Türkiye 17 Aralık 2013'te başlayan operasyonlarla yeni bir döneme girdi. Yolsuzluk ve rüşvet iddialarının ve bu iddialara konu olan kişiler arasında özellikle Türkiye Cumhuriyetinin etkin Bakanlarının çocuklarının bulunması da büyük bir şok etkisi yarattı.


Cumhuriyet tarihi boyunca dönem dönem yolsuzlukların ve rüşvetin Türkiye'nin siyasi ve idari yapısında var olması ve giderek artması neticesinde gelinen noktada bu olumsuzlukların öğrenilmiş çaresizlik hali olarak kabullenilmesi incitici bir durumdur.


Biliyoruz ki rüşvet ve yolsuzluk gibi gayri ahlaki iki olgu hiçbir toplum için sıfırlanamaz. Rantın, kaynak bölüşümünün, ihtiyaçların ve insanın olduğu her yerde eşitlik, hak ve hukuk kavramları görünmez düzeylere gelebilmektedir.


Bugün sosyal medya yoluyla yayılan bilgi kirliliği neticesinde doğru olana ulaşmakta zorluk çekmekte ve bu nedenle başka kaynaklardan bilgi edinmemize olanak bırakmayacak düzeyde yönetimde şeffaflık anlayışına da ihtiyaç duymaktayız.


Ülkeler, hükümetler, liderler zaman zaman karanlık ve zor dönemlerden geçebilir ancak unutmamalıyız ki vicdan ve değer yargıları da bu karanlığa maruz bırakıldıkları takdirde umutsuzlukla başlayan bir hissiyat kaos haline gelerek, ister istemez her tarafa yayılır.


1920'lerin paradigması ve tehdit algısı içinde ele alınan ve laik kesimin çok sık başvurduğu Türkiye'nin kimlerin ülkesi olamayacağına dair ifadeleri bugüne uyarlayacak olursa; Türkiye yolsuzluklar, vesayetler ve geri kalmışlıklar ülkesi olmamalı diyebilmeliyiz.


İnsan nefsinin zayıf noktalarından birisi olan daha fazlasına yönelik hırs maalesef ülke yönetiminde ve idari işleyişte bir takım insani zafiyetlere yol açabiliyor. Hepimiz nefse sahip insanlarız ve makamlarımızla beraber yetkilerimiz de büyüdükçe nefsimizle baş başa kalmaktayız.
Türkiye büyük bir ülke, ekonomik ve beşeri kaynaklarıyla etkin yönetilebildiği takdirde her daim ileri yönlü bir performans sergileyebilecek bir yetkinliğe sahip. İktidarlara düşen bu sürecin planlamasını ve idaresini en doğru şekilde gerçekleştirmekle beraber dış etkilere karşı kırılgan olmayan bir hale getirmektir.


Türkiye son günlerde büyük bir şokla beraber yeni bir vicdan muhasebesinin de içinden geçmektedir. Yolsuzluk, rüşvet ve yeni nesil gayri ahlaki bir yöntem olan "kaset" meseleleri ve bunların varlığına dair tehdit sonrasında ki endişe hali maalesef Türkiye siyasetini araçsallaşma noktasına getirmiş gibi bir görüntü veriyor.


Kamu vicdanı incinmiş ve geçmişte siyasete olan güçlü destek maalesef değerler ve politikaların bütünü üzerinden değil bugün ekonomik veriler ve kaynakların vatandaşa nüfusu üzerinden geçici bir hal almıştır. Bugün sokaklara inip aşırılığa sahip olmayan vatandaşlara sorulduğunda büyük bir çoğunluğu hiçbir siyasi parti yolsuzluk ve rüşvete bulaşmaz diyemeyecektir.


Türkiye bugün dillendirildiği gibi yolsuzluklarla mücadele edebilecek bir iktidara değil,  yolsuzluk ve rüşveti bu ülkenin gündeminden çıkaracak şeffaf ve çoğulcu bir iradeye ihtiyaç duymaktadır.
Sorun öncelikle A veya B partisinde aranmamalıdır. Yolsuzluk ve rüşvet iddiaları elbette ki bugünkü iktidar partisine ve iktidar algısına büyük zarar vermiştir. Sorun siyaset ve rant ilişkisinin önüne bir türlü set çekilememesinde ve iktidara kim gelirse gelsin mevcut yapı ve az demokratik olan seçim sisteminin liderlere atfettiği büyük yetkileri egale edememesinde yatmaktadır.


Seçim sisteminin bizlere dayattığı temsilde adalet ve yönetimde istikrar ilkelerinin uygulamada çoğulculuğu görmezden gelmesi ve öncelikli olarak siyaset liderlerinin tercihlerini oylamaya dönüşen seçimler, demokrasiyi de temel kriterleri ve beklentiler üzerinden cılız bırakmaktadır.


Türkiye siyaseti bugün top yekun bir sınavdan geçiyor. En büyük sınavı ise iktidar partisi ve yöneticileri vermektedir. Ancak geleneksel yapı içinde tablonun geneline ve halkın algısına bakınca Türkiye siyasetinin rüşvet ve yolsuzluk sarmalından mutlak suretle kurtulması şart.


Yolsuzluklarla mücadeleden anlaşılan düzenli bir cadı avı olacaksa bu mücadeleye hiç soyunmamak daha makbuldür sadece kişilerle mücadele edilerek yolsuzlukların önüne geçilemediği tecrübeyle sabittir. O nedenle öncelikle şeffaflığın elden bırakılmayacağı, sandık güvenliğinin sağlanmış olduğu demokratik ve çoğulcu seçimlerin yapılabildiği hesap sorulabilen yeni bir sisteme ihtiyaç duyuyoruz.
Salı günleri TBMM'deki grup toplantılarında birbirlerine verip veriştiren, işin ucunu hakarete vardıran siyasi parti liderlerinin olduğu bir atmosferde o liderlerin milletvekilleriyle kurulan komisyonla umutlandığımız yeni bir anayasa beklentisi içine girmenin ne kadar anlamsız olduğunu hep beraber gözlemledik.


Türkiye yeni bir döneme doğru yol alıyor, Türkiye'nin iktidarında kim olursa olsun sadece tek başına bir zihniyet değişimine değil yeni ve yenilenmiş kadrolarla ve etik kavramıyla beraber haram-helal ayrımının gerek manevi gerekse vicdani olarak genetiğine kodlayacak yeni bir siyasi hareketliliğe fazlasıyla ihtiyaç duymaktayız.       


Hepimiz gayet iyi biliyoruz ki Türkiye'de bugüne kadar iktidar ve iktidar ortağı olmuş siyasi partilerin yolsuzlukla imtihanları her daim vatandaşı üzmüş ve incitmiştir. Maalesef Türkiye'deki merkez siyasetinin en büyük kamburu hep bu olumsuzluklar olmuş ve halkta bu yönde negatif bir algı yerleşmiştir.


Büyük bir imtihan ve önemli bir dönüşümün öncesindeyiz. Siyasetin kendisi demokratikleşmedikçe sadece seçimlerle demokrasi aramak artık bir anlam ifade etmiyor. Gençler ve kadınların azınlık olduğu bir siyasetle Türkiye'nin yol alması artık mümkün de gözükmüyor. 


Siyasette hayallerin, emeklilik ve ihtiyarlık günlerinin konforu üzerine kurulmasının ve eşle, dostla, aileyle, ahbap çavuş ilişkisiyle siyasetin içinde olmayı bir maharet sanmanın önüne geçmek gerekiyor. 


Zihinsel ve bedensel olarak en aktif olunan dönemlerinde liderine değil ülkesine ve ülke siyasetine katkı sunabilecek, demokrasinin herkes için anlamlı olduğuna dair rol modele dönüşebilecek, dokunulmazlıklara, iktidar nüfuzuna ve eşitlik önündeki diğer her türlü engele karşı kendini kaybetmeyecek, hukuku ve hakları içselleştirmiş,  temiz siyasetin öznesi ve  vicdanın temsilcisi olacak yeni bir kadroya ihtiyaç var.


Yolsuzluğun büyüğü, küçüğü diye bir ayrım söz konusu olamaz. Yolsuzlukların yapılmış olması kadar yolsuzluk yapanları bu duruma iten ve yolsuzluğun bir yöntem olarak işleyişe nüfuz etmesine olanak tanıyan siyasi, hukuki ve ahlaki noksanlıkları göz önünden uzak tutmamak gerekiyor.
Ayrıca Türkiye'nin içinde bulunduğu "Barış Süreci" gibi son derece hassas bir dönemi göz önünden uzak tutmamak ve güncel siyasetin kısır çekişmeleri arasında iktidar ve muhalefet hassasiyetlerinin bu sürece zarar verecek eylem ve söylevlerden kaçınması önemli bir görev olarak dikkate alınmalıdır. 
Toplumda bir beklentiye dönüşen ve giderek artacağı anlaşılan Temiz Türkiye ve Temiz Siyaset talebinin doğru okunması ve Türkiye'de ki yeni bir değişim süreci olarak algılanması gerekmektedir. Türkiye zihniyet ve değer yargıları üzerinden adeta yeniden kabuğunu değiştirmek ihtiyacı hissetmektedir ve unutulmamalı ki kabuğunu değiştirmeyi başaramayan bünyeler çok büyük sıkıntılara gebedirler.