Yemek molası verdireyim ister misin dedi polis. Kolları kelepçeliydi gencin. Bir hayli olmuştu yemek yemeyeli.  Lakin ramazan ayıydı. Polislerin oruç tutabileceği geldi aklına. Siz yemeyecek misiniz dedi. Hayır, dedi polis, biz orucuz.

            Koca otobüste 2 polis, 1 şoför, 1 muavin birde tutsak edilmiş genç vardı. Bu bir tesadüf olamazdı lakin bir şehirden bir başka şehre tutsak götürmek için koca bir yolcu otobüsü tutulmazdı. Benim için mi ayarladınız otobüsü, dedi genç. Alay eder gibi gülümsedi polis: O kadar tehlikeli değilsin, tesadüf yolcu yokmuş!

            Yemek molası verdiler. İki polis farklı farklı masalara oturdu. Şoför ve muavin yemek için salonu seçmişti. Bahçedeydi genç. Kelepçeler sökülmüştü. 90’lı yılların başıydı. O yıllarda bu tür manzaralar çok yaşanıyordu. Kimi tutsak ediliyor, kimi sürgüne gidiyor, kimi faili meçhul cinayetlerde öldürülüyordu.

            Askere yeni gitmişti genç. Henüz yemin bile etmemişti. Emniyet izini sürmüş, sivilken katıldığı eylem ve gösterilerden ötürü hakkında yakalama kararı çıkartmış, bir takım yazışma ve prosedürleri yerine getirdikten sonra da gidip kışlasından teslim aldırmıştı.   

            Tekrar otobüse bindiler. Polisin biri arka koltukta diğeri gencin yanında oturuyordu. Genç fazla konuşmak istemediği için sürekli camdan dışarı bakıyordu. Aslında bu onun için daha iyiydi. Zira gittiği yerde az çok neyle karşılaşacağını kestirebiliyordu. Ne için gittiğini biliyor musun dedi polis! Gülümsedi genç: Askerde aşı olmuştuk. Günlerce kolum kanadı. Şişti hatta. Kuduz oldum galiba. Karantinaya alınıyor olabilirim.

            Polis arkasına döndü. Bu solcular her yaşta aynılar dedi! Gülümsedi genç, polisler de öyle, her yerde aynılar! Polis tekrar önüne döndü. Belli ki konuşmaya devam edecekti! Öyle de yaptı. Sana kızmıyorum dedi polis! Genç formundaydı: Sizin kızmanız için bir sebep yok ama benim size kızmam için binlerce sebep var!

İstemediği halde muavin su getirdi. Bir dikişte bitirdi genç. Polis sürekli soru soruyordu. Ankara’nın neresinde oturuyorsun dedi. Şaşkınlığını belli etti genç. Biliyor olmalısınız! Bilsem neden sorayım! Genç yine gülümsedi: Siz polisler cevabını bilseniz de soru sormasını seversiniz!

O günlerde otobüste sigara içiliyordu. Genç sigara içeceğini, isterse polisin yanından kalkıp bir başka koltuğa oturabileceğini söyledi. Kabul etmedi polis. Otobüsteyim, kaçamam dedi genç. Polis, normalde bende sigara içiyorum bu yüzden rahatsız olmam dedi. Sigarasından derin bir nefes çekti genç: Ama ben rahatsız oluyorum.

Hemen hemen yolu yarılamışlardı. Polis, gencin nerede oturduğunun cevabını alamamıştı. Aklına geldi. Tuzluçayır değil mi dedi. Genç, bildiğinizi biliyordum dedi. Başka bir şeyi merak ettiğim için ısrar ediyorum dedi polis. Bu Tuzluçayır’da neden solcular ağırlıklı? Genç buharlaşmış camı eliyle sildi: Solcular bulunduğu her ortamda ağırlıklıdır. Bunun sayıyla ilgisi yok!

Aslında polisin hoşuna gidiyordu konuşmak. Genç bunu anlamıştı. Konuşmak istiyorsun değil mi dedi genç. Polis, yolculuk uzun başka ne yapılabilir ki dedi. Genç memnun değilmiş gibi yaptı: Bu yolculuk benim değil sizin dedi! Polis bir taraftan da şirin gözükmeye çalışıyordu. Zira genç tarafından yüzü iyice tanınmıştı artık. Ben hiç sorguya girmem dedi. Sıradan düz memurum işte. Fark etmez dedi genç, sorguya giren polislerle iş arkadaşısın sonuçta!

Genç sürekli kolunu oynatıyordu. Belli ki kelepçe sıkıyordu ama yolculuk boyunca bunu hiç dert etmedi. Polis, müzik sever misin dedi. Evet, dedi genç. Ya kitap! Okurum tabi ki! En son ne okumuştun peki? Biraz düşündü genç. Bu soruya içten cevap vermek istiyordu. Amerikalı bir yazarın Dünyaya Orman Denir isimli kitabını okumuştum dedi. Polis camdan dışarıyı gösterdi. Görüyorsun, dedi, bir tane bile ağaç yok! Son kez gülümsedi genç: Sizle aynı bakmıyoruz ki dünyaya. Kaldı ki bu yüzden ellerim kelepçeli ya!

Nihayet yolculuk sona ermişti. Otobüs terminale değil de direk Emniyet Müdürlüğü binasının önüne gitmişti. Ayağa kalktı genç. Yolculuk boyunca hiç konuşmayan ve arka koltukta oturan poliste gelmişti yanlarına. Gencin gözünü daha otobüsteyken bağladılar. Uzun sorgu ve cezaevi günleri o gün başlamıştı. İşte bu yazıda size tutsak bir gencin polise “En son okuduğum kitap” dediği Ursula Kroeber Le Guin’in “Dünyaya Orman Denir” isimli kitabından söz edeceğim.      

            Le Guin, Dünyaya Orman Denir isimli bilim kurgu romanını 1972’de kaleme almıştır. Kuşkusuz kitabı önemli kılan birçok şey vardır ama en önemlilerinden ikisi Vietnam savaşına göndermeler yapıyor olması ile Athshe’de yaşayan ve hayatı kölelilikten, efendilerine sadakatten ibaret olan ve savaş nedir bilmeyen küçük tüylü yaratıkçıkların, yaşadıkları ormanlık bölgeyi yağmalayan, talan eden, birçok değerli madenin bulunduğu gezegeni sanayi şehrine çevirmek için milyonlarca ağacı kesmek isteyen Arz’lı Kolonistlere karşı savaşı ve mücadeleyi pratikte öğreniyor olmalarıdır.

            Dünyadan çok uzakta Athshe diye bir gezegen vardır ve yağmacı insanlık orayı da keşfetmiştir. Arz’dan gelen bu yağmacı kolonistler yerel halkı köleleştirmiş, savaştan anlamayan ve itaatkâr yaratıkçıkları kendi hizmetlerinde kullanmaya başlamıştır. Oysa Athshe yaratıkçıkları yağmacı kolonistler gelmeden önce gökyüzünü kapatacak derecede sık ormanlarda barış içerisinde, iktidar ve kavga hırsı nedir bilmeden kendi hallerinde yaşamaktadırlar.

            İstilacı Arz’lılar işe ağaçları kesmekle başlamışlardır çünkü yerli Athshe yaratıkçıkları için hayat ormanla eş anlamlıdır. Zira onlar ormanda yaşarlar, birbirleriyle olan ilişkilerini orman aracılığı ile kurarlar, kendilerinin ormana ait olduğunu düşünüp ormanı aileden biri olarak görürler. Arz kolonistlerinin bu baskıcı ve yok edici politikaları daha önceleri savaş, kavga, ihanet, cinayet nedir bilmeyen Athshe yaratıkçıklarına ortak hareket etmeyi öğretmiş, bu birliktelik ve ortak hareket etme gereksinimi onlara savaşma ve kazanma yeteneğini öğretmiştir.

            Kitabın başkahramanlarından biri Yüzbaşı Davidson'dur. Yağmacı kolonistlerin elebaşlarındandır. Askerler ormanı kesip yerli yaratıkçıkları köleleştirmeye çalışırken Yüzbaşı Devidson aslında insan olmayan Athshelilere tecavüz etmiştir. Diğer kahraman ise karısı Yüzbaşı Devidson tarafından tecavüze uğrayan Selver isimli yerli bir Athshelidir. İlk isyanı başlatan, yerli Athshelileri örgütleyen, onlara mücadele ve kazanma azmini veren isimdir.

            Kitabın bir yerinde istilacı Yüzbaşı Devidson zorlu mücadelelerden sonra Athshe yerlileri tarafından yakalanıp esir düşer. Bunu kendine yediremez Yüzbaşı. Zira ona göre kimse onun üzerinde hüküm süremez. Kimse ona zarar veremezdi. Öldürülmesini ister lakin yerli yaratıkçıklar savaşmayı öğrendiği kadar af etmeyi de öğrenmişlerdir. Şöyle der Yüzbaşı Devidson’a yerli Athshe yaratıkçıklarının önderi Selver:

—Cinayetlerin sonu geldi artık. Ağaç kesiminin de. Rendlep’de kesilecek hiç ağaç yok. Senin insanların orada hiç ağaç bırakmadılar, bu yüzden bir kayık yapıp kaçamazsın oradan. Orda artık pek bir şey yetişmiyor, bir şey ekip biçemezsin de. Bu yüzden sana yiyecek ve yakacak getirmemiz gerekecek. Rendlep’de öldürülecek hiçbir şey yok. Ağaç yada insan. Ağaçlar ve insanlar vardı ama artık onların sadece düşleri var. Bana, senin yaşaman için en uygun yer oraymış gibi geliyor. Çünkü yaşamalısın. Orada düş görmeyi öğrenebilirsin. Zira orada deliliğini doğal sonucuna ulaştırman çok daha muhtemeldir.

Ursula Kroeber Le Guin’in Dünyaya Orman Denir isimli romanını okuyun…