Tiyatro oyuncusu Erhan Yazıcıoğlu, Yedikule'den Etiler'e uzanan hayat hikayesini yazdı. 1955 yılında yaşanan '6-7 Eylül Olayları' ile başlayan Yazıcıoğlu'nun anılarında, birbirinden renkli itiraflar da yer alıyor.
Tiyatro oyuncusu, televizyon yıldızı Erhan Yazıcıoğlu, Yedikule'den Etiler'e uzanan hayat hikâyesini yazdı. Yazıcıoğlu'nun Yedikule anıları, 1955 yılında yaşanan ve azınlıkların son kalanlarının göçmesiyle sonuçlanan 6-7 Eylül Olayları ile başlıyor. Yazıcıoğlu, küçük bir çocukken yaşadığı tanıklığı şöyle anlatıyor:
"Anneannemin tombul eline sıkı sıkıya yapışmış, şaşkın ve korkulu bakışlarla ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Bağırıp çağıran insanlar hiç duymadığım, sonradan küfür ve intizar olduğunu öğrendiğim kelimeleri ağızları köpürerek azınlık denilen insanlara adeta bir tokat gibi çarpıyorlardı. Bazı evlerin camlarını kırıyor, fakir insanların olduğu belli eşyaları parçalayıp yakıyorlardı. Dumandan göz gözü görmez olmuştu. Yaşlı Hıristiyanlar bir köşeye çekilmiş ağlıyor, tam düzelmemiş Türkçeleriyle bağıra çağıra olaylara engel olmaya çalışıyorlardı. Onları en iyi anlayan bugünkü adıyla Güzide, yani anneannemdi. 14 yaşına kadar Rum kızı Evadoksiya olarak yaşayan ve bir gün mahalleden geçen Arnavut Emin'e, namı diğer Güzel Emin'e âşık olup Müslümanlığı kabul eden Güzide yeşil gözlü güzel ve tombul bir kadındı. Yedikule'deki Rum mahallesinde ekalliyet dediğimiz azınlıklarla paylaşılan çocukluk yıllarında devlet memuru Emin Bey'e kaçınca ailesi tarafından reddedilmişti. Bu aşka öyle büyük tepki gösterilmiş ki, Atina'ya göç etmek ve Evadoksiya'yı Emin Bey ile birlikte kaderine terk etmek, anneannemin ailesi için bir nevi 'beş vakit namaz, onu da şeytanlar koymaz'. Bu söz yıllarca benim için söylendi durdu. Anneannemi hatırladığımda aklıma hep bu sözler gelir. Neyse... Konuşkandı, güzeldi, tatlıydı ve en önemlisi açık sözlüydü. Umarım bu yanı bana miras kalmıştır. Her dakika her köşeden tanıdık bir yüz çıkıyordu. Kimi öfkeli Müslümanlar kimi de ne olduğunu anlamaya çalışan Hıristiyanlardı. Çoğu o günlerde uzun bir süre bizde yatıp kalktılar. Mutfakta bile yerde yatanlar olduğunu hatırlıyorum. Nasıl bir korkuydu onlarınki; hâlâ anlayabilmiş değilim. Belki hissettikleri korku da değil de, sanki bugün bile anlayamadığım belirsiz bir duyguydu. O sıralarda kulaklarımda çınlayanMakarios'a ölümsesleriydi sadece. Rumların lideri olduğunu öğrendiğim bu papazı nedense biz Türkler hiç sevmezmişiz. Türklere çok zarar verdiği söylenirdi. Bu tedirgin yaşam sürerken, isyan sindirilmiş olsa da zavallı Rumlar, kendilerine göre birtakım tedbirler almaya başlamıştı. Öncelikle Türkçe konuşmaya özen göstermeleri, dışarıdayken çocuklarına 'Mama deme bana, anne diye seslen' diye tembih etmeleri ne kadar baskı altında olduklarını açıkça belli ediyordu. Bugün düşününce anladığım kadarıyla birisi kuyuya bir taş atmış, yüzlercesi çıkaramamıştı. Bugün bile hâlâ çıkmış değil ya... Canım Güzide'm taş gibi durmuş, Kuran'dan bir şeyler fısıldıyordu. Arada da 'Neden ya Rabbim?' diye soruyordu. Yüzyıllardır birlikte yaşayan muhteşem bir mozaiğin parçaları olan bu güzel insanlar niçin birbirini yiyordu?"
Erhan Yazıcıoğlu, bir hayat hikayesini ise şöyle anlatıyor:
"Yaşım ilerliyordu ve en önemlisi kızlarım büyümekteydi. Her şeyin de farkındaydılar. Şöhretin de gazıyla, zaten gece hayatına düşkün babalarını her gün yeni bir hatunla gazetede görmek pek hoşlarına gitmezdi. Ama geçirdiğim deneyimleri göz önüne alırsak zordu bu iş. Üstelik bunca güzel ve mutsuz kadını kendimden mahrum etmeye ne hakkım vardı? Sana ne kardeşim? Sen mutlu olacaksan, bırak diğer bekârlar mutlu etsin mutsuzları. Bak bak bak, çelişkiye bak! Aslında ortada çelişki falan yoktu, açıkça kıvırıyor, kendimi haklı çıkarmaya çalışıyordum. Bu kadar zıpladın da ne oldu çekirge? Bunca yıldır hayatına giren kadınlardan kaçı geliyor aklına Allah aşkına? Kafamda bu sesler uçuşurken, İbrahim Tatlıses bir dergi çıkarıyordu ve onun onuruna Dalmaz'da bir parti vermişti. Sağ olsun rastlaştığımızda ilk işi sağlığımı sormak olmuştu. Bu da beni gerçekten mutlu etmişti. Neyse, üst kattan aşağıyı keserken, hoş parfümlü biri arkadan sarılmış,Erhan'cığım nasılsın, geçmiş olsundemişti. Teşekkür ederken nerden tanıdığımı çıkarmaya çalışıyordum. Beni çok aradığını ama ulaşamadığını söylerken, elleri ellerimde, yapış yapış bir durumdaydık. 'Herhalde çok samimiydik eskiden bu kızla?' diye düşünürken, şaşkın bakışlarımdan kuşkulanmış, 'Aaa... İnanmıyorum yahu sen beni tanımadın...' diye çıkışmıştı. 'Haklısın pek hatırlayamadım, son yıllarda çok narkoz aldım da' diyecek oldum ama kız çıldırmıştı sanki. 'Bu kadarı da fazla artık. Şakanın da bir ölçüsü var!' 'Ya hatırlat şekerim vallaha tanımadım?' deyince kız elindeki içki bardağını fırlatırcasına masaya bırakmış, 'Oha be, sekiz ay birlikte yaşadık' diyerek söylene söylene, daha doğrusu erkek milletine çemkire çemkire partiyi terk etmişti. Ne yalan söyleyeyim hâlâ hatırlamıyorum. Ama bildiğim bir tek şey var, zevkli adammışım, güzel kadındı."
(ET-OK-Y)

08.01.2013 15:14:49 TSI

Editör: Wan Haber