Yazı dizisinin son bölümünde IŞİD'in ideolojik ve teolojik temelleri üzerine yazmış araştırmacı gazetecilerin yazılarına ve çalışmalarına yer vereceğiz.

Kendi çalışma alanlarımın ve bilgi birikimimin dışında kalan ama IŞİD'i anlamak açısından çok önem taşıyan bu tartışmaları, bu konuda yazdığı bir yazı ile gündeme taşıyan Kanadalı gazeteci Graeme Wood'un The Atlanticdergisinde Mart 2015 tarihinde yayınlanan “IŞİD Gerçekten Ne İstiyor” yazısına doğrudan atıf yaparak kaleme aldım.

Oldukça uzun bir yazı olan “IŞİD Geçekten Ne İstiyor” Graeme Wood'un bugün IŞİD'in çok bilinen  önderlerinden olmayan ama ideolojik ve teolojik temelleri üzerinde söz söyleyen IŞİD üyeleriyle yaptığı doğrudan görüşmelere ve bu konudaki tartışmalara dayanıyor.

 IŞİD ne değildir? 

Graeme Wood yazısına çok çarpıcı bir cümle ile başlıyor:

“IŞİD, bugün medya ve basında tanıtıldığı gibi psikopatların bir araya gelip kurdukları bir örgüt değildir. Üzerinde çok çalışılmış ve düşünülmüş bir dizi dini inanca dayalı, bugün içinde yaşadığımız dünyanın sonunu belirleyecek olan 'Apocalypse', yani 'kıyamet'in Kuran'da yer alan tanımları üzerine kurulu, geleceğe yönelik bir öngörüye dayanan bir siyasi yapıdır.''

IŞİD ya da kendi tanımlarıyla “İslam Devleti” ilke olarak barışa karşıdır, soykırım yapmayı caiz kabul eder ve kendi tanımları ve dini inançları gereğince her türlü değişime karşı durmak zorundadır. 

Yine kendi görüşlerine göre artık çok yaklaştığımız “kıyamet” gününün ise baş aktörlerinden biri olmaya adaydır. Bu nedenle kıyamet günü senaryosu bu örgütün stratejisi içinde gerçekliğe karşı kurulmuş alternatif bir dünyanın varlığına işaret eder.

Selefi cihat anlayışı

Bugün IŞİD'in varlığı ile birlikte artık tek bir Selefi cihat anlayışı yoktur. Afganistan'ın 1998 yılında işgali ile başlayan Selefi cihatçı hareket bu yazı dizisinde de anlattığımız gibi bir çok evrelerden geçmiş ve kendi içinde yaşanan tartışmalar ve bölünmelerle bugüne gelmiştir.

El Kaide'nin ve IŞİD'in ideolojik temelini oluşturan Bin Ladin ve Zerkavi'nin hocası Filistin kökenli Ebu Muammed el Makdisi, Zerkavi ve IŞİD’le sonradan yollarını ayırmış ve IŞİD'in eylemlerine karşı çıkmıştır.

Türkiye’de olduğu gibi İslam ülkelerinin bir çoğunda IŞİD'in vahşi katliamları, korkunç videoları, şeriat adına uyguladığı yöntemler büyük tepkilere neden olmuş ve IŞİD ''İslam dışı bir terör örgütü'' olarak tanımlanmıştır.

''İslam dışı'' mı?

Graeme  Wood makalesinde IŞİD üzerine çalışan ve konunun uzmanı olan Princeton Üniversitesi’nden akademisyen Bernard Haykal ile tam da bu konuyu tartışıyor.

IŞİD gerçekten İslam dışı mıdır? Lübnan asıllı, seküler bakış açısına sahip  Haykal IŞİD'in İslam dışı olduğu yorumuna karşı çıkıyor. 

IŞİD ona göre Kuran'a bağlı, dini bir yapıdır. “İslam barış dinidir” gibi tanımlamaların da gerçeği yansıtmadığını,  IŞİD'in savunduğu Muhammed Peygamber döneminin  savaşlar ve çatışmalarla geçtiğini ve IŞİD'in de bu dönemin savaş kurallarını ve kodlarını savunduğunu söylüyor. 

''Uygulamalar''/''yöntemler''in kökeni

Bu kurallar ise bugünkü modern Müslümanların kabul etmek istemedikleri bazı uygulamaları içeriyor.

Kölelik, çarmıha germe, kafa kesme gibi uygulamalar, yedinci yüzyılda  kabul gören ve düşmanı cezalandırmak için kullanılan yöntemlerdi.

IŞİD yüzyıllardır unutulmuş bu uygulamaları tekrar gün ışığına çıkarmış, Kuran’da bu konuya ilişkin söylenenleri uygulamayı kendilerine verilmiş bir görev olarak kabul ederek, yaptığı tüm vahşetin aslında İslam'ın gerçek değerlerini savunmak olarak yorumlamıştır.

 Hilafet için toprak gerek

18. Yüzyılda Arap yarımadasında ortaya çıkan Vahabi akımı benzer görüşlere yer verse de arada ciddi bir fark vardı. Vahabi akımı “kafirler” ve düşmanlarla çevrili olmadığı için zaten Müslümanların yaşadığı toprakları ele geçirmek için savaşıyordu. 

IŞİD ise tıpkı Müslümanlığın ilk dönemleri gibi, düşmanlarla çevrili bir ortamda İslamı korumak ve yaymak üzere kutsal toprakların yeniden fethi gibi bir gündemle ortaya çıktı.

Müslümanların birliği için hilafetin yeniden kurulması gerekiyordu, hilafetin kurulabilmesi için üzerinde hükümranlık kurulacak topraklara ihtiyaç vardı. Bu gündem tüm Orta Doğu'nun yeniden şekillenmesi demekti.

Mubahtı

Müslümanlığın ilk  dönemlerinde düşmanlarla savaşırken, kafa kesme, çarmıha germe, kadınları köleleştirme gibi uygulamalar mubah, hatta gerekli görülüyordu.

“Sizin Roma'nızı fethedip haçlarınızı parçalayıp, kadınlarınızı köleleştireceğiz.  Eğer bizler o günleri göremezsek, çocuklarımız ve torunlarımız, sizin çocuklarınızı esir pazarında köle olarak satacaklar.”

Bu sözler, IŞİD sözcüsü Ebu Muhammed el Adnani'ye ait.

Daha sonra Sancar bölgesinde Ezidi halkına  yapılan saldırı ve kadınların kaçırılarak esir olarak IŞİD savaşçılarına sunulmaları ve bunun Kuran ve şeriata uygun olduğu bu  gündemin hayata geçirilmesinden başka bir şey değildi.

Hilafetin yeniden kurulması

IŞİD'e göre Hilafetin yeniden kurulması tüm Müslümanların ortak amacı ve görevi olmalıdır. Bu görev bin yıldır yerine getirilmemiştir. Osmanlı hilafeti, hem Şeriat'ı olması gerektiği gibi uygulamadığı, hem de halifeleri Muhammed Peygamber soyundan gelmediği için meşru değildir.

 Bir Müslümanın bir halifeye biat etmeden ölmesi, onun  gerçek bir Müslüman gibi yaşamadığını gösterir. Bu noktada ilginç bir not var, bunları söyleyen kişi daha sonra Osmanlı hilafetinin ortadan kaldırıldığı 1924 yılı ile yeniden kurulduğu 2014  yılı arasında ölenlerin inançsız kişiler olarak öldüklerini söylüyor.

İslam'da Kıyamet

Geleceği bilebilen bir tek Tanrı'dır. Tanrı, fanilere gelecekle ilgili bazı ip uçları vermiştir. IŞİD, bu ipuçlarını okumak ve anlamlandırmak konusunda diğer cihatçı hareketlerden ayrılmaktadır.

El Kaide dünyevi sorunlarla ilgilenen bir örgüt olarak Arap yarımadasından bütün Müslüman olmayan herkesin atılması, İsrail devletinin ortadan kaldırılması, Arap dünyasındaki dikta rejimlerinin yıkılması gibi sorunlara eğiliyordu. 

Bin Ladin'in Kıyamet'ten söz etmesine çok ender rastlanır.

Ladin ve Zevahiri

Brookings Enstitüsünde çalışan ve IŞİD üzerine çalışmalar yapan Will McCants, bin Ladin ve Eyman el Zevahiri'nin elit Sünni ailelerden geldiklerini ve bu tür spekülatif ve gerçeğe dayalı olmayan bilgileri  kitlelerle yayılan, aslı olmayan hikayeler olduğunu ve ciddiye alınmaması gerektiğini  söylediklerini anlatıyor. 

IŞİD'in de ilhak ettikleri topraklarda ve şehirlerde yaşayan halklara hizmet götürmek, para toplamak gibi dünyevi uğraşları vardı, ama onlar için bir de “Son Gün “ vardı.

Irak'taki ABD işgalinin son yıllarında Irak İslam Devleti dünyanın sonunun çok yaklaştığını gösteren işaretler görmeye başladıklarını ve İslam güçlerini zafere götürecek olan Mehdi'nin (kurtarıcının) geleceğini söylemeye başladılar.

Bu  söylentiler Bin Ladin'in  kulağına gittiğinde, çok sert bir bildiriyle bu tür hikayelerin yayılmasına bir son verilmesini istedi.

Dabiq dergisi

Ancak Kıyamet senaryoları sona ermedi, hatta gelişti ve yaygınlaştı. Bu senaryo gereğince on iki meşru halife olacaktı ve Bagdadi bunların sekizincisi olarak gelmişti. İslam’ın cihatçı orduları, “Roma” orduları ile Suriye'de Halep'in hemen güneyinde bulunan Dabiq kasabası yakınlarında bir düzlükte karşılaşacak ve zafer cihat ordularının olacaktı.

IŞİD propaganda makinesi bu konuyu sürekli gündemde tutmaya ve geliştirmeye başladı. 2013 yılında İngilizce olarak yayınladıkları derginin adı da Dabiq oldu.

Zerkavi öldürülmeden önce yaptığı bir konuşmada, “Kıvılcım burada Irak'ta ateş aldı ve onun ısısı giderek yükselecek ve haçlı orduları, Dabiq ateşinde yanıp kül olacaktır” diyordu. 

Hollwood filmi gibi

IŞİD'in kendilerine ait TV yayınlarında Ortaçağ'da geçen Hollywood filmlerinden alınan görsellerde atlar üzerinde kılıçlarla gelen savaşçılar gösteriliyor ve gelecek zaferin beklentisi yaratılıyordu.

Cihatçı İslam orduları, Dabiq zaferinden sonra halifeliği genişletmek için ve Roma'nın başkenti İstanbul'u fethederek yağmalanmasını sağlayacak sonra birden işler tersine dönecek ve Deccal (anti-Mesih) Horasan üzerinden büyük ordularla gelip cihatçılara saldıracaktı.

Bu savaşta yenilen cihat orduları 5000 kişi kalacak ve Kudüs’e sığınacaklar ve orada İsa Peygamber Mesih gökten inerek Deccal'ı öldürerek Müslümanları kurtaracak ve kendisi de Müslümanlığı kabul ederek İslamiyet’in tek din olarak yaşamasını sağlayacaktır.

Gerçekten bir süper prodüksiyon Hollywood filmini anlatan  bu hikayeyi gecenin geç bir saatinde okuduğumda bir hayli şaşırdım. Roma olarak tanımlanan düşman aslında Bizans, yani doğu Roma idi ve İstanbul da onun başkenti Konstantiniye olarak geçiyordu.

İstanbul'da Konstantiniye dergisi

Osmanlı imparatorluğu ise Bizans'ın devamı, Türkiye Cumhuriyeti ise sözde hilafeti kaldıran “düşman”dı. Kısacası biz de kafası uçurulacaklar ya da köle pazarında satılacak olanlar kategorisine giriyorduk.

Demek sıra bize de gelecekti. Yattım ve huzur içinde uyudum.

Ertesi sabah kalktığımda her sabah dinlediğim TV programlarının birinde şöyle bir haber geçiyordu: IŞİD, İstanbul'da Konstantiniye adında bir dergi yayınlamaya başladı. Demek hazırlıklar başlamış, kıyamete doğru yol alıyorduk.

 Bir yeni kitap

Bu tuhaf tesadüften sonra bu konuyu araştırmaya başladım ve karşıma çok yeni basılmış bir kitap çıktı. Genç bir Fransız asıllı akademisyenin, Jean Pierre Filiu'nun “Apocalypse in İslam” adlı kitabını Amazon üzerinden bulup aldım ve okudum.

Bu konuyu merak eden herkese tavsiye ediyorum. Kitap, benim gibi bu konuyla ilk kez karşılaşanların bile kolaylıkla anlayabileceği bir dilde Sünni ve Şii teolojide kıyametin nasıl tanımlandığını, İbni Arabi'den başlayıp İbni Haldun'a dek uzanan bir süreçten günümüze kadar getiriyor.

Sonuç olarak IŞİD'in kıyamet hikayesi, bazı ufak yer değişiklikleri dışında (mesela Mesih, yani İsa Peygamber, Şam'daki büyük caminin beyaz minaresinden yükselen beyaz bir dumandan iniyor) Kuran’da ve İslam teolojisinde aynen yer alıyordu.

İslam bugün nerede?

Demek IŞİD Kuran’da yazılanları yorumlayan, dolayısıyla İslam dışı olmayan bir yapıydı.

Öyle ise İslam bugün nerede duruyordu?

Bu bilgiler ışığında aklıma ilk gelen soru şu oldu: benim üstünkörü bir araştırma ile ulaştığım bütün bu sorular, herhalde İslam tarihi ve teolojisi üzerine çalışan ilahiyatçılar tarafından da  biliniyordu.

Biz bu konuda niçin onlar tarafından yazılmış yazılar ve yorumlara ulaşamıyorduk. Onlar yazıyor da biz mi bilmiyorduk? 

Arap dünyasında bu konuda çok geniş bir birikim olduğunu biliyordum, ama Arapça bilmeyen Türkiyeli okurlar bu bilgilere nasıl ulaşacaktı? 

Batı'yı gerçekten eleştirmek istiyorsak, ilk önce kendi evimizi, yani kendi bilgi ve birikimlerimizi sistemli ve düzenli bir biçimde ortaya koymak zorunda değil miyiz?  IŞİD'e karşı mücadele edilecekse ilk önce onun ne olduğunu bilmek gerekli değil mi?

Hedeftekiler

IŞİD'in ideolojik ve teolojik yaklaşımında Şiiler kadar Selefi düşünce dışında kalan Müslümanlar da hedefte. Özellikle de Türkler. Horasan dan gelen ve cihat ordularını yenen güçlerden söz ederken kast edilenler Türkler mi? 

Türklerin yanısıra IŞİD'in hedefinde olan Kürtler de benzer bir konumda. Kürt siyasi hareketi, Suriye'de savaşan YPG, Kuzey Irak'taki Barzani güçleri, hepsi “düşman” konumundalar.

YPG ve Barzani şu anda bölgede IŞİD'le kara savaşına giren tek silahlı güç konumundalar. ABD'nin hava güçleri destek veriyor ama İŞİD'le savaşırken ölenler  Kobanili gençler oluyor.

Suriye de Rakka ve Palmira, Irak'ta Musul nasıl ele geçirildi ise en başta Halep olmak üzere, başka kentler de tehdit altında değil mi?  İstanbul’un orta yerinde Konstantiniye dergisini çıkaranlar, aramızda yaşamıyorlar mı? 

Melek Ulagay Taylan

Editör: Wan Haber