Ülkemiz 779452 km² yüzölçümü ile dünya ülkeleri arasında toprak genişliği açısından 36. sıradadır. Toplam alanının 29777 km²’sini göller, baraj gölleri gibi iç sular kaplar Avrupa ülkeleri arasında Fransa ve İspanya’nın 544000 km² ve 504800 km² yüzölçümü olduğu düşünülürse büyüklüğü daha iyi canlandırılabilir. Ancak ülkemizin genişliği gerçek arazi kullanımı açısından incelenirse durum biraz daha değişir. Toplam alanın % 35-40 arası ekonomik olmayan sarp dağlar ve kaynaklardan oluşmaktadır. Yer altı kaynakları bakımından krom, bor ve linyit dışında önemli maden yatakları da yoktur. Ormanla kaplı alan %30 olup, ormanların üçte ikisi maki, fundalık, çalılık gibi vasıfsızdır. Arazinin % 30-35 kadarı tarima uygundur, çoğu tarım alanı da erozyon etkisi altındadır. Anadolu yarımadası ortalama 900-1100 m deniz sevyesinden yüksekliği ve büyük bir kısmının da koruyucu orman ve bitki örtüsünden yoksun oluşu nedeniyle su ve rüzgar erozyonla her yıl kıbrıs adasını 10 cm kalınlığında kaplayacak büyüklükte verimli tarım toprağının kaybı yanında nehirler üzerindeki barajların ekonomik kullanım ömrünüde kısaltmaktadır. Ülkemizdeki yağış rejimlerinin düzensizliği ve bulunduğumuz iklim kuşağında uzun süren kurak yaz ayları etkisiyle yangına çok hassas olan ormanlarımız da sık sık yanmakta, yeni orman yetiştirme çabaları bu kayıpların gerisinde kalmaktadır.

 

            Toplam, 22790000 ha tarım alanlarının en çok 10 milyon ha sulanabilir nitelikte olup, halen 5 milyon ha (1995) sulanabilmektedir. Karasal ve uzun süreli kurak iklimlerde susuz tarım verimsiz olmaktadır. 5850000 ha alan ise nadasa bırakılmakta. Sulanabilir verimli tarım alanlarımız, daha çok Çukurova, Antalya, Menderes, Gediz kıyısı ve nehir deltalarında bulunmaktadır. Geniş düzlüklerin bulunduğu tarihi mezepotamya ovası ise ancak  GAP’ın tamamlanmasıyla, sulamada da çoraklaşma ve tuzlanma tehlikesi mevcuttur.

 

            Verimli Tarım Arazileri Büyük Tehdit Altında

 

            Çok geniş gördüğümüz tarım alanlarımız, hızlı nüfus artışı, çarpık kentleşme ve sanayileşme baskısı ile büyük tehdit altında bulunmaktadır. Eski kentler; verimsiz, kayalık, dağlık arazilerde nehir ve deniz kenarlarındaki sarp yerler ve vadilerde yeralırken, günümüzde adeta bütün kentler, engebeli araziden düz verimli tarım arazilerine doğru genişlemektedir. Özellikle ülkemizde kentleşme ve sanayileşme uğruna verimli tarım arazileri büyük tehdit altına girmiştir.

 

Halen şehirler toplam ülke alanının % 1’inden azını kaplarsa da, özellikle çok verimli arazilerin konut ve sanayi amaçlı plansız kullanımı gelecek için büyük bir tehlike oluşturmaktadır. Ayrıca coğrafi arazilerde 1927 yılında 13 milyon  nüfus yaşarken bugün nüfusumuz 65 milyon olmuştur.

 

1950 yılında nüfusumuzun sadece  % 22’si şehirlerde yaşamakta, yakın gelecekte % 80’i şehirlerde yaşayacaktır.

 

İskenderun-Mersin arası verimli tarım arazileri, Bornova başta olmak üzere İzmir civarı, Yeşil Bursa Ovası, Sakarya Ovası, Çorlu-Adapazarı arası, Yalova Gemlik başta olmak üzere hemen hemen tüm şehirlerimiz tarım alanlarını tehdit etmektedir. Bir dönüm seradan yılda 1 milyar TL’lik tarımsal ürün veren Erdemli-Silifke civarındaki verimli alanların yerini hızla 2. Konutlar, yani yılda bir ay kullanılan yazlık konutlar almaktadır. Vakit çok geçmeden gerekli önlemler alınmalıdır. Aksi halde bu gidişle 50 yıl içinde tüm verimli alanlar konut ve fabrika olur ve pişmanlık dönüşü için de vakit geç olur.

 

Ne yapılmalıdır? Bozuk kentleşme nasıl önlenebilir? Niçin ve nasıl bu duruma gelindi

 

“Şehir Kurma” Bilinci

 

            Avrupa ve Amerika’da 150-200 yıla yayılan sanayileşme ve kentleşlere göç, Türkiye’de 50 yılda hem de çok hızlı bir nüfus artışı eşliğinde gerçekleştirilmeye çalışınca, daha doğrusu kendiliğinden bir sosyal patlama şeklinde olunca, buna da tarihsel ve kültürel  özelliklerimiz eklenince çarpık kentleşme sorunu ortaya çıkmıştır. Aslında ders alacağımız bir model mevcuttu ve bu örneklerden ders alınabilirdi:  Ankara Başkent olarak seçildikten sonra, Cumhuriyetin ilk yıllarında uzmanları “Başkent Ankara” imar planı hazırlatılmış ve uygulamaya konulmuştur. Ancak Ankara örneği bile sürekli gelişim göstermemiş, 1980 yılına gelindiğinde Ankara’daki nüfusun üçte ikisi gece kondu Ankara’da yaşar olmuştur. Tarihsel gelişime göz atılacak olursa, Anadolu Selçuklu dönemi ile Lale Devri gibi sürele hariç, Türk Tarihinde daha çok göçebe yaşantısı egemen olmuş, Kervansaray ve cami-medrese dışında kalıcı konut yapımına yönelinmemiştir. Çadırdan konuta geçiş ise çok daha ciddiye alınmamış, konutlara çok da önem verilmemiştir. Çoğu kez geçici görülen basit konutlarla yetinilmiş, daha iyi bir konaklanacak yer görülünce, ilk konutlar gözler arkada kalmadan terk edilmiştir. Halen bile önce basit bir klube ile yetinilir, sonrada yerine daha iyice bir ev yapılır, daha sonra oda yıkılarak daha çok katlı ev yapılmaya çalışılır. Bu özelliğe sürekli yeni fetihler ve geri çekilmeler eklenince, iyi yapamadıkları için üzülmemişlerdir de. Halktaki bu tarihsel alışkanlık ve kültür yöneticilerinin geleceğin kentlerini kurma ve yerine kurulmuş kentlerin çevresine yeni gelenleri yerleştirme eğilimi biz Türklere “Şehir Kurma” bilinci ve deneyi kazandıramamıştır.

 

            Köyden Kente Kitlesel Göç

 

            Ülke sınırlarımızın değişmediği 75 yıllık sürede de ülke içinde sürekli göçlere eski Osmanlı Topraklarında kalanların göçü eklenmiş, tarımda geleneksel karasapanın yerini makinalı tarım almaya başladıktan sonra ise köyden kente kitlesel göç başlamıştır. Hükümetler ve Belediyeler şehir planlama, planlı şehirleşme yeni şehirler kurma yerine günü kurtarmaya çalışmışlar, sık sık “gecekondu affı” ve gece-konduya hizmet götürecek adeta gecekonduyu teşvik etmişlerdir.

 

            Ülkemiz genelinde 100-200 yıllık diye gösterebileceğimiz bir konut olmadığı gibi, şehirlerimizde de değişmemiş cadde-sokak da gösterecek durumda değiliz. Şehirlerimizde yeni kurduğumuz yerleşim yerleri ve mahalleleri bile 25-30 yıl geçmeden tekrak değiştiriyor, eski evleri yıkarak yerlerine daha büyüklerini yapma yarışına giriyoruz.

 

            Çarpık Kentleşme

 

            Hepimizin yakından bildiği bahçe içindeki 2 katlı evlerden oluşan Ankara Bahçelievler ve Yenimahalle 30-40 yıl sonra tamamen değişmiş, eski evlerin yerine apartmanlar almıştır. Arsa ve ev sahiplerinin büyük rant geliri, bir daire yerine 5-10 daire kazanmaları dışında sokaklar trafik yükünü taşıyamaz olmuş, park yeri kalmamış, eski yerleşime göre düzenlenen telefon şebekesi, elektrik tesisati, su şebekesi kanalizasyon gibi alt yapı hizmetleri yetersiz kalmış, eski sistemler için yapılan masraflar boş yere heba edilmiş.

 

            50 yaşın üzerinde olan neredeyse hiçbir vatandaşımız doğduğu evi gösteremez. Aynı şekilde komşularını da bulamaz, bütün şehirlerimizde de doğal çevreleri ve birkaç tarihi cami, kale gibi eserleri de olmasa birbirinin aynı binalarla, beton yığınları ile dolmuş, şehir kimliği oluşmamıştır.

 

Yerleşim yerlerinin sık sık yıkılıp yeniden yapılaşmayla yenilenmesi, şehir plansız, alt yapısız, gelişi güzel büyümesi yalnız çarpık kentleşmeyi değil, bunun yanında ülke ekonomisinde büyük kayıplara neden olmuş, halkın sosyal ve ekonomik değerlerini de alt üst etmiştir. Birkaç basit örnekle bu çarpık kentleşmenin olumsuz sonuçlarını sıralayalım.

 

1.Bahçelievler örneği; 1000-2000 m² arsa içinde güzel yolları düzgün planlı alt yapısı tamamlanmamış olarak herbiri birer özgün mimari projeye göre yapılmış evlerden oluşan Ankara bozkırında yemyeşil bir seçkinler mahallesi kuruldu. Evlerin bahçesinde çeşitli meyve ağaçları, güzel güller, çiçekler, ev ihtiyaçları için sebze yetiştiriliyor, arabası olanlar için bahçe içinde garajlar, geniş sokak ve kaldırımlar tertemiz hava, birbirini tanıyan güler yüzle selamlayan komşular, çalışan telefon, su elektrik şebekesi ideal bir örnek mahalle. 30 yıl içinde yeniden imar planı değişimi, 6 kata kadar izin, aynı alanda 10-20 kat konut ve nüfus. Eski, güzel evler yıkılıyor, hem yapımı için harcanan paralar boşa gidiyor, hem tarihsel dokuları, hem ağaçları, bahçeleri, yeşillikleri, hem de komşuları dağılıyor. Evde  oturan emekli öğretmen 30 yıllık birikimi ve emekli ikramiyesinin 10 katı yüksek bir satış teklifine evet diyor ve evin yerine 20 daireli apartman yapılıyor. Yeni evle nüfus 10-20 kat arttığı halde toplam mekan aynı hava kirliliği, alt yapı yetersizliği cabası.

 

2.Gecekondulaşma : Köyünü terk edip Ankara’ya bir iş aramak üzere   gelen Anadolu daha önce gelen hemşehrileri aracılığıyla hazine arazilerini parselleyip yerini satan gecekondu ağasından bir parsel arsa alıyor, briketle klübe yapıyor, sonra yıkıp daha büyük bir ev yapıyor.

 

Diğer komşularıda daha önce hazine arazisine beş para ödemeden

gecekondu yapmışlar, su yok, yol yok, elektrik yok, sayıları artmış, büyük baskı sonucu bir seçim öncesi, yolları yapılır, elektrik bağlanır, diğer seçim öncesi, yolları asfaltlanır, su verilir, otobüs tahsis edilir. 5 yıl sonra da tapusunu da alır. 15 yıl sonra şehir ortasında kalan hazine arazisine yaptığı bu gecekondusunu 5-10 daire karşılığı apartman yapılmak üzere mütahide verir. Hissesine düşen dairelerden birini de iş yerindeki dürüstülüğünü takdir ettiği müdürüne satar. Müdür de aynı ilçeden olup, yüksek tahsilinden sonra 20 yıl yurdun birçok yerinde çalıştıktan sonra iki çoçuğun tahsili nedeniyle Ankara’ya tayin istemiş, 5 yıldır kirada oturmaktadır. Müstahdemin 10 daire sahip olduğuna sevinir, kutlar, o da “Müdürüm bir dairesini sana satayım kiradan kurtul” der. 25 yıllık birikimi dairenin yarısını karşılar. Emekliliğini ister, tüm ikramiyesini de öder. Ama yine de borçlu kalır. Keşke o da gecekondu yaptırsaydı ya da “işini bilseydi”. 

 

3.Şehrin 5km uzağında mütevazi bir köyde oturanlar günün birinde bir dellal aracılığıyla köy meydanına çağrılırlar. Üç lüks araba ile gelenler, arazileri üzerinde yüksek bloklardan oluşan toplu konut kurmak üzere satın almak isterler. Buydağ bile yetişmeyen tarlaları karşılığında milyarların sahibi olan köylülerin yaşamları da değişir. Bu konutları 5 yıl içinde tamamlayan holding de ülkemizin 100 en zengin listesinde yer alır. Yeni kurulan semtin tüm alt yapısı tamamlanmış, otobüsler tahsis edilmiştir.

 

4.Büyük bir fabrika yapmak için biriktirdiği ve ayırdığı parayı, aynı fabrikayı kuran arkadaşının iflasını öğrenince şehir dışındaki imarsız tarlaları satın almaya yatırır. Zira akrabası olan yeni belediye başkanından o bölgenin imara açılacağını duymuştur. Altı ay sonraki bu tarlaların fiyatı 15 kat yükselmiş ve işadamı ülkemizin saygın büyükleri arasında yerini almıştır. Gerçi bu arazinin % 35’ini alt yapı için belediye almıştır. Ama kazanç yanında bunun önemi yoktur.

 

5.Büyük bir sahil köyü turfanda meyve sebze yetiştiriciliğive seracılıkla geçinir. Civar köylerden belediyeleştiğini gören ama kendisi nüfus azlığı nedeniyle belediye olamayan köylüler yakında iki, üç köyle birleşerek belediye teşkilatı kurarlar. Eski muhtar ilk seçimde belediye başkanı seçilir. Hemen yetkisine verilen imar planı yapma görevini tam yerine getirir. Bütün sahili konut yapımına açar. Bunlara ev yapan mütahitlerden belediye ve şahsına büyük maddi kaynak sağlar, meyve bahçeleri yavaş yavaş sökülerek yerine yazlıklar yükselir. Belediye başkanı da köylülerde beş yıl öncesine göre çok zengin olur, herkes lüks araba satın alır.

 

Bütün bu örneklerle, çarpık kentleşmenin doğurduğu sosyal ve ekonomik dengesizlikleri kısmen göstermeye çalıştık. Olayın çok daha karmaşık sonuçlarını hepimiz yakından biliyor ve yaşıyoruz.

 

 

            Neler Yapılmalıdır

 

            Elli yaşın üzerinde olan neredeyse hiçbir vatandaşımız doğduğu evi gösteremez. Aynı şekilde komşularını da bulamaz. Bütün şehirlerimizde doğal çevreleri ve birkaç cami, kale gibi eserleri de olmasa birbirinin aynı binalarla, beton yığınları ile dolmuş, şehir kimliği oluşmamıştır.

 

            Köyden şehre göçenlerin bu kadar büyük boyutlara ulaşacağını, hızlı nüfus artışı ve daha konforlu yaşama isteği ile şehirlerin hızlı büyüyeceği dünyadaki tüm yetkililerce biliniyordu. Her bir şehrin imar planı, gelişim planı yapıldı, eser tadil edildi, mücavir alanlar yeniden belirlendi. Ama sonuçlar ortada! Ne yapılabilirdi? Neler yapılmalıdır.?

 

1.Şehirleşme artarak sürdüğüne göre ön çalışmalar, planlamalar zamanında  yapılamaz, göç başka yerlere, yeni yerleşim ve iş merkezlerine, kanalize edilmezse iş bulma şansı yüksek olan, başta istanbul olmak üzere cazibe merkezi olmaya devam edecek, büyük şehirler sağlıksız olarak daha da büyüyecektir. Kırıkkale, Mersin ve Zonguldak illeri ve Karabük, Çorlu örneklerinde olduğu gibi (yeni kurulan savunma sanayi, liman; kömür işletmesi, demirçelik) yeni sanayi ve iş merkezleri yeni şehirleşmenin planladığı merkezlere, uygun bir planlama sonucu yönlendirilmelidir. Bu tür yeni merkezler kurularak büyük şehirlere göçün önünü kesecek yönlendirmeler cazip teşviklerle desteklenmelidir. Bu yeni merkezler üniversite ve eğitim merkezleri de olabilir.

 

2.Kolaylıkla uydu aracılığıyla ve havadan çekilen resimlerle arazi planlarının ve bitki örtülerinin belirlenebildiği teknoloji çağında ülke genelinde harita ve kadastro çalışmaları hızla tamamlanmalıdır.

 

3.Arsa ve emlak üzerinde rantiye geliri ağır vergilendirme ve istimlakla kesinlikle engellenmeli, bu sayede çarpık kentleşme önleneceği gibi para yatırım ve yeni iş alanlarının açılmasına kayar.

 

4.Serbest arsa satışı sınırlandırılmalı daire karşılığı arsa verme ağır vergilerle önlenmelidir. Şehirlerin çevresinde yeni yapılaşmaya gidilmeden önce mutlaka bu alanlar Toplu Konut ve Kamu Ortaklığı, Belediye ve Bayındırlık ve İskan Bakanlığı gibi kuruluşlar yada her şehirde kurulacak “Arsa Ofisi” tarafından istimlak edilmelidir. Bu arsa ofisi yada yeni kurulacak bir birim yeni şehirleşme yada gelişime açılan bölgede;

 

*Sanayi Bölgeleri ve parselleri

*Geniş bahçeli evler

*Küçük müstakil evler

*Çok katlı sosyal konut nitelikli konutlar

*Çok katlı lüks konutlar

*Gökdelenler için arsalar hazırlamalı,

 

            Gerçek ihtiyaç sahipleri, ticari  birlikleri ve esnaf dernekleri, villa yaptırmak isteyenler, mütevazi ev yapmak isteyenler, toplu sosyal konut yapmak yada çok katlı lüks konut-gökdelen yapmak isteyen müteahitler bu kuruluş ya da arsa ofisinde bitirme tarihleri belirli olacak şekilde arsa talebinde bulunmalıdır. Ücret karşılığında gerçek ihtiyaç sahiplerine alt yapısı hazırlanmış bu arsalar satılmalıdır. Burada anayasanın öngördüğü mülkiyet hakkı zedelenmez Ama belediyenin ya da devletin götürdüğü hizmet karşılığı yada bir plan değişikliği ile sağlanan büyük rant da hiçbir emek vermeyen bir avuç mirasyedi, yada açıkgözün eline geçmez. Tüm degeleri, tasaruf etme, dürüst kazanma, nöbet bekleme erdem ve şevkini, ekonomik dengeleri bozan uygulamaya kalkar.

 

            Vatandaş işyeri veya ev için daha az para ödemiş olur. Bu uygulama bir çok gelişmiş ülkede vardır.

 

5.Şehir merkezlerinde yapılan imar planı değişikliğinde kamu binaları dışında kesinlikle kat artışı ve parsellerde yapılaşma yüzde artışı verilmemelidir. Eski binaların dış görünümünde değişikliğe ancak zorunlu durumlar da  izin verilmelidir. Şehirlerin kimliği korunmalıdır.

 

6.Nüfusu 50 ya da 100 binin altındaki yerleşim yerlerinde belediyelerden imar planı yapma ve tadil etme yetkisi alınmalıdır. İmar planı hazırlama kurlallarında mahalli memur ya da başka yetkili bulunmamalıdır. En iyi yol üniversitelerin ilgili bölümleri ya da tarafsız oluşturulan özel yetkili kurallar aracılığıyla ülke genelinde ve il ölçüsünde imar planları hazırlamalıdır.

 

7.İkinci konut ağır vergilerle cazip olmaktan çıkartılmaktadır.

 

8.Birinci derece verimli tarım alanları ve potansiyel tarım alanları kesinlikle şehirleşme ve sanayi amaçlı kullanılmalı. Bu bölgelerde zorunlu yapılaşma (Çiflik evi, hayvan ahırı gibi) belirlenecek yüzde ile sınırlandırılmalıdır.

 

9.Sanayi bölgeleri ve alanları seçiminde çevresel etki değerlenmesi (ÇED) gözönüne alınarak daha etkin uygulanmalı, yeni yaklaşımda çalışmanların nüfus artışına etkisi de değerlendirilmelidir.

 

10.Deniz ve göl sahilleri, antikkent çevreleri özelliklerin korunarak, kirlenme yaratmayacak şekilde değerlendirilmelidir.

 

11.Ülkemizin özellikle Doğu Anadolu, Karadeniz Bölgesi ve hızlı göçle boşalan İç Anadolu Bölgesindeki, küçük yerleşim yerleri bölgelerin özelliklerine uygun şekilde eğitim ve uygarlık hizmetlerinin kolay oluşturacağı, küçük tarım sanayisinin gelişebileceği bölgedeki uygun yerleşim merkezlerine toplanması için çalışmalar başlatılmalıdır. Bu küçük yerleşim yerlerinde eğitim hizmeti sağlanamadığı gibi, ulaşım, elektrik, telefon, sağlıklı su sağlama çok pahalı olmaktadır. Bugün her köye elektrik, yol, telefon ulaşmış ama çok pahalıya mal olmuştur.

 

            Ağaçlandırma

 

Gittikçe çölleşen ülkemizde ağaçlandırma seferberliği başlatılmalı. Bütün dağlar, tepeler, meralar orman kenarlarından başlayarak ağaçlandırılmalıdır. Bu amaca ulaşmak için dünyada denenen değişik tekniklerden yararlanılabilir.

 

12.Özel orman üretimi ve ağaçlandırma erozyonla mücadele teşviklerinde desteklenmelidir.

 

13. Gittikçe çölleşen ülkemizde ağaçlandırma seferberliği başlatılmalı. Bütün dağlar, tepeler, meralar orman kenarlarından başlayarak ağaçlandırılmalıdır. Bu amaca ulaşmak için dünyada denenen değişik tekniklerden yararlanılabilir. Örnek olarak fidan dikme yanında az çimlenmiş ağaç tohum ve çekirdekleri meşe palamutları, çam kozakları toplu ağaçlandırma seferberliği ile  dikilebilir. Yaz tatillerinde toplanan her tür çekirdek ve tohumlar ilkbaharda uçak ve helikopterlerle de serpilleştirilebilir. Tüm öğrenciler, askerler günler de çimlenmiş tohumla toprağı buluşturma kampanyasına katılabilir. Hazine arazileri ormanlandırma veya ağaçlandırma koşulu ile 99 yılına özel ve tüzel kişilere kiralanabilir. Ağaçlandırma yapan kişiler bu arazilerin belirli bir yüzdesini tarla ve kültür balıkçılığı, hayvancılık, çiçekçilik, arıcılık gibi amaçlar için ödemesiz kullanabilecekleri gibi yetiştirdikleri ağaç ve orman ürünlerinin değerlendirilmesinde de gelir alabilmelidir.

 

14.Kıl keçisi varlığı en aza indirilmelidir. Zararlı hayvan türleri bölgesel olarak kontrol altına alınmalıdır. Ancak doğal vahşi yaşam korunmalıdır.

 

Kentleşme Çevre İlişkisi ve Sürdürülebilir Kalkınma

 

Dünya nüfusu bugün 5,5-6 milyar arası olup, 50-100 yıl içinde 12 milyara ulaşacağı ve bu sayı civarında sabit kalacağı, 65 milyon civarında olan ülkemiz nüfusunun da bu süre 140 milyon civarında sabit kalacağı tahmin edilmektedir. Dünyada olduğu gibi ülkemizde de artan nüfus şehirlerde toplanmakta, mevcut şehirler daha da büyümektedir.

 

Artan nüfus için sürekli temiz su temini, beslenme, barınma, eğitim, enerji ve sağlık hizmeti vazgeçilmez ihtiyaçlardır. Tüm insanlar bilimin ve teknolojinin nimetlerinden en iyi şekilde yararlanmak ve uygar olmak ister. Kalkınma ve gelişme insan yaşamını kolaylaştırmayı amaçlar. Tüm kalkınma ve gelişme modelleri insan için planlanır. Ülkelerin kalkınma ve gelişme modelleri insan için planlanır. Ülkelerin kalkınma düzeyleri ve güçleri ile enerji kullanımları arasında yakın ilişki vardır ve bu ilişki doğru orantılıdır. Yetersiz enerji sunumu ve kullanımı yoksul ülkelerin işini daha da güçleştirir ve kalkınmasını engeller. Yoksul ülkelerin enerji kullanımı da azdır.

 

Sürdürülebilir kalkınma için enerji kullanımı da artırılmalıdır. Bugün dünya enerji ihtiyacının önemli bir kısmı fosil yakıtlarla (kömür, linyit, petrol, doğalgaz) karşılanmaktadır. Fosil yakıtlardan enerji elde edilirken çevre de tahrif edilmekte ve kirlenmektedir. Öte yandan bu yakıtların kullanım süresi sınırlıdır. Ayrıca dünyamızın milyonlarca yılda biriktirdiği bu hazineyi hoyratça tüketmeye hakkımız olmadığı gibi gelecek nesillerin enerji ihtiyaçlarını da düşünmek zorundayız. Sanayileşme ve kalkınma çevreye zarar vermemelidir.Fosil yakıtların gelişi güzel tüketilmesi ve yakılması havayı kirletebilir, asit yağmurlarına sera gazlarının artarak iklim değişikliğine neden olabilir. Dengesi bozulan ve kirlenen bir çevreden sağlıklı yaşam güçlenebileceği gibi ekonomik ve sosyal kalkınma da gerçekleştirilemez, yoksullukla da mücadele edilemez.

 

Bilinçsiz enerji kullanımı, zayıflayan eko sistemi daha da bozarak çevresel afetlere neden olacağı gibi istenen enerjinin daha pahalıya alınmasına sebep olur. Kalkınma uğruna kirlenmeye izin vermemeli, ama kirlenmeden korkarak geri kalmışlığa da mahkum olmamalıdır. Çevreyi kirletmeden sürdürebilir bir kalkınma nasıl mümükün olabilir?

 

Mümükün müdür? Bu soruların cevabı evettir. Ancak bunun nasıl gerçekleştirileceği üzerinde ayrıntılı düşünmek, uygun planlamaları zaman kaybetmeden yaparak uygulamaya koymak gerekir. Çevreciler çözüm olarak “sürdürebilir enerji sistemlerinden” yararlanmayı öneriyorlar. Sürdürebilir enerji sistemleri su, rüzgar, jeotermal, biyoenerji ve güneş enerjisi gibi yenilenebilir, yani tükenmez enerji kaynaklarından yararlanmayı sağlayan sistemlerdir. Bu enerji tekniklerinin geliştirilerek yaygın uygulama ve kullanım alanı bulunmasıyla gelecek nesillerin ihtiyaçları gözardı edilmeden bugünkü kuşağın temel enerji ihtiyaçları karşılanabilir. Kanımızca bugünkü koşullarda sürdürülebilir. Enerji kullanımı kalkınmaya ek bir maliyet getireceğinden yoksul ülkelerin bu enerjileri kullanarak kalkınmaları daha yavaşlayabilir. Bununla beraber yoksul ülkelerin de hızlı kalkınmaları için bir yandan enerji kaynaklarını (fosil yakıtlar, nükleer enerji gibi) tasaruflu ve yüksek verimlilikle kullanırken, bir yandan da tükenmez enerji kaynaklarını (su, rüzgar, biyoenerji, jeotermal ve güneş enerjisi) kullanım alanlarını yaratabilirler, hem gelir düzeyleri artar ve çevre tahrip edilmeden yaşam kalitesi yükseltilebilir.

 

Çevreyi Kirleten Başlıca Kaynaklar:

 

-Isınma amaçlı fosil yakıtların yakılması

-Trafik kaynaklı kirleticiler

-Elektrik enerjisi üretimi sırasında kirlenmeler

  • Termik santrallerin çevreyi kirletmesi
  • Nükleer santrallerin neden olduğu kirlenmeler ve nükleer kazalar

-Sanayi faaliyetler özellikle kimyasal madde üretimi sırasında kirlenmeler, sanayi atıkları

-Evrensel ve diğer atıklar (hastane, okul, kışla vs.)

-Deniz taşımacılığı atıkları (sintine suları vs.)

-Diğer kirlenmeler (gürültü, yol açımı, tarımsal atıklar, tarla açma, bilinçsiz otlatma vs.)

Kentler çevresindeki sanayi kuruluşların kirletmesine ek olarak 1. ve 2. Kaynaklarla yani, ısınma amaçlı yakıtların yakılması ve trafikle kirlenirler, evrensel ve diğer atıkları ile de suları ve çevreyi kirletirler. “Çevre kirleten temizler” kurallarına uygun olarak kirlenmeye neden olan bu atlanmış kirliliği uzun vadede çevre kirlenmesi önlenmesi için yukarıda anlatıldığı gibi şehirlerin tüm enerji gereksimeleri yenilenebilir enerji kaynaklarından karşılanmalıdır. Sanayi kuruluşları da teknolojilerini “çevre dostu teknolojilerle” yani çevreyi kirletmeyen, yan ürünlerini ve atıklarını değerlendiren teknolojilere dönüştürerek yenilenmelidir.

 

Kısa ve Orta Vadede Alınacak Önlemler 

-Kentsel ısınmada çevreyi daha az kirleten enerji kaynaklarına yönlenilmelidir. Isınma amaçlı enerji kaynaklarının en çok kirletenden en kirletene sırası şöyledir: İlkel yakıtlar-kalitesiz linyit-kaliteli linyit-taş kömürü-fueloil-kok-doğalgaz-elektrik. Yani çevreyi en az kirleten doğalgaz ve elektrik ısınmasına geçilmelidir.

-Konutlarda ve diğer binalarda ısı izolasyonu en iyi şekilde yapılmalı, ısı kaybı önlenen ve güneş enerjisinden en iyi yararlanılan binalara izin verilmelidir. Mümkün olan yerde güneş enerjisinden ısınma amaçlı yararlanma vergi indirimi ve kredi ile teşvik edilmelidir.

-Tüm enerji sistemleri en büyük verim ve dönüşüm faktörü ile çalışır şekilde yenilenmeli ve kontrol edilmelidir.

-Şehir içi taşınmalarda özellikle işyeri ve konut yoğun merkezler arasında metro, tren gibi toplu taşımalara geçilmeli, çekirdek şehir merkezleri araç trafiğine kapatılmalıdır. Şehir dışında toplu alış-veriş merkezleri açılışı teşvik edilmeli, şehir dışında büyük park yerleri ile şehir merkezi arasında ücretsiz toplu taşıma hizmeti geliştirilmelidir.

-Tüm araçların ekzos gazları rutin ölçülmeli, kirliliğine neden olan eski modellere şehir girişi yasaklanmalı. Üreticiler az yakıtlı, tam yanmalı ve az zararlı ekzos gazları oluşturan araç üretim ve ithaline zorlanmalıdır.

-Şehir çöpleri mümkün olduğunca sınıflandırılarak toplanmalı, geri dönüşümlü ve değerlendirilmeli depolara geçilmelidir.

-Kanalizasyon sistemleri tamamlanmalı ve teknolojiye uygun, ekonomik arıtma tesisleri kurulmalıdır.

-Linyit ve fuel oil’e göre çevreyi çok daha az kirleten doğal gazın tek kirletici yönü başka karbondioksit olmak üzere sera gazı artışına neden olmasıdır. Ülkemizin 10 kat enerji tüketenlerin çevreyi bizden daha çok düşünmesi gerekir. Güneş enerjisinden ekonomik olarak tam yararlanma gerçekleşinceye kadar, emniyet önlemleri alınmış, mali yönü planlanmış nükleer enerjiden yaralanmamız daha da ertelenmelidir. Çünkü mevcutlar içinde nükleer enerji çevreye en az zarar verendir.

-Ülkemiz zengin su kaynaklarına sahiptir. Halen büyük şehirler dışında temiz içilebilir su temini sıkıntısı yoktur ve su temin maliyeti düşüktür. Hidro-elektrik enerji potansiyelimiz de oldukça büyüktür. Halen elektrik enerjimizin % 45’lik bir bölümü hidro-elektrik kaynaklardan elde ettiğimiz halde toplam potansiyelin % 40’ından yararlanıyoruz. Basit ve yüzeysel değerlendirme ile tüm su potansiyelinin bir an önce kullanılması önerilebilir. Ülkemizin büyük bir bölümü kurak bozkır olup, İç ve Doğu Anadolunun çoğu verimli araziler, yeşil alanlar, bağlar, bahçeler tarihi yerleşim yerleri akarsu boylarında yer aldığından bu akarsu yollarına yapılacak barajlar bu verimli ve tarihsel önemli alanların kaybını da beraberinde getirmektedir. Bazı hallerden bu şekildeki kayıpları kazançtan daha büyük olabilir. Planlama iyi yapılmalıdır.       

Dr.Halit Bayramoğlu