Başkan Necdet Takva tarafından Başbakan Yardımcısı Cevdet Yılmaz’a sunulan raporda, yerel ve bölgesel sorunların çözümüne dair bilgi yer aldı. 

Raporda, gazeteci yazar Ercan Baysal’ın yakın bir dönemde kaleme aldığı ‘Türkiye’nin Kronikleşen Terör Sorununa Ekonomi Reçetesi/Çözüm’ adlı kitabında sürecin ekonomi ile ilişkisinin irdelendiği ifade edildi.

Kitaptaki en önemli tespitlerden birinin, devletin bugüne değin terörle mücadele için harcamış olduğu kaynağın 400 milyar doların üzerinde olması olduğunu anlatan Takva, "Çözüm süreci henüz kesintiye uğramadan önce yazılmış olan bu kitapta, sürecin devamı halinde Türkiye ekonomisinin 100 milyarlarca dolar kara geçeceğinin ısrarla vurgulanmış olmasıdır. Basit bir akıl yürütmeyle sürecin devam etmemesi halinde demek ki 100 milyarlarca dolar zarara uğrayacak olan bir Türkiye ekonomisinden söz edeceğiz. Gerçekten de baharı beklerken, umutlarımız yeniden yeşermişken birden yüzümüzü kışa döndük. Ülkemizde büyük ve kalıcı bir barışın ayak seslerini duymaya başlamıştık. Yaşadığımız depremlerden sonraki kardeşlik ve dayanışma duygularımızın kabardığı zamanlardı. Yıllardır süren çatışma son bulmak üzereydi. Üstelik içinde bulunduğumuz coğrafyada yeni savaşlar başlamışken biz, ülkemizde barışı, demokratikleşmeyi konuşuyorduk ve bu bizim en büyük kazanımlarımızdan biriydi."

Van halkı olarak bu süreci sonuna kadar desteklediklerini anlatan Takva, raporda şu bilgiye yer verdi: 

"İş dünyasının temsilcileri olarak sürecin başarıya ulaşabilmesi için atılacak adımlar konusunda her türlü katkıyı sunmayı bir görev olarak bildik ve öyle davranmaya gayret ettik. Ülkemizin, bölgemizin ve Van’ın geleceğini konuşmaya başlamıştık. Uzun vadeli kalkınma stratejileri geliştiriyorduk. Fuarlar, festivaller, şenlikler, kongreler, sempozyumlar, mesleki eğitim çalışmaları düzenliyorduk. Kentin tüm aktörlerini bir araya getiren çalışmalara imza atmıştık. Son birkaç yıldır kentimiz İran’dan gelen turistleri ağırlamakta. Ekonominin çarkları yavaş yavaş dönmeye başlamıştı. Ağır aksak olsa da teşvik ve destek mekanizması işler durumdaydı. Kamu yatırımları gelmeye başlamıştı. Dünyada ve Türkiye’de faaliyet gösteren birçok firma Van’da şubeler açmaya başlamıştı. Bütün bunları çözüm sürecinin olduğu, güvenli bir yaşam ve yatırım ortamının olduğu zamanlarda, üstelik çok kısa bir süre içerisinde başarabilmiştik. Elbette sorunlarımız vardı ve bu sorunları çözebilecek, bu sorunların üstesinden gelebilecek güce ve ortak akla sahiptik. En azından diyalog mekanizmaları bu yumuşak iklimde rahatlıkla çalışabiliyordu. Aslında bütün bunlar çözüm sürecinin sosyoekonomik ve sosyokültürel ayaklarını oluşturmaya yönelik adımlardı. Oldukça kısa bir süre nimetlerinden yararlandığımız güven ortamı sayesinde bölgemizde yalnızca ihracat, tarım ve hayvancılık ile turizm alanında önemli rakamlara ulaşıldı. Üstelik bu gelişmeler çözüm sürecinin ekonomik ayaklarının henüz oluşturulmamış olduğu bir süreçte yaşandı."

Kuşkusuz yatırımcı için en önemli unsurlardan birinin yatırım ortamının güvenli olması olduğunu anlatan Takva, hazırladığı raporda şu konulara değindi:

"Çözüm süreci yatırımcıya bu güven ortamını sağlamıştır. Yatırımcı kısa, uzun ve orta vadede yatırımlarını planlarken bu faktörü göz önünde bulundurur. Uluslararası kredi değerlendirme kuruluşları ülkelerin yatırımlar için uygun olup olmadığına ilişkin kredi notlarını bu faktörü esas alarak belirler. Turistler o yörenin güvenli olup olmadığını hesaplayarak organizasyonlarını gerçekleştirir. Dolayısıyla yatırım ortamının güvenliği, yaşam ortamının güvenliği ile doğrudan ilişkilidir. Elbette savaş ve benzeri koşulların hüküm sürdüğü yerlerde de ekonomi işlemektedir. Ancak bu ekonomi sürdürülebilir bir ekonomi değildir. Örneğin böyle bir ekonomik düzende silah şirketleri, uyuşturucu satıcıları gibi ekonomi dışı aktörler beslenmektedir. Doğal olarak bizlerin mensubu olduğu Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği üyesi olan tüccar ve sanayicinin bu süreçte rol alması mümkün değildir. O halde güvenli bir ortamda, bütünleşmiş bir pazar ekonomisinde bizler gibi aktörlerin yani olağan koşullarda faaliyet gösteren aktörlerin daha aktif rol üstlendiği aşikârdır. Küreselleşme sürecinin farklı tonlarda olsa da egemen olduğu günümüz dünyasında devletin ekonomideki en temel rolü piyasanın düzenlenmesidir. Devlet, doğrudan bir aktör olarak piyasaya müdahale etmek yerine, piyasanın serbest işleyişi için düzenleyici bir rol üstlenmektedir. Ancak devletlerin tarihsel gelişim süreci ve özgürlükleri bu rolün derecesini belirlemektedir." 

Raporda ayrıca, "Türkiye merkeziyetçi bir geleneği temsil eden bir ülke olarak zaman zaman ekonomiye doğrudan müdahil olmuş, hatta kendisi bir ekonomik aktör olarak işlev görmüştür. Ancak 2003 yılından bu yana kamu yönetimi alanında gerçekleştirilen reformlarla birlikte merkezi yönetimin görev ve yetkilerinin önemli bir kısmı yerel yönetimlere devredilmiş, Türkiye’de 30 ilde büyükşehir belediyesi modeline geçilmiş, kalkınma ajansları ve DAP, DOKAP, GAP gibi bölgesel kalkınma idareleri oluşturulmuş, teşvik ve destek mekanizmaları oluşturulmuş ve yönetişim anlayışı hayata geçirilerek yerel ve bölgesel kalkınmada yerel aktörlerin rolü artırılmıştır" denildi.

Bütün bu politikaların ve oluşturulan kurumların başarısının güvencesinin çözüm süreci olduğu belirtilen raporda şu ifadeler kullanıldı: 

"Dolayısıyla çözüm sürecinin devamı hem yaklaşık 10 yıldır devam eden reform sürecinin başarısı hem de bahsedilen kurumların işlevselliği açısından kıymetlidir. Hemen hemen bütün alanlar için hazırlanmış olan ve Türkiye’yi 2023’e taşıyacak bütün vizyon belgelerinin revize edilmesi gerekecektir. Türkiye gibi bölgeler arası dengesizliğin fazla olduğu ülkelerde devletin kamu yatırımları, teşvikler ve destekler yoluyla ekonomik yaşama müdahale etmesi kaçınılmazdır. Tüccar, sanayici, esnaf ve yatırımcı devletin bu yüzüyle daha çok muhatap olmayı tercih eder. Elbette yatırım ortamına ve ekonominin olağan gelişimine engel olan, ekonomi dışı aktörlerle mücadele edilmesi de yatırımcının beklentisidir. Çünkü kural koyma yetkisi Weber’in de belirttiği üzere devlete aittir. Alman hukukçu Hans Kelsen, devletin hukuku temsil ettiğini ve en temel normun devlet-hukuk özdeşliği olduğunu savunur. Dolayısıyla burada hukuk, devletin temel direğidir. Ancak güvenliğin olmadığı bir alanda sivil toplumun gelişmesi de olanak dışıdır. Yaklaşık 200 yıl önce Alman Filozof Hegel’in kavramsallaştırdığı sivil toplum-politik toplum (devlet) ilişkisi bugün daha çok önem kazanmıştır. Çünkü Hegel, demokrasinin gelişmesini sivil toplum alanının genişlemesine bağlamıştır."

Raporda ayrıca, "Devletin, yalnızca güvenlik politikalarıyla var olmasının doğal olarak sivil toplum alanının daralmasına yol açacağı" anlatıldı.

Sivil toplum alanının temsilcilerinin bu daralmadan nasibini alacağı ve yerel ve bölgesel kalkınmadaki işlevin azalacağının belirtildiği raporda ayrıca şu konulara dikkat çekildi:

"Ulus devletlerin ortaya çıkması bakımından Fransız Devrimi siyasi tarih literatüründe bir milat olarak kabul edilmektedir. Devrimin en önemli amacı Fransa’nın siyasal birliğini sağlamaktı ve öncüsü burjuvaziydi. Devrimin öncüleri siyasal birliğin sağlanmasının yolunun ekonomik bütünleşmeden geçtiğini biliyorlardı. Şehirlerin birleşerek devlete dönüşmesi bu sürecin arzu edilen sonucuydu. Yalnızca Fransa değil diğer modern devletlerin kuruluş sürecinde aynı akıl söz konusuydu. Yine imparatorlukların çöküşünü hızlandıran neden de ekonomik bütünleşmelerini yitirmiş olmalarıdır."

Raporda, Osmanlı İmparatorluğunun da önce ekonomik bütünleşmesini yani hâkimiyeti altında bulunan pazarları kaybetmiş olduğu için siyasal birliğini yitirdiği ve dağıldığı belirtildi. Bu tarihsel olguların bize iktisadi bütünlüğün ne denli önemli olduğunu gösterdiği ifade edilerek şöyle denildi: 
"Ülkemizin siyasal birliği için de iktisadi bütünleşmesini sağlaması gerekmektedir. Bu bütünleşmenin en önemli aktörlerinden biri de ülkenin esnafı, tüccarı ve sanayicisidir. Türkiye’nin doğusunda ve güneydoğusunda faaliyet gösteren bütün mensuplarımız iki şeyi birden yaşamaktadır. Geri kalmışlık ve arada kalmışlık. Örneğin Van, iller arası gelişmişlik sıralamasında 75. sırada yer almaktadır. Hem sosyal hem de ekonomik veriler açısından iç açıcı bir durumda değiliz. Üstelik çok ağır bir deprem yaşadık. Kentimiz ve bölgemizi bu durumdan kurtarmak için canla başla çalışmaktayız. Bizim kazanmamız ülkemizin kazanması demektir. Biz, çözüm sürecinin derinleşmesini sağlayacak diğer boyutlarını tartışıyorduk. Bir yol kazası olarak gördüğümüz 6-8 Ekim olayları sonrasında yaşanan kırılmayı bile aşabildik. Ancak 7 Haziran seçimleri öncesinde başlayan gergin ortam seçimden sonra devam ederek çözüm sürecini bitirme noktasına getirdi. Geri kalmışlık ve arada kalmışlık kıskacından kurtulmak üzereyken şiddet girdabına kapıldık. Kan akmaya başladı ve ne yazık ki bu kan akmaya devam ediyor."

Raporda, sonuç olarak sürecin sağlıklı bir yapıya kavuşturulması için aşağıdaki tespit ve öneriler sunuldu:

"1- Merkezi yönetim- yerel yönetim ilişkileri açısından başlatılmış olan reform süreci devam etmelidir. Hem kent yaşamı hem de kent yönetimini doğrudan ilgilendiren, yerel demokratik yaşamı geliştiren uluslararası düzeyde kabul görmüş olan düzenlemelere uyulmasının gereği ortadadır.

2- 7 Haziran 2015 seçimleriyle oluşan tablo doğru okunmadığı için çatışmalı süreç başlamıştır.

3- Tüm siyasal partiler eşit şartlarda siyaset yapma hakkına sahip olmalı, temsilde adalet ilkesi gereğince 78 milyonluk ülkemizi TBMM’de yüzde 96 oranında temsil eden siyasal partilerin siyaset üretmesinin önündeki engel kaldırılmalı ve meclis çalıştırılmalıdır.

4- Siyasetin dili yumuşatılmalıdır. Geri dönülemez hata yapılmamalıdır.

5- Başta Kürt sorunu olmak üzere temel sorunların çözüm yeri TBMM olmalıdır.

6 - Kürt sorununun çözülmesi konusunda anahtar rol oynayan İmralı’ya yönelik tecrit kaldırılmalı ve görüşmelere yeniden başlanmalıdır.

7- Parti kapatmaya yönelik tutum ve eylemlerden kaçınılmalıdır.

8- Dokunulmazlıklar siyasal şantaj olarak kullanılmamalıdır.

9- Mart 2013 koşullarına geri dönülmelidir.

10- Geçmiş dönemlerde uygulanan OHAL, bir daha uygulanmamak üzere rafa kaldırılmalıdır.

11- Temel haklar ve özgürlüklerin kullanımı ile güvenliğin sağlanması arasındaki ilişkide adalet ve demokrasi ilkeleri göz önünde bulundurulmalıdır.

12- HDP bölgede güçlü bir siyasi aktör olmanın bilinciyle hareket etmelidir.

13- Bölgemizde ikili yönetim anlayışı olmamalıdır.

14- Bölgedeki iç huzur Türkiye’nin iç huzurunun teminatı olarak görülmeli.

15- Demokratikleşme adımlarının atılması ve Kürt sorununun çözülmesi için; yeni ve demokratik bir anayasa, anadilde eğitim, eşit vatandaşlık hakkı sağlanmalıdır.

16- Biz esnaf-tüccar ve sanayiciler olarak tüm toplumu çimentosu işlevi görmekteyiz. Bizim güçlü olmamız sivil toplumun güçlü olması demektir. Bu güç siyasetin önünü açacaktır. Yeşeren umutların, kalıcı bir iklime dönüşmesi için bu kırılgan süreci sizle birlikte yönetmeye talibiz. Bu görev ve sorumluluğumuzun bilincinde olarak elimizi taşın altına koymaya ve kardeşliğimizi baki kılmaya hazırız.

17- Biz, yani Türkiye’nin doğusunda ve güneydoğusunda faaliyet gösteren yatırımcılar empati kurulmasını, ülkemizde huzur ve güven ortamının, barış ve kardeşliğin yeniden inşa edilmesinin gerekli olduğunu düşünüyoruz ve bu konuda desteklerinizi bekliyoruz. Analar ağlamasın diye başlayan çözüm süreci, anaların gözyaşlarıyla, anaların ağıtlarıyla, anaların acılarıyla bir feryada dönüştü. Bu ateşe bir su gerek." 

Editör: Wan Haber