Zor dönemlerden geçiyor Türkiye, güncele dair gündem fırtınaları arasında sıkışıp kalmış bir halkın duyarsızlığa da en çok ihtiyaç duyduğu zamanlar gibi bu zamanlar.

Birbiri ardına gelen şoklar, paralel paradokslar, kamusal savsatalar ve anlamını yitirmeye başlayan erkler  kargaşası adeta sonu gelmeyecekmiş gibi duran bir güç yarışını andırıyor.

Eğitim düzeyi ortada olan, sorgulaması az ama yorumu bol bir toplum olarak vicdan mahkemelerimizi kurmak zorundan bırakıldığımız şu günlerde pusulasını kaybetmiş kaptanlar gibiyiz.

Hangi limana gidebileceğimiz bile meçhul bir hale düşmüşken henüz arkamızda bıraktığımız limana geri dönüp dönemeyeceğimizin bile endişesini yaşar olduk.

Bu toplum böylesine olaylarla yoruluyor ve yıpranıyor.

Bireyin ve vatandaşlık kavramının siyasetin oy kaygılı kolektif beklentilerine yenik düştüğü,  dünden bugüne devletin en kutsal sığınak ve her daim korunmaya muhtaç topraktan bir kale haline getirildiği noktada, "devlet elden gidiyor" feryatları arasında tek bir tane "toplum elden gidiyor" "vatandaş elden gidiyor" feryadına rastlamıyoruz.

Devlet şemsiyesi altında kendine kurumsal bir çatı bulan vatandaşların istediği şey refahtan, esenlikten başka bir şey değildir.  

Devleti kutsallaştıran her türlü algı ve eylem ister istemez kamuoyu önünde cereyan eden, devletin önemine inanmış birçok insanı da derin ve etkileri nesillere aktarılacak bir travmaya doğru sürüklüyor.
Toplum bugün devlet, demokrasi, hukuk, vesayet, yolsuzluk, görevsizlik, yetkisizlik, yeniden yargılama vs.. kavram ve olayları arasında büyük bir zihinsel kaosun içine doğru itiliyor. Doğru ve yanlış şahsileşiyor, muğlaklaşıyor.

Bu kadar kaotik bir ortamın neticesinde ortaya apolitik ve politik bir kamplaşmanın çıkması kaçınılmaz. Ya hiçbir şeye karışmayan duyarsız ya da önyargılarla donanmış kendi düşüncesi dışındaki düşüncelere hayat hakkı tanıyamayacak düzeydeki vatandaş kutuplaşmalarına doğru gidiyoruz.

Bu kadar yoğun bir bilgi kirliliğinin içinden çıkmak her toplum için oldukça zordur. Şeffaflığı bir reçete olarak sunmaya kalktığınızda 'herkesin şeffaflığı kendine' gibi bir manzara ortaya çıkıyor.
Gezi olaylarıyla başlayan sürecin ardından Türkiye'de dokunulamaz oldukları düşünülen siyasetçilerin dokunulabilir olduğunun algılanmaya başlanmasıyla sosyal medya üzerinden başlayan ve yerleşik bir hal alan örgütlü sivillik hali peşinden karşıt bir örgütlü politiklik ortamı da yarattı.

2011 yılında dönemin Milli Eğitim Bakan'ı Türkiye'nin eğitim düzeyinin 4. Sınıftan 6. Sınıfa çıktığını söylüyor.  TEPAV'ın araştırmalarına bakınca 2013 yılında Türkiye'de eğitim süresinin 6,5 Yıl olduğu gibi yine çarpıcı bir sonuçla karşılaşıyoruz.

Araya eğitim düzeyini sıkıştırma ihtiyacı hissettim. Çünkü akademik çalışmalar gösteriyor ki eğitim düzeyi arttıkça gündemi takip etme oranı da artıyor. Ama görüyoruz ki böylesine yoğun, kaotik ve can sıkıcı bir gündemin var olması insanları ya kamplaştırıyor ya da siyasal katılımdan o derece soğutuyor.


Türkiye'nin önünde önemli bir sınav var.

Türkiye'nin artık normalleşmeden ziyade yalınlaşmaya ihtiyacı var. Çünkü Türkiye mevcut yapısıyla normalleşemiyor.

Büyük devletin kontrol edilemediğini, bürokrasinin güçlendiği bir devlet mekanizmasının her zaman siyasal iktidarın sahiplerini ciddi anlamda yoran ve ülke için enerji kaybına neden olan bir gerçeklik olduğunu kabullenmek gerekiyor.

Devlet büyüdükçe aslında sahipsizleşiyor ve bir bakıyorsunuz devletin kurumlarında gruplaşmalara dayanan köşe kapmaca misali sahiplenme görünümlü bir sahipsizlik baş gösteriyor.
Evet devlet yalınlaşmalı, çünkü demokrasinin çıtasını yükseltmek için talep edilen şeffaflık, denetim, hesap verilebilirlik gibi ilkeler kompleks bir kamu idaresi ve erkler kargaşası karşısında karşılık bulamıyor.

Devlet Yalınlaşmalı ama nasıl?
Önce bunu tartışmak gerekiyor, çünkü kafası karışık bir halkın kararını sadece seçim  sandığıyla ölçmek yetmiyor, daha fazla katılım ve yeni bir yol şart.

Sonuç itibarıyla devlet kolay kolay elden gitmez, elbet bir yol bulunur ama ya "toplum elden giderse", vatandaşlar ülkelerine, siyaset kurumuna karşı büyük bir hayal kırıklığı ve güvensizlik duygusuna ve geleceklerine dair büyük bir endişeye kapılırlarsa işte o zaman "eyvah!" deme vaktidir.