyaya yayılarak 1955 yılından beri de ülkemizde kutlanmaktadır. Özetle çok uzun yıllardan bu yana her mayıs ayının ikinci pazarı tüm insanlık tarafından annelere ait bir gün gibi kabul edilmektedir.
Kadın, Anne olmakla şereflerin en yücesine nail olmuştur. Toplum onun sayesinde ayakta durmaktadır. O yetiştirdiği fatihlerin beşiğini sallamasa, onları zafer türküleriyle büyütmese medeniyetler kurulmazdı. Şefkat ve merhametin adıdır "anne". Cenneti bile ayağının altına alan ve cennetin bizzat kendisi olandır. Onun güçlü kalbi insana cenneti yaşatmaktadır. Mırıl mırıldır dilleri, hiç bitmeyen duâları vardır anaların. Duâ kitaplarında olmayan, hiçbir yerde bulunmayan, tam da kalbinin ta içinden gözyaşıyla beraber dökülen yağmur gibi, inen rahmet gibi.  Islanır çorak topraklar gibi rahmete susayan gönüllerimiz ve bir kış günü hâlâ üşümüyorsa içimiz, annelerimizin duâlarıdır bizi ısıtan… 

İşte o eli öpülesi annelerden biri de Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, ulu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün annesi, Zübeyde Hanımdır. Atatürk’e sevgisi ve duası ile güç vermiş ve onun en büyük destekçisi olmuştur.

 Zübeyde Hanım, 1857 ‘de Lankaza’da doğmuş, çocukluğu ve ilk gençlik yılları burada ailesi ile birlikte geçmiştir. Zübeyde Hanım, güçlü bir beden yapısına sahip olduğu gibi, güçlü bir iradeye de sahipti. Yeterince eğitim görmemiş olmasına rağmen,  okuma yazmayı öğrenmiştir. Annesine “Molla Hanım” denildiği gibi, kendisine de “Zübeyde Molla” deniliyordu. Bu, “bilge” kişiliğini ifade eden bir lakaptı. Muhafazakar, geleneklerine bağlı bir kadındı. 1871 yılında Selanik’te gümrük memuru olan Ali Rıza Efendi ile evlendi. 1872’de ilk kızı Fatma dünyaya geldi. Fatma’yı üç yaşında iken kaybetti. 1874’te Ahmet’i, 1875’te Ömer’i, 1881’de de Mustafa’yı doğurdu. Mustafa daha iki yaşında iken Zübeyde Hanım, iki oğlu Ahmet ile Ömer’i kuşpalazı hastalığından yitirdi. Kader, üç çocuğunu küçük yaşta elinden almış geriye sadece Mustafa’sı kalmıştı. 1885’te Makbule’yi, 1889’da Naciye doğdu. Ali Rıza Efendi öldüğünde Mustafa Kemal, henüz yedi yaşındaydı Zübeyde Hanım oğlu Mustafa ve iki kızı ile yalnız kalmıştı.

Balkan Savaşları’nın sonuna kadar Selanik’te ikamet eden Zübeyde Hanım, Mustafa Kemal’in burada 1906’da arkadaşları ile birlikte Şam’da kurduğu “Vatan ve Hürriyet Cemiyeti”nin bir şubesini açma girişimlerini yaptığı sıralarda oğluna inanmış ve değerli telkinleri ile ona yardımcı olmuştur. "Faziletine ve yüksek kadınlığına inandığım anam ve kız kardeşim inkılap işlerinde bana inanmışlar ve hizmet etmişlerdir" diyerek Zübeyde Hanım’a olan bağlılığını ifade eden Mustafa Kemal Paşa, Annesini çok severdi. Annesinin sevdiği bir şarkıyı duyduğu zaman gözleri yaşarırdı. Her sabah uyandığında temizliğini yapar, giyindikten sonra ziyaret için annesine haber gönderir, izin isterdi. Zübeyde Hanım da aynı şekilde hazırlığını yaptıktan sonra oğlunu kabul ederdi. Bu görüşmelerde Mustafa kemal Paşa, annesinin elini öper, onun hayır duasını alırdı. Bir süre annesi ile kalıp sohbet ederlerdi. Zübeyde Hanım oğluna "Mustafam", "Sarı Mustafam" diye hitap eder; çoğu zaman bunu az bulur, "Paşam" veya “Sarı Paşam” diye hitap eder veya anardı.

Atatürk’ün yaşamının büyük bir bölümünde yanında olan Yaverlerinden Cevat Abbas Gürer’in, “Atatürk’ün çok sevdiği ve saydığı anası ile terbiye ve zeka bakımından vaziyetlerini anlattığı şu sözlerinde, bir milli kahramanı doğuran ve yetiştiren “Türk Anası’nın “devlet terbiyesini ve fazileti” ni ne güzel ortaya koymaktadır: Bayan Zübeyde, daha küçük yaşta yetim kalan oğlunun her durumuyla yakından ilgilenirdi. Çünkü onun yetişmesinde ve yetiştikten sonra memlekete yararlı olmasında büyük etken olmuştur. Atatürk’e tam anlamıyla hem analık, hem babalık etmişti. Bu ana, oğluna daha beşik çocuğu iken vatan ve millet sevgisini telkin eden ninnilerden başlamış, onu her çağında duygularla büyütmüş, öğrenime yönlendirmiş, ilim ve irfan aşılamıştır. Yetişen, makamını bulan kurtarıcı oğlunu o, Mustafa Kemal yapmıştı. Zübeyde Hanım, fedakar bir anneydi. Oğlunun yetişmesinde emsalsiz emekleri geçmişti. Yıllarca oğlunun hasretine katlanmış olsa da nihayetinde oğlunun zaferlerini görebilmişti.

‘Zaferi almadan dönme’

Mustafa Kemal, 30 Ağustos’ta zafer ve vatanın kurtuluşu ile sonuçlanacak Büyük Taarruz için Afyon’a cepheye gidişini annesinden de saklamıştı. Bunu sezen Zübeyde Hanım, Ali Çavuş ile oğluna şu kısa mektubu elden göndermiştir: “Mustafa’m, bilirim gelmeyeceksin. Çay davetine gidiyorum dedin. Ama molla annen nereye gittiğini bilir. Sen cepheye gidersin. Benim yüreğim bunu bilir. Senin için dua ediyorum bilesin. Bil! Ve de Mustafa’m, zaferi ele almadan dönme. Ben, seni beklemeyi bilirim.” demiştir. 

1922 yılında Milli Mücadelenin başarıyla sonuçlanmasıyla oğlunun büyük başarısını görmenin mutluluğunu yaşayan Zübeyde Hanım, 14 Ocak 1923’te İzmir’de, 66 yaşındayken vefat etmiştir. Atatürk gibi vatansever bir evladı bu vatana kazandıran Zübeyde Hanım’ı saygıyla anıyoruz.

Kısacası kelimelerle anlatılamayan ve tarifi olmayan Anne;‬ nefes alamadığın her an için, nefesini uzun uzadıya tutarak yaşayabilmek demektir. İyi bir doktor olmak ve bir öpücükle bütün ağrıları sızıları dindirebilmektir. İyi bir avukat olmak ve çocuğunun haklarını her yerde kayıtsız şartsız savunabilmektir. İyi bir mühendis olmak ve evin her yerini dolduran oyuncakları sistematik olarak bir odaya toplayabilmektir. İyi bir aşçı olmak ve evdeki herkesin isteğine göre yemek yapabilmektir. İyi bir his sahibi olmak ve dünyanın öbür ucundan bile çocuğunun yaşadıklarını yüreğinde hissedebilmektir. İyi bir sabırtaşı olmak ve aynı sorunun yanıtını hep aynı sabırla bıkmadan usanmadan verebilmektir.  İyi bir öğretmen olmak ve çocuğuna ihtiyacı olan her şeyi öğretebilmektir. İyi bir psikolog olmak ve 7 gün 24 saat kesintisiz ve karşılıksız hizmet verebilmektir. 

Yılın 365 günü, bütün bir ömrün yaşanılan her günü, bize annelik yapan, yolumuzu aydınlatan, bize hayat veren, can veren, kan veren annelerin ve ebediyete intikal eden bütün annelerin "Anneler Günü" kutlu olsun.
Unutulmamalıdır ki, bir ANNE tüm dünyayı değiştirebilir…

Av. Begüm GÜREL (LL.M.) & İpek MENGİLLİ

Kaynaklar:
https://www.serapduygulu.com.tr 
http://www.sezgiler.com
http://www.yilmazulusoy.com
https://www.milliyet.com.tr