Yitirdiklerim vardı. Kaybettiklerim. Sevdiklerim, özlediklerim, ertelediklerim. Öyle birikmişti ki içimde, öyle yoksundum ki her birinden. Birden çıka geldin karşıma. Martının bir simit parçacığını havada yakalamasıydı gelişin. Öksüz bir çocuğun bayramlık gülüşüydün. Fırtınalar kopardın içimde. Tanıdık bir sestin. Tanıdık bir gülüş tanıdık bir kokuydun. Öyle bir yerde, öyle bir zamanda çıktın ki karşıma Nazlıcan, sana dokunmak duldasız bir sıcakta güneşe dokunmak gibi bir şeydi. Çocuk ellerimle beslediğim bir güvercin misaliydin. Tutmak istiyordum seni. Kaçıyordun ama uzaklaşmıyordun. Uçup gidiyordun ama göğünsün kafesinde uyumak istiyordum. Peşini bırakmıyordum. Senin, ben daha çocukken ürkmesin diye Tuzluçayırda bir gecekondu yoksulluğunda çocuk ellerimle beslediğim mavi gagalı, mavi kanatlı güvercin olma ihtimalin var mı Nazlıcan. Güneşten önce doğardım sabaha. Gün mavi olurdu, güneş mavi, sen mavi. Uçup giderdin gökyüzüne ben ardından mavi gülücükler savururdum. Çocuk yüreğim dayanamazdı, ağlardım…

Yıkık bir gecekondu karanlığıydı evimiz. Güneş sıvasız duvarlardan vururdu içeri. Bir zeytini üç kez ısırarak yerdim yoksul bir sofrada. Haydar ekmeğinden artırırdı Fatma çayından. Biri babamdı diğeri annem. Dünyanın en keyifli işiydi çocuk munzurluğuyla onlara ismiyle hitap etmek. Senin Fatma olma ihtimalin var mı Nazlıcan. Küçücük ellerimi küçücük elleriyle ilk Fatma tutmuştu. Belki de bu yüzden benim ellerim hiç büyümedi. Bir trafik kazasında kaybetmiştim o’nu. Henüz kurumamış çamurlu bir toprağa sarılıp saatlerce ağlamıştım. Şımarınca ismiyle hitap ederdim o’na. Çünkü o güne kadar en çok ona şımarmıştım. Bilirsin Nazlıcan insanın hayatta en önemli şeyidir şımaracağı birinin, nazlanacağı birinin olması! Senin çay karası sabahlarda, annem ve babamla birlikte bir bardak çay içerken, demliğin ağzından süzülen buhar olma ihtimalin var mı Nazlıcan. İçime çekerken içimi acıtan! Senin şımarınca beni göğsüne yaslama ihtimalin var mı Nazlıcan. Konuştukça acıyan sustukça kanatan…

Sonra sarışın bir aşka dönüşürdü hayat. Gün okul olurdu saatler Hatice. Ortaokulda tanımıştım o’nu, sonra lisede buluşmuştuk! Senin öğle tatilinde evden getirdiğimiz yiyecekleri birleştirip okulun bir köşesinde oturarak yan yana yediğimiz Hatice olma ihtimalin var mı Nazlıcan. Issız bir sokakta yüzüm kızararak öptüğüm, yazdığım aşk şiirlerini okurken utancımdan öldüğüm! Oysa ağır bir sevda yüküymüş omzuma yüklenen. Oysa hiç büyümeyen bir filizmiş serseri bir kurşunla körpecik yüreğini de alıp toprağa düşen. Senin; Lise 2’de evinde pankart hazırlarken silahla öldürülen Hatice olma ihtimalin var mı Nazlıcan. Pankartta ne yazdığını hiç bilmediğim, yüreğime “Keşke birlikte susabilseydik” diye cümlelerle gömdüğüm…

Çoğu zaman takvimlere sığmaz hayat. Seneler geçerde birbiri ardına yürekte biriken sızılar geçmez. Zaman için ilaç derler. Oysa iyi edendir ilaç, dindirendir, sarandır, sarmalayandır. Senin; yürekte biriken sızımı dindirme ihtimali var mı Nazlıcan. Elini vererek elime, başını koyarak omzuma, zamanıma ortak olabilme ihtimalin, kalbimde kanayan yarayı sarma ihtimalin var mı? Çocukken gökkuşağının altından geçmek için hızla koşardım. Seni gördüm gökkuşağını gördüm Nazlıcan. Durdum öylece, gözlerine durdum. Yüzüne, diline, damağına durdum. Ben durdum gökkuşağı geçti üzerimden. Bütün renkler sendin Nazlıcan. Bütün renkler sen. Senin; renklerin bir bir solduğu hayatımda gökkuşağım olabilme ihtimalin var mı Nazlıcan? Havayı nefesimden alan, suyu dudağımdan damlayan gökkuşağım olabilme ihtimalin var mı? 

Birini özlemek alışkanlıktan değildir Nazlıcan. Yemek yemekte alışkanlıktır.

Ama yemeği insan özlediği için değil acıktığı için yer. Oysa birini özlemek başka bir şeydir Nazlıcan. Kelepçenin bilekten sökülmesi gibi! Öyle bir zamanda çıktın ki karşıma seni gördüm tüm özlemlerim sende birikti. Söküldü bileğim kelepçeden. İşte tamda şimdi gülüşün düştü aklıma. Çayıma bir kaşık sensizlik attım içiyorum aşkına. Artık birini özlemek seni özlemektir Nazlıcan. Çünkü özlemek birine öncelik vermektir. Senin yanımdayken bile özleyebileceğim sevgili olma ihtimalin var mı Nazlıcan.

 İçimde bir aşk var Nazlıcan. Bana hüzün verip sana aşeriyor. Ne yapayım elimde değil. Haddimi bilmeden haddinden fazla seviyorum. Bu yüzden beklide haddimi sürekli aşıyorum. Bir daha mı Nazlıcan? Bir daha mı? Ne haddime demem yine aşarım. Senin; haddinden fazla sevebileceğim sevgili olma ihtimalin var mı Nazlıcan? Bak şimdi soğudu hava. Göçmen kuşlarda gitti kaldım bir başıma. Senin sabahın ilk ışığı gibi yüzüme vurma ihtimalin var mı Nazlıcan? Hayatın bütün renklerini içine katarak kanaviçe işlemeli bir yastıkta benimle uyanabilme ihtimalin var mı? Yüzüne konuşup kulağına türküler söylediğim, elini tutup gözlerine susacağım sevgili olma ihtimalin var mı? Senin; bir eşya misali benim değil bir sevgili misali benimle olma ihtimalin var mı Nazlıcan?

Bir kelebek olsaydım omzuna konardım. Seyre dalardım göğsünü kanadımı orda çırpardım. Öyle uzak durma Nazlıcan kanadımı kolumu kırma. Hadi uçup birde gözlerine konayım. İki kaşın arasına dudak ben olayım. Bir sen varsın artık birde senden sonrası. Öncesi çizik ve de yitik. Benim olup da senin için atan kalbime kalbinde bir yer var mı Nazlıcan. Şu yalan dünyada yalandan da olsa yalan söylemeden aşka birlikte bir “kelebek” misali kanat çırpma ihtimalin var mı?