Kadın hakları savunucuları ve kadın örgütleri, 2012'nin kadın hakları mücadelesini, en önemli gündem maddelerini bianet'e anlattı.

Kadınların yıllık değerlendirmelerinde, tahmin edilebileceği gibi kürtaj yasağı tartışmaları ve erkek şiddeti sorunu öne çıktı.

"Şiddeti değil boşanmayı engellemeye öncelik veriyorlar"

Filiz Karakuş, Sosyalist Feminist Kolektif: 2012 kadınlar üzerindeki baskı ve şiddetin arttığı bir yıldı. Aynı zamanda da mücadelenin güçlendiği, kazanım yılı oldu. AKP iktidarı "kadın değil aile, kadın ancak aile içinde var" zihniyetini 2012 yılında her politikasında uyguladı. Üstelik bu politikasını kadınların çıkarını düşünüyoruz, iddiasıyla sürdürdü. 8 Mart'ta çıkan erkek şiddetine karşı yasadaki kimi olumlu yaptırımlar kadınların mücadelesiyle formüle edildi. Uludere katliamını kürtajla özdeşleştirme ve Başbakan'ın "kürtaj cinayettir" söylemi kadınların mücadelesiyle boşa çıkarıldı.

Ancak önümüzde çok zorlu günler var. Kadınları aileye, kocaya mahkum eden patriarkal sistem AKP iktidarında güçlenerek sürdürülüyor. Eğitimde 4+4+4 sistemi, ilköğretimde kılık kıyafet serbestliği uygulamaları, eşitsizliği pekiştiren uygulamalar aynı zamanda. 2003'den beri varlığını sürdüren Müftülüğe bağlı Aile irşat büroları hızla sayısını arttırıp, boşanmaları engellemek, kadınlara erkek baskısı karşısında itidal tavsiye etmek için çalışmalarını sürdürüyor. Aile Bakanlığı, her yıl yüzlerce kadının boşanmak istediği için öldürüldüğünü yok sayarak, şiddeti değil boşanmayı engellemeye öncelik veriliyor. 2013'ün ilk aylarında Meclis gündemine gelecek kürtaj yasası da yine kadınları kuluçka olarak gören, kürtajı fiilen yasaklamayı hedefleyen bir yasa. Kadınların önümüzdeki süreçte devlet eliyle, kocanın da desteğini alarak  kürtajdan vazgeçmeleri için ikna sürecine tabi olması ise başlı başına şiddet. Kadınlara kreş yardımı, doğum izninin uzatılması gibi yasal değişiklik önerileriyle bakım hizmetleri kadınlara sabitlenmeye devam ettiriliyor. Bunun ücretli çalışmadaki karşılığı ise ucuz-güvencesiz işler. Kadınların istihdama katılmaları politikalarında da merkeze aile yaşamını riske atmamak hedefleniyor.

Dolayısıyla 2012 yılı kadınların aileye, aile içinde erkeğe mahkum edilmeye çalıştığı yıl oldu. 2013 yılı  "Aile yıkılmayacak kale değil. Aile dışında hayat var" ütopyamızı daha yüksek sesle dillendireceğimiz bir yıl olacak.

"İstenmeyen gebelik 'ilahi lütuf' değil, kadının çilesidir"

Hülya Uğur Tanrıöver, MEDİZ: 2012'nin en önemli kadın hakları gündemi kadınların doğurganlıklarını denetleme hakkının kısıtlanmasına yönelik girişimler ile kadın cinayetleri ve şiddetti.

İlkini "kürtaj"ın resmi söylem ve kurumlar tarafından suç kapsamına alınması olarak da özetleyebiliriz. Gebeliği, özellikle de "istenmeyen" gebeliği, erkeklerin tasarrufu ve çoğunlukla açık ya da gizli tecavüz, zorlama gibi şeylere maruz kadınların çilesi (ya da en iyi olasılıkla, cinsel bilgiden mahrum bırakılmış kadınların maruz kaldıkları çok ciddi bir sorun) olarak değil de "ilahi" bir lütuf olarak gören mantığın, yasal kısıtlama ve daha da önemlisi kurumsal takip, caydırma-bezdirme taktikleri ile kadın bedenleri üzerinde de diktatörlük kurması en vahim gelişmelerden biri bence. Ailemde yaşadığım için biliyorum; gebe kadınlar aile hekimleri ve sağlık merkezleri tarafından "taciz" düzeyinde takip edebiliyorlar. Öyle ki en istenen gebelikte bile kadınları isyana sürükleyen bir denetim/gözetim mekanizması kurulmuş durumda. Bu arada şu "ilahi lütuf"a da değinmeden edemeyeceğim : inançlı kişiler bu yaklaşımı sorgulasalar çok "hayırlı" olur bence. Zira hiçbir ilahi inanç, yaratıcı gücün neden bazı kadınları böyle feci bir biçimde (istenmeyen gebelik gibi feci bir durum) cezalandıracağını açıklayamaz, eğer samimi ise tabii.

Kadın cinayetlerinde gelince, ah-vah dışında somut bir şey yok ortada. Katillerin, tecavüzcülerin "sıfır tolerans"la yargılanacağı bir sistemi oturtmak ne kadar zor olabilir ki? O zaman da ister istemez siyasi iktidar ve yargı bu duruma göz yummakta beis görmüyor diye düşünüyoruz.

"Uludere-kürtaj benzetmesi 'bu kadar da olmaz' dedirtti"

Sosyalist Kadın Meclisleri: 2012 yılına girerken yaşanan Roboski katliamı, SKM ve kadın örgütlerinin de gündemi haline geldi. Erdoğan'ın "Uludere katliamsa, kürtaj da katliamdır" sözü bu kadar da olmaz dedirten olay oldu. Bu sözün arkasından kürtaj ve sezaryen yasağına dair hükümetin tartışmaları, arkasından gelişen doğum sırasındaki kadın ölümleri eksenli gelişme temel gündemimiz oldu. 2012 yılı kadınlar için; AKP hükümetinin cinsiyetçi, ırkçı, milliyetçi politikaları nedeniyle artan kadına dönük şiddet, tecavüz, kadın ölümlerinin yükseliş yaşadığı bir yıldı.

Hükümetin, cinsiyetçi politikalarına karşı örgütlü, politik kadınların yürüttüğü mücadeleye hükümetin saldırıları, tutuklamalar, gözaltı vb yıldırıma politikasına karşı birleşik, örgütlü kadın mücadelesinin de geliştiği, güçlendiği bir yıl olması da kadın hareketinin kazanım hanesine yazılan bir artıydı.

Kadına dönük şiddet uygulayanların ağırlaştırılmış hapis cezası alması da yine bu birleşik bir kadın mücadelesinin ortak kazanımı olarak belirtmek gerekir.  Eskişehir'de Öznur Uluişiden adlı çocuğa tecavüz edip öldüren H.K. adlı katilin ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alması, Filiz Akboğa'yı öldürmeye teşebbüs eden eski koca C.K.'nin on yıl ceza alması kadın mücadelesinin ortak kazanımı olarak görülmeli.

"Kadın bakanlığı, Aile bakanlığı oldu"

Şahika Yüksel, Türkiye Psikiyatri Derneği: Bence 2012'nin en önemli kadın hakları gündemleri kürtaj ve sezaryene kadının kendisinin değil devletin karar verecek olması ve kadın bakanlığının kaldırılıp Aile  Bakanlığı olmasıydı.

"Muktedire mahrumiyetin bol yıldızlı senesi oldu"

Ülkühan Zekioğlu, Medyanın Cinsiyeti programı yapımcısı (Nor Radyo): Şüphesiz, 2012'i de, milyonlarca yıldır devam eden "muktedire mahkumiyet"in bol yıldızlı senelerinden biri olarak tarihteki yerini aldı. Hatıramdan çıkartmaya bir an bile müsaade etmeyeceğim en önemli gündem; Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, gerilla cenazelerine katılan ve o gençlerin anneleri olan kadınlara ve tabii BDP'li kadın milletvekillerine "Kadın değil, taş kalpli cani" demiş olmasıdır. Bu sözleri sarf ettiği yerin, evlatları ve kocaları "zorunlu askerlik yolunda ya da intihar süsü verilerek ölen/öldürülen" kadınların bir araya getirildiği bir konferans olmuş olması ve o kadınların yakalarına "kutsal ana" apoletlerinin takılması, buna maruz kalmış olmaları durumun daha da vahim olduğunun resmiydi aslında. "Onlar bırakın anayı, kadın değil" diyen Başbakan'ı, ailenin sürekliliğinden sorumlu bakan Fatma Şahin avuçları patlarcasına alkışlıyordu. Aynı partinin başka bir "kutsal kadın"ı Ayşenur Bahçekapılı da o saatlerde, Roboskili annelerin "Katil kim?" sorusuna "Tepemi attırmayın, beni sinirlendiriyorsunuz..." diye cevap veriyordu.

Kadınlar olarak; cebinde nüfus cüzdanını taşıdığımız ülke tarafından, "Kimin anası" olduğumuz sorusuna maruz kaldığımız,  "Asker doğuran analar" ve "PKK'li doğuran caniler" olarak bizzat Başbakan tarafından ikiye bölündüğümüz bir yıl oldu, hayırlı olsun. Oğlan doğuran ile kız doğuran arasında ayrım yapılan çağdan bu yana geldiğimiz nokta, sizce de şahane değil mi?

Editör: Wan Haber