Kaynak: Ali Dağlar - Diken

Arpalı, dört ay yattığı cezaevinde uğradığı haksızlığı yediremeyip intihar etmişti.

Önce tek celsede ‘yolsuzluk’ suçlamasından, 2014’te ise tarihi eser koleksiyonu nedeniyle açılan ‘kaçakçılık’ davasından beraat eden Aşkın ile yaptığım ancak yayınlanmayan söyleşi, bugün kumpas olduğu bizzat savcısı tarafından itiraf edilen davanın perde arkasına dair çarpıcı bilgiler içeriyor.

Yaşadığı süreci ‘Silivri yargılamalarının miladı’ olarak niteleyen Aşkın o söyleşide, “Özgürlüğünüzün kısıtlanması hoş değil ama bir dostunuzu ipin ucunda görmek; işte o kaldırılacak bir şey değil” diyordu.

Aşkın’ın dedesinden kalan İstiklal Madalyası’na dahi el konulmuş, müze emanetine alınan eserleri ise kaybolmuştu.

Tutuklanan ilk rektördü, şikayetçi avukat AKP’den vekil oldu

14 Temmuz 2005 tarihinde Aşkın Azerbaycan’dayken lojmanına baskın yapıldı, 13 saatlik aramada 240 parçalık tarihi eser koleksiyonuna el kondu. Bunlar arasında dedesine ait İstiklal Madalyası da vardı.

Eserler incelendi, kayıtlı olduğu saptandı. Aşkın’a ‘izinsiz tarihi eser bulundurmak ve kaçırmak’tan dava açıldı.

O günkü basında karalama kampanyası yürütüldü, dedesinin Ermeni olduğu yazıldı. Üniversiteye tıbbi cihaz alımında ‘yolsuzluk, çıkar amaçlı suç örgütü oluşturmak, resmi evrakta sahtecilik, yanlış mal bildirimi, hukuka aykırı olarak toplanmış ve kaydedilmiş kişisel veriler ve görevi kötüye kullanma’ suçlamalarıyla tutuklandı.

YÖK tutuklama için “Komplo” dedi, “Aşkın’a sahip çıkmak, cumhuriyete sahip çıkmakla eş anlamlı” diye açıklama yaptı.

Bu iddialarla ilgili Danıştay “Delil yok” diyerek ‘kovuşturmama’ kararı verdi. Aşkın’ı sorgulayan ve tutuklanmasını isteyen savcı, bir süre sonra Şemdinli soruşturması nedeniyle meslekten ihraç edilen Ferhat Sarıkaya idi. Aşkın’ı şikayet edenlerin avukatı da daha sonra AKP’den milletvekili seçildi.

yucel askin

Yücel Aşkın

Aşkın o söyleşide şunları anlatmıştı:

Misafir hoca olarak gitti, 16,5 yıl kaldı

“AÜ’de 30 yıl akademisyenlik yaptım. 1995’te bir yarıyıl ders daveti aldım Van’dan, 16,5 sene görev yaptım. Üç yıl dekanlık yaptım, sonra iki dönem rektör seçildim, üniversitede ilkti. 2007’de yaştan emekli olup İstanbul’a geldim.

Van Müze Müdürlüğü’nden izin aldım, 1997’den itibaren koleksiyona başladım.  Van’daki tek koleksiyonerdim. Her yıl eser aldıkça müze müdürlüğüne bildirme zorunluluğu var, bir ay içinde deftere kaydedilir. Yasa eseri ‘Kimden, nerede, kaça alındı?’ diye sormaz. Nedeni, tarihi eserlerin yurt dışına kaçırılmasını engellemek. Hepsi defterde kayıtlı. 2 Temmuz’da aldığım yeni eserleri müzeye telefon edip bildirdim. ‘Gelin, kayda geçirin’ dedim. Süre 2 Ağustos’ta doluyor. Müze kazıları yoğun, ben de Azerbaycan’a gideceğim. Müze müdürü, ‘Hocam yoğunuz, gidip gelin kaydedelim’ dedi.

Enver Arpali

Cezaevinde intihar eden Enver Arpalı…

Kasadan ayakkabı kutusu çıktı

Ayın 15’inde polis, ihale olayıyla ilgili belge için biz Azerbaycan’da iken lojmanımı basıyor. Sonradan anlaşıldı ki, bu ihalenin belgeleri üniversite, DPT, Maliye, gümrükler, YÖK ve Hazine’de var! 13 saat arama yapılıyor.

Evde yardımcılarım var, kütüphaneler dökülüyor, bir şey bulunamayınca bir polis, ‘Müzeye benziyor burası, ne biçim ev?’ diyor ve bir yere telefon ediyor. Telefondaki ‘Topla gel’ onları diyor, hemen mahkeme kararı çıkarıyorlar. Yani suç arıyorlar. Müze müdürü de orada, ‘Mühürleyelim, hoca gelsin’ diyor, ‘Olmaz’ diyorlar.

Bülent Ecevit ve devletin en üst kademesi o koleksiyonu gördü. Türkiye’nin ilk büyük Urartu sergisinde koleksiyonum sergilendi, teşekkür edildi. Oktay Belli, en önemli Urartu uzmanlarından biridir. ‘Urartu Takıları’ adıyla kitap yayınladı, koleksiyonumdan yararlandı. Gizli kapaklı bir iş değil…

Polis kasanın önüne geliyor, basın da hazır, fotoğraf çekilecek, kasanın kapısı açılıyor, bir tane ayakkabı kutusu. Ayakkabı kutusunun içinde de iki cumhuriyet altını ve birkaç tespih.

Yargıç iki soru sordu, döndü, yaz dedi: Tutuklanmasına…

El konulanlar arasında eşimin babasına Atatürk’ün 1937’de bizzat taktığı ‘Ege Manevrası’ madalyası da var. Paşabahçe’den aldığım camlar, metal yağdanlıklar, aileme ait takılar var.

Ferhat Sarıkaya idi savcı, tutuklanmamı istedi. Sorulan sorular, ne yapacaklarını belli ediyordu. Avukatım müteveffa Teoman Evren. Dedim ki ‘Bunlar beni tutuklayacak’. ‘Nereden çıkarıyorsunuz, eğer hukuk adamıysam bu yasal olarak mümkün değil’ dedi, ‘Görürüz’ dedim. Sonra yargıca çıktık, iki soru sordu, döndü, ‘Yaz’ dedi, ‘Tutuklanmasına’. Teoman bey bembeyaz oldu, çıkınca ben yatıştırmaya çalıştım. ‘Nasıl olur?’ diyor. ‘Bu hukuki değil, siyasi bir dava’ dedim. 14 Ekim’de tutuklandım, 15 Aralık’taki duruşmaya ambulansla geldim, tekerlekli sandalyedeyim.

Bir takıda 180 boncuk var, tek tek sayıp tarihi eser dediler

Bir takıda 180 boncuk var, tek tek saymışlar, ‘bin küsür tane tarihi eser’ diye çıktı basında. Hepsi birkaç kolye. Polis ‘Trilyonlarca lira değerinde’ diyor, kaç müze gezmişse. Bilirkişi 70 bin lira değer tespiti yapmış. Şahitler de dinlendi. Savcı beraat istedi. Mahkeme ‘Atılı suçları işlediğine dair hiçbir belge yok, şahitlerle sabit’ diyerek tek celsede beraatıma karar verdi. ‘İş bitti’ diye bakıyoruz, başsavcı ‘Kamuyu temsilen duruşmada kimse yoktu’ diye itiraz etti. 3,5 yıl sonra usulden bozdu. Asıl korkuncu, eserlerin her birini ‘ne zaman, kimden aldığı ve belgeleri’ diyerek yasada olmayan şeyi istiyor.

Eserler emanet edildiği müzede kayboldu

Dört yıldır sürekli mahkemeye gidip geliyorum. Celselerin, değişen hakimlerin sayısını unuttum. Her birinde bilirkişi için üniversitelere yazı yazılıyor, üniversiteler yoğunuz diyor, ben baştan her defasında anlatıyorum. Absürt bir dava olduğu için takip ediyorum.

En son Dicle Üniversitesi olumlu yanıt verdi ve raporunu düzenledi. Bir de tutanak var ekinde, ‘Deftere kayıtlı 122 nolu bronz iğne bulunamamıştır, defterde kayıtlı olmayan ancak tutanaklarda yer alan bana ait 10 ferman ve tablo da kayıp’ diye.

Son duruşmada beraatımı isterken ‘Eserlerin emanet edildiği Van müzesinden de şikayetçiyim, bu eserleri bulsunlar, kayıtlı bronz iğneyi de kayıttan düşsünler’ dedim. Mahkeme beraatıma ve eserlerin iadesine karar verdi. Emanet makbuzunda kayıtlı olup bulunamayan eserler için müzeye suç duyurusu yaptı.

Evimin deposunda bin şişe Petrus var diye yazdılar

Geriye dönüp baktığımda şikayet etmem gereken çok şey var, etmedim. Etnik kimliğim üzerinden kitap yayınlayanlar oldu. Onları vicdanlarıyla baş başa bıraktım, kendi kendilerini yargılasınlar.

Öyle şeyler söylendi ki etnik kökenimle ilgili, dedemden dolayı, bilgiye de sahip değiller. Benim annem de var. 3. Ahmet’in sadrazamı benim dedem. Ali Paşa, Belgrad’da mezarı, şehit düşmüş. Tuna umum valisi de akrabam, bir kısmı Arap, Arnavut. Bunlar niye yok, çünkü toplum diğer konuda hassas. Onu kullanmak istediler.

‘Evinin deposunda bin şişe Petrus şarabı var’ diye yazdı Vakit. Polis geofit denilen, toprak dolu plastik su bidonlarındaki yumrulu bitkileri buluyor, ihbar ettikleri Petrus bu! 

Bir tek dava açtım başsavcıya, kazandım

Bir tek dava açtım, Van Cumhuriyet Başsavcısı Kemal Kaçan’a. Soruşturmalarla ilgili basın toplantısı yaptı, yargılama başlamadan mahkum etti beni. Tazminat kazandım.

Neden hedef oldum? Taşrada üniversiteler içlerine kapalı, ne ulusal, ne uluslararası ilişkileri var. Dünyası Van’da başlayıp Tatvan’da bitiyorsa üniversite olamaz. Daha fazla bilimsel araştırma yapması, dersleri daha düzgün yürütmesi gerekti kadroların.

Benden önce yolsuzluk olmuş, 17 senelik kırım miktarını tespit ettirdim, yüzde 1-3’tü. Benim dönemimde kırım ortalaması yüzde 40 civarındaydı. Bunlar rahatsızlık yarattı. Doğru bildiğimi yaptım, hiç pişmanlık duymadım.

Bir ülke eğer bilgi üretemiyorsa teknoloji üretemez, kendi sonunu hazırlar. Fatih, İstanbul’u sadece moral gücüyle değil topları daha iyi olduğu için almıştır.”

Editör: Wan Haber