11’inci Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, “AK Parti’nin esas kurucusu benim. AK Parti’nin hem ilk çıkardığı başbakan benim, ilk cumhurbaşkanı da benim. Cumhurbaşkanlığından sonra da başka bir makam yok, ne yapalım ki. Arkadaşlarımız da şimdi devraldılar. Onların başarılı olmasını istemekten başka bir arzum yok” dedi.

Katar’da yayınlanan eş-Şark gazetesine konuşan Gül, “Enerjinin sadece siyasette harcanmadığını, enerjisini başka hizmetlerde de harcayabileceğini” belirterek “Şimdilik böyle düşündüğünü” söyledi.


Gül, kendisinin yeni dönemde Türkiye-Katar ilişkilerini başlatan kişi olduğunu belirterek, “2002 yılında başbakan olduğum dönemde, ondan sonra da hem Dışişleri Bakanı olduğum hem de Cumhurbaşkanı olduğum dönemde en ileri noktaya geldi. Bunu her iki ülkenin vatandaşları da büyük bir mutlulukla karşılıyor. Baba Emir ile bizim başlattığımız ilişkiler şimdi yeni Emir Temim ile ve Türkiye’deki Hükümet, Cumhurbaşkanı, hep beraber çok güçlü, bir ileri bir safhaya taşınıyor. Hep adım, adım ileri gidiyor” diye konuştu.

“TÜRKİYE-KATAR İLİŞKİLERİ MÜKEMMEL”
Gül, ilişkilerin geldiği noktaya Katar Emiri Şeyh Temim’in Çanakkale Savaşlarının 100’üncü Yılı Anma Törenleri’ne katılımını örnek göstererek, Türkiye’nin ilişkilerinin “Aslında bütün Körfez ülkeleriyle 2002 yılında çok güçlü bir şekilde” başladığını, bütün Körfez ile gelişen bu ilişkilerde Katar’ın istisnai “özel bir yeri” olduğunu aktardı.

İki ülke arasındaki siyasi ilişkileri “mükemmel” şeklinde tanımlayan Gül, ilişkinin ekonomi gibi diğer alanlarında daha yapılacak şeyler olduğunu sözlerine ekledi.

2002’DEN BUGÜNE TÜRKİYE
Türkiye’nin 2002’den bu yana gösterdiği gelişimden de bahseden Gül, “Bu tarih öncesinde Türkiye’de siyasi açından çok kırılgan bir dönem olduğunu belirterek, tek başına hükümet olmanın siyasi, ekonomik, hukuk reformları gerçekleştirme imkanı sağladığını, bu reformların da ekonomik, demokratik ve hukuk standartlarını yükselttiğini ve güçlü hale getirdiğini” kaydetti.

Yapısal reformların ekonomi alanında çok güçlü büyüme eğilimi olarak sonuç verdiğini belirten Abdullah Gül, dış politikada da iki önemli adım olduğunu şu sözlerle anlattı:

“Biri bütün İslam ve özellikle Arap coğrafyasıyla Türkiye yeniden buluştu ve çok özel stratejik bir bakışla bütün Arap dünyası, Körfez ülkeleriyle ilişkilerimizi yeniden ele aldık. Bizim bu açılımımız bütün Arap halkları tarafından büyük bir coşkuyla karşılandı. Adeta kardeşlerin birbirini tekrar keşfetmesi gibi oldu. Diğer bir dış politika ayağı da aynı zamanda bir Avrupa ülkesi de olan Türkiye, Avrupa’da toprağı olan Türkiye Avrupa Birliği (AB) ile müzakerelerini hızlandırdı ve tam üyelik müzakerelerine başladı.”

Gül, “7 Haziran genel seçimleriyle ilgili, istikrarın önemli olduğunu halkın bu önemi her zaman gördüğünü” belirterek, “Kanaatinin istikrarın devam edeceği yönünde” olduğunu söyledi.

“CUMHURBAŞKANLIĞI’NDAN SONRA BAŞKA BİR MAKAM YOK”

Kendisine “Yeni bir parti kurma düşüncesi olup olmadığı” sorulan Gül, şunları kaydetti:

“AK Parti’nin esas kurucusu benim. Ak Parti’nin hem ilk çıkardığı başbakan benim, ilk cumhurbaşkanı da benim. Cumhurbaşkanlığından sonra da başka bir makam yok, ne yapalım ki. Arkadaşlarımız da şimdi devraldılar. Onların başarılı olmasını istemekten başka bir arzum yok. Enerji sadece siyasette harcanmıyor. Enerji başka türlü de, hizmetlerle değerlendirilebiliyor. Şimdilik böyle düşünüyoruz.”

İslam aleminin iyi yönetim denen terimi gerçekleştirmesi gerektiği tavsiyesinde bulunan Gül, İslam ülkelerinin ve her bağımsız ülkenin kendi içerisinde “her bakımdan iyi bir yönetim tarzını, hak hukuk, adalet kurallar, şeffaflık, hesap verebilirlik, hizmetlerin en etkin şekilde sağlanması” halinde İslam aleminin de yükseleceği tavsiyesinde bulundu.

“ACILAR HERKESİN ORTAK ACILARIDIR”
1915 olaylarına ilişkin Ermeni iddiaları ve ABD Başkanı Obama’nın konuya ilişkin bu yılki mesajında “soykırım” ifadesini kullanmamasıyla ilgili değerlendirmesi sorulan 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, şunları kaydetti:

“O zamanki büyük topraklarda Osmanlı Devleti içerisinde Müslümanların dışında, Türkiye’nin Ermeni vatandaşları da vardı tabi. Bu sıkıntılı dönemlerde Dünya Harbi’nin özellikle Ruslar tarafından çok tahrik edildi. Onların Anadolu’da ayaklanmaları karşısında devlet bazı tedbirler almak durumunda kaldı ve onları yeniden başka yerlere yerleştirme kararı aldı. Bu karar sadece Ermeni oldukları için bir nüfusa karşı alınmadı çünkü İstanbul’daki Ermeni nüfusa bir şey yapılmadı hatta bir çok Ermeni vatandaş devletin çok önemli kademelerinde büyükelçiler, bakanlar kurulunda, adalet mahkemelerinde, görevlerine devam ettiler. Ermeni kiliseleri de açık oldu.

Maalesef ki o gün o savaş şartları altında alınan o kararda yüzbinlerce Osmanlı Ermeni vatandaşlarının yer değiştirmesine sebep olduğu için tabi ki çok acılar çekildi. Kim olursa olsun tabi bunlar acılar herkesin ortak acılarıdır. Müslüman Türkler de çok acılar çektiler. Müslüman Türkler de Balkanlar’dan yüzyıllardır yaşadıkları topraklardan göçlerle terk edip geldiler. Yeni Türkiye Cumhuriyeti kurulunca o zamanki liderler yeni nesillere düşmanlık aşılamamak için tarihin bu sıkıntılı acılı dönemlerini aktarmadılar. Ama daha sonraları özellikleri batı dünyasındaki Ermeni diasporası bu acıları düşmanlık noktasına ve intikam noktasına getirici faaliyetler içinde oldular. Bu bir nevi de dışarıda kendi aralarında dayanışma için büyük bir motivasyon oldu onlara. Bazı ülkeler özellikle Batı dünyasında Müslümanlara da çok sempatisi olmayan ülkelerde parlamentolar bunu soykırım olarak anmaya başladılar. Bu kararı alanlara bu konuyla ilgili biraz tarihi bilginizi anlatır mısınız deseniz, hiç bir şey bilmeden bu kararları aldılar. Onun biçin biz hükümet olarak benim de Dışişleri bakanı olduğum dönemde inisiyatif aldık. Türkiye ile Ermenistan ortak bir tarih komisyonu kursun bunlar isterse ABD, Ruslar da katılabilir. ‘Netice ne ise, bunu hep beraber kabul edelim’ dedik ama böyle bir tarih komisyonu bilim adamlarından oluşacak bir tarih komisyonuna da maalesef hiç razı olmadılar. Bütün teklifimiz hatta bütün New York Times, Washington Post gibi dünyanın önde gelen gazetelerinde tam sayfa bu çağrıyı yapmıştık biz.”

“ÇAĞDAŞ OLMAK KAFANIN İÇİNE BAKMAK”
Abdullah Gül eşi Hayrunnisa Gül’ün Cumhurbaşkanlığının ardından Çankaya köşküne yerleşen ve Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki ilk başörtülü “first lady” olmasıyla ilgili soruyu şu sözlerle yanıtladı:

“Öncelikle çağdaşlıkla Müslümanların herhangi bir çatışması mümkün değil. Maalesef bir zamanlar bizim büyük bir sıkıntımız vardı. Yanlış bir laiklik anlayışından kaynaklanıyordu. Başörtüsü veya dindarlık bunlar şahsi şeylerdir. Bunlar insanların kendi tercihleri. Bunları yasaklı hale getirmiş olmak maalesef bizim büyük bir hatamızdı. Bunların çok demokratik mücadeleleri, hukuk mücadeleleri verildi. Neticede halk da zaten bunu hiç bir zaman kabul etmediği için şimdi bu yasakların hepsi kalktı, tarih olmuş oldu. Şimdi herkes özgür. İsteyen başörtüsü kullanır, isteyen kullanmaz herkes üniversiteye gider. Herkes devlet hizmetinde de olabilir kılığına kıyafetine değil kafasının içine bakılıyor. Çağdaş olmak kafanın içine bakmak, dışına değil. Bu bakımdan da bazı ilkleri biz yaşamış olduk. bazı şeyleri de eşim yaşamış oldu.”

Abdullah Gül, son olarak Suriye, Libya, Irak, Yemen’de yaşananlarla ilgili yaptığı değerlendirmesinde şunları kaydetti:

“Bütün bu konularda içinde bulunduğumuz durum çok utanç verici, çok sıkıntılı. Burada aklı selime ihtiyaç var. Burada yine dayanışmaya ihtiyaç var. Genelde bütün bunların neticesi siyasi çözümdür. Üzücü olan şey, bazı İslam ülkelerinin dünyanın gözü önünde kendilerini insan olarak, kaynak olarak, bütün potansiyellerini tüketiyor olmalarıdır. Bu çok acı.” (AA)

Editör: Wan Haber