HDP Ankara Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, dokunulmazlıkların kaldırılmasını değerlendirdi. Önder, AKP ve MHP’nin, her şeye rağmen Genel Kurul’da 367 milletvekilini bulamayacağı inancında. Aksi bir ihtimali, “Cezaevleri önemli bir siyasi mevzi olur. Ve bu iktidar, oradan gelişecek bir muhalefeti göğüsleyemez!” sözleriyle karşılıyor.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, Kürt oylarının AKP’ye değil, HDP’ye tahvil olduğunu gördükten sonra çözüm masasını devirdiğini söyleyen Önder, “AKP ve Erdoğan, çözümsüzlükte ısrar ederse, hayat onları siyasal alanın dışına itecektir. Yapamazlarsa giderler!" dedi.  Başbakan Ahmet Davutoğlu için “Ergen imam hatipli” benzetmesi yapan Önder, "Davutoğlu’nun Hitlervâri yöntemlere başvurma ihtimali, Tayyip Erdoğan’ın bu yöntemlere başvurma ihtimalinden daha fazladır. Yaptıklarından dolayı yargılanacak" görüşünü dile getirdi.

Öcalan'ın, cemaata gönderdiği mesaja da değinen Önder, "Ben Öcalan’ın önerisiyle Cemaat’le de, hükümetle de, sol yapılanmalarla ve partilerle de, sivil toplum kuruluşlarıyla da görüşerek, herkese Öcalan’ın mesajlarını götürdüm. Herkesin önerilerini aldım" dedi.  

Nokta dergisinden Fatih Vural'ın sorularını yanıtlayan (16 Mayıs 2016) Sırrı Süreyya Önder'in açıklamaları şöyle:

Kürt sorununun çözümü noktasında Ahmet Davutoğlu’nun başbakanlıktan indirilmesinin partinizce nasıl bir anlamı var? Öte yandan, çözüm sürecinin sona ermesi nedeniyle Davutoğlu’nun ağladığı yönündeki haberler doğruysa, bunu ne kadar samimi buluyorsunuz?

Sayın Davutoğlu’yla çözüm sürecini konuşmak amaçlı üç, dört kez görüştüm. Birisinde dışişleri bakanı, diğerlerinde de başbakandı. Şimdi söyleyeceklerimi, yüzüne karşı da söyledim. Bana da ‘kaçak çay’ meselesi ve bir, iki olaydan ötürü kızgın. “Sur’u Toledo yapacağız” derken, muhafazakarlığa ve Anadoluluğa bu kadar referans yapması, bilinçaltının tezahürüydü.

"Davutoğlu yaptıklarından ötürü yargılanacak"

Ne demek istedi?

Kürtlerle hemhâl olmayı beceremeyenlerin kendini en fazla iyileştirebildiği nokta, Kürtlere “turistik bir öğe” olarak bakmasıdır! İkincisi de, “Onlar bizim zenginliğimiz” demek, “Biz ana parayız. Onlar da faizimiz” demek gibi sıkıntılı bir bakıştır. Dışişleri bakanıyken, başbakan olacağı belliydi. Hem çözüm sürecinde gelinen noktayı, hem de bakanlığı dolayısıyla Rojava meselesini değerlendirmek için buluşmuştuk. Bu görüşme de İmralı’da kararlaştırılmıştı.

Öcalan’ın isteğiyle mi?

Evet. Görüşmemizde, bütün bu olan bitenden Davutoğlu’nun hiçbir şey anlamadığını gördüm. Bunu yüzüne de söyledim. “Ergen imam hatipli” refleksi vardı! Bunu aşağılamak için kullanmıyorum. Kastettiğim, malumatfuruş, her konuda bilgisi olup da bildiklerinin mimarisi olmayan insan prototipi... Bir perspektif yok ve kafa karışıklığı var. “Ümmet” diye çığıran birinin, “Türklük” ya da “Kürtlük” lafını ağzına almaması lazım. Bunların ontolojisi çok farklı.

Biri dinsel, diğeri de etnik bir ifade...

Evet; ama çok yaldızlı geliyor insanlara. Davutoğlu, görevden indiğinde ağlamıştır belki. İçi de incinmiştir. Çünkü alınan kararlar ve onların doğurduğu, doğuracağı sonuçlar, içinde zerre insaniyet taşıyan biri için ağlamadan hatırlanacak şeyler değil. Bunu da söyledim, Ahmet Davutoğlu, bunlardan dolayı yargılanacak! Herkes elini yıkayıp bir kenara çekilecek; ama yapılanların hesabı demokratik zeminlerde görülecektir.

Nasıl bu kadar eminsiniz?

Darbeleri Araştırma Komisyonu kurulduğunda, bu memleketin maruz kaldığı darbe dönemlerinden hayatta kalanları çağırdık. Hepsi çıra gibi titriyordu! “Ben yapmadım, Miki yaptı!” modundaydılar. Bunun altında samimi olarak ezilenleri de gördük, kendisiyle hesaplaşanları da, çok korkanları da... O nedenle müneccim olmak gerekmiyor. Bu dönemde, çok ağır insanlık suçları işlendi. Bunda dahli olan herkes, hem kendi hem de toplum vicdanında, hem de yasalar önünde sigaya çekilecektir. Bunu yaşayıp göreceğiz.

"Davutoğlu'nun Hitlervari yöntemlere başvurma ihtimali, Erdoğan'ınkinden fazla"

Davutoğlu, Kürt sorununu nasıl bir mesele olarak görüyordu?

Öcalan da bu soruyu sorduğunda ona söylediğim cümleyi tekrar edeyim: “Davutoğlu’nun Hitlervâri yöntemlere başvurma ihtimali, Tayyip Erdoğan’ın bu yöntemlere başvurma ihtimalinden daha fazladır.”  

Neden?

Tayyip Erdoğan’da gücü temel alan ve güç üzerinden uygulamalara girişen bir politik karakter var. Böylesi tipler, bir başka güç karşısında süratle mevzi terk eder. Çünkü güce yaslanmak, aynı zamanda bir korku işaretidir. Bunu, AKP’nin yerel seçim yenilgisi sırasında gördüğüm yüz ifadelerinden hatırlıyorum. Süratle nasıl mazeret ve nedamet cümleleri kurduklarını hatırlıyorum. “Biz ‘seçilmiş’ insanlarız” duygusu, halkın hakikatiyle tuzla buz edildi! Güce tapan insanlar, bir güç gördüklerinde geriliyorlar. Gezi’de de bunu gördük.

Nasıl?

20 gün boyunca ortadan kayboldular. Bunu bizzat bir bakan söyledi: “Evimizde perdeleri çekiyoruz, ışıkları açmıyoruz.”

Toplumun kendisinden mi ürktüler?

Evet. Şu an korkuyu diri tutarak hükmetme biçimleri var. Korkudan korkmaktan vazgeçtiğiniz zaman, bunların elinde hiçbir sermaye kalmıyor. Davutoğlu’nun neden otoriterleşme potansiyelini daha fazla taşıdığına gelirsek... Görünüşte daha hümanist fakat bir küçük burjuva! İkincisi de paraya bulaşmamış.  Böyle insanlar, çok aşkın ve coşkun bir halde hareket ederler. Sosyal hayata tosladıklarında da hayal kırıklıkları daha fazla olur. Bu hayal kırıklığı büyük olduğunda da güç kullanımında pervasızlaşabilirler. Bunu, “Yapılanlar, Tayyip Erdoğan’ın bilgisi dışındadır” anlamında söylemiyorum. Ama Erdoğan, bir kente top ve tank sokmaya cesaret edemedi. Aradaki fark budur! Yapılanların siyasi ve hukuki sorumluluğu Başbakan Ahmet Davutoğlu’ndadır. Cumhurbaşkanı bundan, geçerli kanunlar karşısında sorumlu değildir. Çünkü mevcut mevzuat açısından sadece vatana ihanet suçlamasıyla yargılanabilir. Tanka, topa karşı da en büyük güç, bunlardan korkulmadığını göstermektir.

Gezi de böyle bir şey miydi?

Evet, öyleydi: “Sana ne benim hayatımdan? Çek elini benim çevremden, doğamdan, özel hayatımdan!” Bunu aynı anda milyonlarca insanın söylemesi, binlerce toptan ve tanktan daha etkili bir güçtü. Onun için paralize oldular.

"Kemalizm mağduru değil, meftunu olmuşlar"

İsmail Kahraman’ın laiklik çıkışından sonra da bunu gördük. Yaşam tarzı söz konusu olduğunda ortaya çıkan toplumsal tepkiler, AKP’ye anında geri adım attırıyor...

İsmail Kahraman’ı ayrı değerlendirmek lazım. Milli Görüş, bu ülkede çıktığından beri Kemalizm’in din şubesi olarak çalışmıştır. Kemalizm’in yöntemlerini, yaklaşım biçimlerini, mühendislik anlayışını birebir kopyalıyorlar. Kemalizm’in mağduru değil, meftunu olmuşlar. Zamanında Erbakan bir şey söylerdi. Sistemde ya da ahalide bir reaksiyon doğurduğunda, süratle o mevziden ricat ederlerdi.

Kemalizm’in yöntemlerini benimsemek, Türkiye’de iktidarda kalabilmenin en kolay ya da yegane yolu mu?  

Şu anda Kemalist görünen kesimler, onu çok indirgeyen bir yaklaşıma sahipler. Kemalizm’in bu ülkede bir hükmetme biçimi olma zemini artık kalmamıştır.

Ne zamandan beri?

60 küsur general içeriye alındığında, eşleri dostları dışında bir tek tepkinin verilmediği bir yapıdan bahsediyoruz. “Artık sarhoşken bile nara atabilecek durumda değiller” demiştim, o zaman. Bugün de aynı fikirdeyim. Şu anda sistemin muhafızlığına talip bir AKP iktidarı var. Düşmanlıklar, hiyerarşik bakışlar ve mühendislik, Kemalizm’le kesişim noktalarıdır.

Sur için yapılan Toledo çıkışı da bu mühendislikçi anlayışın mı göstergesi? Burada hedeflenen, Kürt coğrafyasındaki o sosyolojiyi dağıtıp, zorunlu göçe tabi tutup, mekanı ve insanı hafızasızlaştırmak mı?

Kentleri, insanlar yapar. Sonra da kentlerle insanlar arasında bir etkileşim başlar. Buna da “medeniyet” demişiz. Kentleşmeyle birlikte kültür yerini medeniyete bırakmış. “Burası Toledo olacak, olsun!” Keşke hafızasızlaştırmayı hedefleyecek kadar ince bir planları olsa! En azından, karşındakinin ne yaptığını ve yapacağını bilirsin. Bu kadar insicam sahibi değiller! Otoriterleşme dışında bir hünerleri ve sorun çözme kabiliyetleri yok.

Söyleşinin tamamını okumak için tıklayın... 

 

Editör: Wan Haber