“Adam satmak” diye bir söz vardır. Hepimiz bu sözü biliriz. Bizim coğrafyamızda adam satmanın hatırı sayılır bir yeri vardır. Hepimizin “adam satma” konusunda hikâyesi vardır ama eminim ki şehir satma konusunda çok azımızın bir hikâyesi vardır.
 
“Şehir satma” dediysek, bunu mealen söylediğimiz sanılmasın. Bildiğiniz basbayağı koca bir şehrin iki dakikada, ayaküstü satılmasıdır. Gerçi zaman zaman bu sütunlarda şehrimizin, yani Diyarbakır'ın ne kadar sahipsiz olduğunu, ne kadar ihmal edildiğini yazdık. Sırtına saplı hançerlerle dolaşan bir şehre benziyor Diyarbakır. Buna rağmen, geçenlerde duyduğum bir olaya çok şaşırdım ve “vay babam vay” dedim kendi kendime. Hançeri iyi bilir Diyarbakırlı ama hançerin bu kadar kalleşçe olanı yüz senede bir gelir ancak.
 
“Vurulsam kaybolsam derim, çırılçıplak, bir kavgada, erkekçe olsun isterim, dostluk da düşmanlık da, hiçbiri olmaz hâlbuki geçer süngüler namluya, başlar gece devriyesi jandarmaların” diyor, Ahmed Arif.
 
Şairin dediği gibi, düşmanlığın bile erkekçe olması gerekir. Diyarbakır'ın başına gelen, düşmanlığın da en korkakçası…
 
Şimdi gelelim, bu “korkakça düşmanlık” meselesine…
 
Geçtiğimiz ay, Diyarbakır Kamu Hastaneler Birliği araçlar kiralama için ihaleye çıkıyor. Ondan sonra herkesin bildiği kirli rant kuralları işlemeye başlıyor. Arkasından da, Diyarbakır Kamu Hastaneler Birliği Genel Sekreteri Muhammed Güzel Kurtoğlu ile satın alma komisyonunun 11 üyesi hakkında Kurtoğlu'na tahsis edilen Audi A-6 marka makam aracı ve dört aracın kiralanmasında usulsüzlük yapıldığı iddiasıyla soruşturma başlatılıyor.
 
Müfettişler yaptıkları incelemede: Açık ihale yapılmayarak rekabetin engellendiğini, yüksek maliyetlerle araçların kiralandığını, yasaklı bir firmanın ihaleye girdiğini ve bu firma ile ihaleyi kazanan firmanın yaklaşık maliyeti belirlediği için kamu ihale kanuna aykırı davranıldığını raporlarında tespit ediyorlar.
 
Buraya kadarki kısım hepimizin bildiği rant hikayesi. Müfettiş raporuna göre bu rant hikâyenin detayları da şöyle:
 
1.    İhale bazı gerekçelerle ilan edilmiyor.
2.    İhaleye yasaklı firmalar giriyor.
3.    İhaleyi yasaklı firmalardan biri kazanıyor.
4.    İhale komisyonunun iki üyesine yaklaşık maliyeti tespit etme görevi veriliyor. Komisyon, resmi kurum ve kuruluşlar, araç kiralama filoları bulunan firmalar ile Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası ve diğer meslek örgütlerinden fiyat almıyor. Fiyatlar, ihaleye giren firmalardan alıyor.
5.    İhaleye davet edilmeyen firmaların şikâyeti üzerine soruşturma başlıyor. Fiyat yeniden tespit ediliyor. Tespit edilen fiyatların eskisinin çok altında olduğu anlaşılıyor. Bunun üzerine ihaleye alan firma, kendi fiyatında indirim yaptığına dair bir dilekçeyi idareye veriyor vs. vs. vs…
 
Başta da dediğim gibi bundan sonrası herkesin bildiği rant hikayesi. Fakat bizi ilgilendiren kısmı burası değil. Bizi ilgilendiren, rantta suçüstü olan Kamu Hastaneleri Birliği Genel Sekreterinin müfettiş raporunda geçen beyanları. Aynen şöyle diyor Genel Sekreter:
 
“Diyarbakır, Türkiye'nin hiçbir iline benzememektedir. Terörün, hırsızlığın ve mafyacılığın merkezi konumundadır. İstanbul ve Ankara gibi büyük şehirlerde hırsızlı yapanların birçoğu Diyarbakır'dan gitmedir. Bu durumu Emniyet Müdürlüğü'ne sorabilirsiniz”
    
Ahmed Arif'in tam da söylediği gibi, düşmanlığın bile erkekçe olması gerekiyor. Hadi diyelim ki “erkekçe” düşmanlık yapmak herkesin harcı değil ama bu kadar ölçüsüz, bu kadar etik dışı bir düşmanlık hiç kimseye yakışmaz.
 
Şimdi gelin Sayın Genel Sekreter'in neler söylediğini değerlendirelim;
 
Önce Diyarbakır'ı terörün, hırsızlığın ve mafyacılığın merkezi yapıyor.
 
Sayın Genel Sekreter ihaleni yapıyorsun. Her türlü kuralı ihlal ediyorsun. Soruşturmalık oluyorsun. Müfettişler ensene yapışınca, yavuz hırsız ev sahibini bastırır misali, şehri hırsızlıkla mafyacılıkla suçluyorsun. Genel Sekreter, bu şehre düşmanlığı öyle ileri noktalara taşıyor ki “el insaf” demekten başka aklımıza bir şey gelmiyor…
 
Genel Sekreter'in soruşturma raporlarındaki beyanı bununla da kalmıyor, işi iyiden iyiye ihbarcılık boyutuna taşıyor:
 
“Yapılacak açık ihale usulünde ihaleyi alan firmanın güvenlik anlamında zafiyetlerinin olacağı, terör örgütüyle bağlantılı bir firmanın maliyetine hatta zararına dahi araç kiralamaya katılmayacağı ve ihaleyi almayacağı, ileride bazı terör eylemlerine katılmayacağını garanti edemeyiz. Hatta taşıyacağı personelin devlet memuru ve üst düzey yönetici olacağı ve bu kişilerin can güvenliğin emin kişilere verilmesi gerektiği fikri ile pazarlık usulü alım tercih edilmiştir.”
 
Muhammed Güzel Kurtoğlu'nun yukarıdaki sözleri, mantık, izan sınırları ötesinde, dayanaksız ve mesnetsiz suçlamalara dönüşüyor.
 
Açık ihale yapsalarmış, terör örgütüyle bağlantılı firmalar katılabilirmiş, hatta bunlar ileride yapılması muhtemel bazı terör eylemleri için, gerekirse bu firmalar zararına bile teklif verebilirmiş. Vay babam vay… Siz ne içtiniz böyle.
 
Göz göre şişirme fiyatlarla ilana çıkmadan ihale yapıyorsun, mızrak çuvala sığmayınca da, yok terör örgütüyle bağlantılı firmalar, yok bu araçlarla üst düzey yönetici taşınacakmış, bu firmalar gerekirse düşük fiyat verip ihaleyi alacakmış, sonra da terör eylemine katılabilirlermiş.
 
Sayın Genel Sekreter, mademki ihalede fiyatları uçurunca koruma sağlayabiliyorsunuz, o zaman fiyatı iyice uçursaydınız da bu ihale size uluslar arası koruma sağlasaydı. Ne dersiniz var mı bunun bir rayici. Mesela normal fiyatı 10 misli şişirince KGB'den, 20 misli şişirince CIA'dan, 30 misli şişirince MOSSAD'da koruma sağlasaydınız. Keşke bu aklınıza gelseydi…
 
Ben Ticaret Odası'nın, Günsiad, Disiad  gibi iş dünyası temsilcilerinin yerinde olsaydım bir dakika tereddüt etmez hakkınızda dava açardım.
 
Diyarbakır'ı hırsızlıkla suçlayacaksınız, Diyarbakır firmalarını terör eylemleri planlamakla suçlayacaksınız sonra utanıp, sıkılmadan Diyarbakırlıların gözlerine bakacaksınız.
 
Sayın Genel Sekreterin yukarıda alıntıladığım sözleri, kelimesi kelimesine müfettiş raporlarında geçiyor. Sözlerinde ne eksiz, ne de fazla var. Ancak Sayın Genel Sekreterin basına yansıyan sözleri de oldukça ilginç. Ben bunları basına söylemedim veya alenen söylemedim anlamına gelen sözleri var. Yani Diyarbakır'ı gizli, kapaklı itham etmenin önemli olmadığını sözü getiriyor. Devletin resmi raporlarında, bir şehri hırsızlıkla itham etmek veya bu şehrin firmalarının bir takım terör planları içerisinde olabileceğini söylemek önemsizmiş demeye getiriyor. “Söz uçar, yazı kalır” Sayın Genel Sekreter. Sizin bu ithamlarınız artık devletin resmi kayıtlarına geçti.
 
Son söz yine Ahmed Arif'in;
 
“Erkekçe olsun isterim, dostluk da düşmanlık da”


Yasal Uyarı​

  • Yazarın yazıları, fikir ve düşünceleri tamamen kendi kişisel görüşüdür ve sadece kendisini bağlar.
  • Haber ve Köşe yazılarına yapılacak yorumlarda yorum yapan kişi yasal sorumludur. Sitemiz yorumlardan yasal sorumlu değildir.