Son zamanlarda sürekli konuşulan ancak bir türlü nasıl ve ne şekilde geleceği konusunda kimsenin her hangi bir fikir yürütemediği, aha şimdi aha yarın gelecek denilen kriz gerçekten gelecek mi? Bu konuda bir iktisatçı olarak önce verilere değiniceğim, sonra yeni bir sosyal politikacı olma yolunca ilerleyen biri olarak da birkaç şey anlatmaya çalışacağım.


Türkiye’de 2002’deki tüketici kredileri toplam tutarı 2,8 Milyar TL iken bu rakam 2012’de 170 Milyar TL’yi bulmuştur. Bu veri olumlu ve olumsuz yönleri ile değerlendirilebilir. Büyüyen bir ekonomide mutlaka kredi tutarları yükselecektir ancak yükselişin bu denli olması kaygı verici ve düşündürücüdür. Buradaki asıl ve bence en önemli veri kredi kartı harcama tutarları. 2002’de kredi kartından harcanan miktar 25,7 Milyar TL iken 2012’de 427,7 Milyar TL'yi bulmuştur. Hepimizin cebinde canlı bomba gibi gezdirdiğimiz, gerekli gereksiz her şeyi alabilme fırsatını sunan kredi kartlarındaki bu artaşı nasıl ve ne şekilde yorumlamalıyız. 2002’den 2012’ye 13 kat artan kredi kartı harcamalarına, 57 kat artan tüketici kredilerine karşın vatandaşların alım güçleri hangi oranda değişti?


2002’den 2013’e maaşlardaki net artış tutarlarına bakacak olursak; Kamudaki çalışan işçilerin -%4, Özel sektörde çalışan işçilerin %5, Kamu’da çalışanların %45 ve asgari ücrette %60 oranında bir artış olmuştur. Bu dönemde artan seyirde olan maaşlarla neler yapıldığına bakacak olursak, 2005-2006 yılları arasında 41 milyon TV, 2005-2012 yılları arasında 54 Milyon dayanıklı tüketim malı, 2002-2012 yılları arasında 5 milyon adet daire satılmış. Tüketici kredileri ve kredi kartlarının nerelere harcandığını öğrendiğimize göre şimdi bu durumdan nasıl bir sonuç çıkacağız ona bakmalıyız. 41 Milyon kişinin bankalara borçlu olduğu bir ülkede, bankadan kredi almanın artık bir mesajla çözüldüğü bir sistemde, herkesin paraya ihtiyaç duyduğu bir dönemde bu durumu nasıl düzelteceğiz?


Pamuk ipliğine bağlanmış ve sürekli sıcak parayla terleyen ekonomi efor sarf ederken kaç arpa boyu yol aldığına kurumlar vergisi sıralamasına bakarak anlayabiliriz. Kurumlar vergisi ilk 10’da 2002 yılında sadece 3 banka varken 2012 kurumlar vergisi ilk 10’da 8 banka ve 2 iletişim firması vardır. Şimdi burada kısaca düşünelim, ülkenin en çok vergi ödeyen ilk 10 kurumundan 8’i bankalar ise bu ülkede neler olmaktadır? Mutlaka büyüyen ekonomilerde yüksek risk olacaktır ancak diğer ekonomileri yükselen ülkeler bu dönemde nasıl bir seyir izledi? Dünyadaki artan para arzı döneminde Brezilya, Hindistan veya Güney Kore bu şansı fırsata çevirirken biz inşaat sektörü ile yastık altındaki paraları piyasa dökerek kısır bir hareketlilik sağladık. İnşaat sektörü döviz yiyen bir sektör olması sebebiyle cari açıkta da ciddi sıkıntılar yaratmakta. Peki ülkedeki cari açık ne durumda? 2002’de 0,6 milyar $ olan cari açığımız 2011’de 77,2 milyar TL’ye, 2013’de bir miktar azalarak 65 Milyar $ olmuştur.
Vatandaş ev gibi araba gibi büyük yatırımlara yönelerek yastık altındaki paralarını harcadı, TV, dayanıklı tüketim malları ve mobilyalarını da değiştirerek kredi kartları yüklenip borçlanarak büyük bir riskin altına girdi. Daha önce köyden veya kasabadan hasat zamanı gelen paralarla veya köyden yüklenen paketlerle desteklenen aileler tarım ve hayvancılığın bitmesi ile bu destekten de mahrum kaldılar. Büyükşehirlerde yaşayan orta sınıf büyük bir krizin içerisine doğru sürüklenmekte. Kriz ne zaman gelir korkusunu yaşamıyorum ben, kriz ne kadar derin ve yıkıcı olacak korkusu yaşıyorum. Bu yoldan dönüş var mı? Tren kaçtı mı? İmkânsız diye bir şey yok tabi ki ancak yukarıdaki rakamları tekrar okursak bu durumdan çıkışın hiçde kolay olmadığını anlıyoruz. Radikal

Editör: Wan Haber