Adem ERKOÇAK

Mecbur kalmadığımız sürece hiçbirimiz umumi tuvaletlere girmeyi sevmeyiz. Normalden daha özensiz kullanır ve çok daha kısa sürede orayı terk ederiz. Bizim birkaç dakika bile tahammül edemediğimiz bu yerlerde çalışmak zorunda olan insanlar var. Genellikle içerdeki pisliğin nedenini onlara yüklediğimizden ters davranırız. Fakat orasının öyle olmasının nedeni az temizlik yapılması değil, kötü kullanılması.

“Tam temizlersin, adam gelir gözünün içine baka baka oraya işer” diyor İsmail Amca. Yaşı altmıştan fazla ama bu işi yapmaya devam ediyor, “Ekmek parası, başka çare yok.” Turistik bir bölgede hizmet verdiklerinden çok sayıda yabancı da geliyormuş buraya. “Onlardan memnunum, temiz bırakıyorlar. Ama bizimkilere laf anlatamıyorsun. Yeminle söylüyorum, başında dikilip nasıl işeyeceğini göstereceksin” diyen İsmail Amca, her 5-10 dakikada bir temizliğe gidiyor.  

NE BİR MESLEK NE DE BİR İŞYERİ

“Temizle bakalım, kolay mı? İshali var, kusanı var, batırıp çıkanı var” derken “Alıştık biz artık, alışmayan yapamaz zaten” diyerek temizlik nöbetine doğru gidiyor. O içeriye girerken ben de kasaya yaklaşıyorum. Burada da Mustafa Amca var. “Ben emanetçiyim” diyor “Arkadaşımın yeri. Burada öyle sürekli duran olmaz zaten” dedikten sonra “Mobilyacıydım ben. Emekli olunca bıraktım. İki tane çocuk var okuyan, o yüzden buraya devam ediyorum” diye söyleyince emanetçiliğinin sürekliliği de açığa çıkıyor.  Bu iş bir meslek değil, burası da bir işyeri. Mustafa Amca’daki mahcubiyeti anlıyorum.

Neyse ki burada sadece kötü koku var; bir madende ya da kot üretiminde ya da herhangi bir inşaatta olduğu gibi ölüm tehlikesi yok. Keşke çocuklarımız için bu kadar fedakâr olmasak. Böyle yaparak onların da, tıpkı kendimiz gibi, gelecekte kendi çocukları için hayatlarını heba ettiklerini, emekli olsalar bile başka işlerde çalışacaklarını, her türlü güvencesiz çalışma ortamına ve düşük ücretlere evet diyecekleri kısır döngünün sürüp gideceğini görebiliriz.

SULAR GİBİ BOŞA AKIP GİDEN HAYATLAR

Tuvaleti kullananlarla en büyük tartışma konusu bir türlü kapanmayan musluklarmış. “Adam geliyor, aynanın karşısında yarım saat saçını düzeltiyor ama su açık. Suyu kapatsın da isterse yarım saat daha dursun. Parasını verince kullanmayı hak sanıyor. Halbuki mevzu sadece para değil, o su milli servet, boşa gidiyor” diyor. O böyle söylerken hayatlarımız geliyor aklıma. Biz de yöneten sınıfların keyfi yere boşa akıtıp umursamadığı sular gibiyiz sanki.

“25 kuruş için 50 saat çene yapıyorsun. Ters davrananı mı ararsın, küfür edeni mi ararsın, pazarlık edeni mi, parasını vermeyip gideni mi?” diye anlatıyor ve “Geç saat olunca değişik tipler de gelir. Bunun hapçısı var, gaspçısı var” diye devam ediyor. “En kötü yanı ne bu işin?” diye sorduğumda cevabı “Her tarafı kötü” oluyor. İsmail Amca da, Mustafa Amca da çocukları okusun diye bu işe katlanıyorlar. Kendi babalarımızdan farkları yok yani. O nedenle, “Temizlesin, bana ne, işi ne!” derken bir daha düşünebilirsiniz.

Editör: Wan Haber