İlâhî imtihan gereği, içimizden kimileri küçük yaşta babasını henüz tanıma fırsatı bulamadan kaybediyor, kimileri de kokusuna bile doyamadan. Dikkat ederseniz babalarının vefatlarından sonra yetim kalan çocukların isimleri de neredeyse unutuluyor, "falancanın yetimleri" oluyorlar. Hayatlarında yoksulluk da varsa acıları biraz daha derinleşiyor.

Yetimlerin ruhları, herkesin rûhundan daha naîftir, Rabb'e daha yakındır.
Yetimler, Rahmân'ın kıymetlisidir, Rahman'ın gözdesidir. Fakat insanların çoğu bunu pek bilmezler. Hatta en yakınları bile... Yetimler, hayatı okuyarak değil yaşayarak öğrenirler. En kötüyü de görürler, en iyiyi de... Hiçbir zaman sırça köşklerde oturmazlar, nazlanmayı bilmezler.

CENNETTE YAN YANA...

Hamisi ve destekçisi olmayan, gözyaşı silinmeyen bir yetimin akibeti, toplumdaki tüm babaları ilgilendirir.
Birkaç defa yapılan yardımlarla yetimlerin sorumluluğundan kurtulamayız. Rabbimiz Kur'ân-ı Kerîm'de çeşitli ayetlerde yetimlerin koruyup gözetilmesini emrediyor:

"Yetime karşı kahretme! (Kötü muâmelede bulunma!)" (ed-Duhâ, 9) "...Yetimlerin haklarını vermekte tam adâleti gözetin. Yaptığınız her iyiliği, Allah mutlaka bilir." (en-Nisâ, 127) Sevgili Peygamberimiz de yetimlere gayet müşfik davranmış, her fırsatta onları maddi ve manevi olarak desteklemiştir. Bir defasında şehadet parmağıyla orta parmağını birleştirerek "Yetimi koruyup gözetenle cennette böyle yan yana olacağız" buyurmuştur. (Buhârî, "Edeb", 24) Bir diğer hadislerinde ise "Allah rızası için şefkatle bir yetimin başını okşayan kimsenin, elinin değdiği her bir saç teli sayısınca sevap kazanacağını" (Müsned, V, 250) bildirmişlerdir.

ÖZ BABALARINI ARATMADI

Bir imtihandır yetim. Yiyen, içen, yürüyen, konuşan bir imtihan.
Kazanırken herkesin kazandığı, kaybederken ise, yetimden önce diğerlerinin kaybettiği bir imtihan. O, aramızda dolaşan bir test aracıdır. Mala esaretimizin olup olmadığını test eder.

Uhud'da şehit düşen bir sahabinin küçük oğlu, savaştan dönen Efendimiz'e "Babam nerede?" diye sorar.
Rasulullah (s.a.v) "Baban şehit düştü" diye cevap verir. Çocuk ağlamaya başlayınca Efendimiz (s.a.v) dayanamaz, onu kucağına alır, başını okşar ve "İstemez misin, baban ben olayım, Aişe de annen olsun?" diye onu teselli eder. Bu küçük sahabi yıllar sonra şöyle diyecektir: "Şu anda saçlarım ağardığı halde Allah Resulü'nün (s.a.v) mübarek elinin başıma değdiği yerler hala siyahlığını koruyor." (İbn Hacer, el-İsâbe, I/154) Sevgili Peygamberimiz Ümmü Seleme annemizle evlendiğinde validemiz beş yetim annesiydi. Peygamberimiz onu evlatlarıyla birlikte hânesine kabul etti.

Yetimleri öz babalarını aratmayacak derecede kendi çocukları gibi sever, şefkat gösterir ve şakalaşırdı. Bir defasında Ümmü Seleme'nin kızı küçük Zeyneb'in yüzüne şakayla biraz su serpmiş, onu neşelendirmişti. Zeyneb yaşlandığında gençliğinin tazeliği yüzünde aynen kalmıştı. Bilenler bu durumu küçükken yüzüne serpilen suya bağlarlardı

'YETİMİN BAŞINI OKŞA'

Medinelilerden İslâmla ilk olarak şereflenen Es'ad b. Zürâre hicretten dokuz ay sonra vefat etti. Ölümü sırasında yanında bulunan Efendimiz naaşını yıkayıp kefenledi, namazını kıldırdı ve cenazesinin önünde kabre kadar yürüdü.
Ensar-ı Kirâm'dan Bakî mezarlığına defnedilen ilk sahâbî olan Es'ad b. Zürâre'nin erkek çocuğu yoktu.
Vefatından önce üç kızını Hz. Peygamber'e emanet etmişti. Hz. Peygamber de onun yetimlerini annelerimiz Hz. Sevde ve Hz. Âişe'nin yanlarına yerleştirerek bakımlarını üstlendi, büyüttü ve evlendirdi. Hayalen de olsa, Peygamberimiz'e sorsak: "Ey Allah'ın Resulü!
Dünyevileşme bizi iyice esir aldı. Kalplerimiz katılaştı.
İbadetlerimizden zevk ve feyiz alamaz olduk. Ey Merhametli Nebi, bizlere tavsiyeniz ne olur?" desek verilecek cevabı öğrenmek ister misiniz?
"Kalbinin yumuşamasını istiyorsan, yoksulu doyur, yetimin başını okşa yediğinden ona da yedir." (Müsned II/263, 387) Aynen böyle buyurmuştu kainatın efendisi kendisine benzer bir soruyu soran kişiye.
Hayatın bereketi, hayrı ve huzuru imanlı gönüllerin yetim kalplerle buluşmasında saklıdır. Ateş topu ve kan gölüne dönüşen günümüz dünyasında çölleşen ruhların şifası boynu bükük yetimlerin başlarının okşanmasında gizli.
Yetimler bizim için bir fırsat, akıbetimiz ve ahiretimiz için de hayati bir imkandır.
Acaba ajandamızda kaç yetimin adı ve adresi kayıtlı? Kaç yetimin derdine ortak olduk? Kaç dulun duasını aldık?
Onları sadece fitre ve sadakalarımızı ulaştıracağımız birer adres olarak mı düşünüyoruz? Yoksa ciddi bir insanlık sınavı, sorumluluk alanı olarak mı görüyoruz? Bu soruları iyice düşünelim ki bir gün Peygamberimizin mübarek yüzünü görmek nasip olursa, bizlere emanet ettiği yetimler yüzünden başımızı öne eğip, mahcup olmayalım.

CENNETİN VİZESİ YETİMDEDİR

Dünya yetimleri yüreklerini avutacak tek bir cümleye, "İstemez misin baban Muhammed, Aişe de annen olsun?" diyen bir peygamberin ümmetinin "İstemez misin baban ben olayım?" şeklindeki seslenişine muhtaç... Yetimin çığlığına ses veren aslında kendi dünya ve ahiretini mamur eder. Ömrünü yetimin duasıyla bereketlendirir. Kim bilir belki de cennetimizin vizesi bir yetimin elindedir.

ADAK KURBANI KESMENİN HÜKMÜ
 NEDİR? ETİNDEN KİMLER YİYEMEZ?

Kurban adayan kişinin kurban kesmesi vaciptir. Eğer kişi bu adağı, bir şartın gerçekleşmesine bağlamışsa bu şart gerçekleşince kesmesi gerekir. Adak kurbanının etinden adak sahibi, eşi, usûl ve fürûu (neslinden geldiği ana, baba, dede ve nineleri ile kendi neslinden gelen çocukları ve torunları) yiyemeyeceği gibi, bunların dışında kalıp zengin olanlar da yiyemez. Eğer kendisi veya bu sayılanlardan biri yerse, yenilen etin bedelini yoksullara verir.

AĞIZ ALIŞKANLIĞI İLE YERLİ YERSİZ EDİLEN YEMİNİN HÜKMÜ NEDİR?

Gereksiz yere yemin etmek ve çok yemin etmeyi alışkanlık hâline getirmek doğru değildir. Kur'an-ı Kerim'de, çok yemin etmenin Yüce Allah'ın hoşuna gitmeyen işlerden biri olduğuna işaret edilerek, "Yemin edip duran kimseye boyun eğme!" (el-Kalem, 68/10) buyurulmuştur. Dil alışkanlığıyla söylenen, başka bir deyişle, herhangi bir işin yapılması veya yapılmaması yönünde bir içeriğe sahip olmayan "vallahi", "billâhi" şeklindeki sözler lağv (içi boş, hükümsüz) yemin sayılır. Kur'an'da, "Allah, kasıtsız olarak ağzınızdan çıkıveren yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz" (el-Mâide, 5/89) buyurularak bu tür yeminden dolayı keffâret gerekmediği bildirilmiştir. Ancak ağız alışkanlığıyla sık sık yemin edenlerin bu kötü âdeti en kısa sürede bırakmaları gerekir. Hiçbir kasıt olmasa bile gelecekteki bir iş hakkındaki her türlü yeminin gereği yerine getirilmediğinde keffâret gerekir. Yani bu tür yeminler kasıtsız söylense bile yemin-i lağv sayılmaz.

BİR HADİS

"Allah, ilmi insanlardan bir anda söküp almaz. Fakat alimlerin ruhunu alarak ilmi alır. Nihayet geride tek bir alim kalmadığında, insanlar cahil önderler edinirler. Onlara sorular sorulur ve bilgisizce fetva verirler. Böylece hem saparlar hem saptırırlar. (Buhari, İlim, 34)

BİR DUA

Allahım! ayıplarımı ört, korktuklarımdan emin eyle. Beni önümden, arkamdan, sağımdan, solumdan ve üstümden (gelebilecek her türlü tehlikeye karşı) muhafaza buyur.  (takvim)

Editör: Wan Haber