Başta kurban bayramı vesilesiyle, inanç, inanan herkesin bayramını kutlayarak yazıma başlamak istiyorum.624 ‘te Medine’de Hz. Muhammedîn Müslüman cemaatte kıldırdığı ilk kurban namazı ardında,uzun geçmişe sahip bir bayramdır, kurban bayramı.O günkü koşullarda kurban amacı, aç insanın yılda bir kez olsada yiyemediği etti yesin anlamında farz kılınmadan,durumu el verenin kurbanla hayrını yerine getirmesi anlamında dini ritüelle dönüşen/ dönüştürülen bayramdır. Tabii zaman ilerledikçe aç tokun eşit yiyeceğine hizmet eden bu bayram,’günah’ ya da ‘baht’ olanın yerini bulması, yerini buldu manasında tanrıya adak adama anlamında başkalaşıma uğrayan hali ontolojik Şamanizm’i andırmaktadır. İlk başlangıç yoksullarazekât verilme temelinde olurken, bu zamanlaamacında uzaklaşarak, insanın tanrıya karşı ahlaki vicdani sorumluluğunu yerine getiren duruma dönüşmüştür. Bugün Mekke’de yapılan kurbanlar ilk amacında oldukça sapmış, tam hayvan katliamına dönüşmüştür. Bugünkü kesilen hayvan etleri fakirlere verilme yerine,koku yayar denilerek, fırınlarda yakılıp, ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır. Amaç aracın yer değiştirmesiyle,ne kötü tabloyla karşılaşılabileceğini gösteren örnek hali almaktadır.  Hayvanı kesme yerine şeker bayramında verilen fitreye benzer gelenek niçin başlatılmasın ki? Pekâlâ, başlatıla bilinir. Nede olsa toplumsallık içinde dara düşene, bir nebzede olsa, dayanışma içinde bulunabilmek için, kurban(lığ)başlatılmıştır. Hayvanın kurban edilmesi yerine, bu yapılırsa, hem amaca daha doğru hizmet edilmiş olur. Hemde amaç aracın yerine geçmemiş olur. Böylelikle de yersiz hayvan katliamın önüne geçilmiş olur.Mesela Avrupa’da Heyva-Sor’a Kürdistanın başlattığıkampanya buna örnektir. Başlatılmış, sona gelmek üzere olan bu kampanyanın ismi,Rojava devrimine bir kurban parasıyla zekâtını sun ya da yerine getir diyerek, hayvan kesimin önüne geçilerek, daha insani, canlıyı koruyan bir kampanyacı örneğini göstermektedir. Bu çağrıya ilgi azda olsa uyanmış durumdadır. İnsanlar ya kurban parası kadar ya da daha az, bu kampanyaya katılım sağlamaktadır.Düşünün Afrika’daki insan açlıktan ölecek, Mekkesokakları mezbaha çevrilecek ve bu etler yakılıp yok edilecek. Peki, nerde kaldı aç insan yılda bir kez et yüzünü görsün, yesin zekâttı! Bence kurban kesiminde ısrar edenler bu soruyu kendine sorsalar hiçte fena etmemiş olacaklar.

  Sayın A. Öcalan son heyet görüşmesinde Demokratik İslam Kongre çalışmaların başlatılmasını önermiş.Buna niçin ihtiyaç duyulduğunun daha anlaşılır kılmak için,Son (Beşinci cilt)savunmasında bazı alıntılar yaparak, ne demek istediğini anlamaya çalışalım. Sayın A. Öcalan İslam’ın çıkış nedenini söyle açıklar:’

 ‘ (…) İslamiyet’i esas olarak dönemin iki, hatta üç hegomonik güç odağını temsil eden Bizans,Sasani ve Habeş uygarlıklarının dört bir yandan Arabistan yarımadasındaki kabile yaşamı üzerindeki etkileriyle gittikçe yoğunlaşan toplumsal sorunlara devrimsel bir yanıt olarak yorumlamak mümkündür.’

 ‘İslam geleneği hem çıkış dönemdeki Arap kabile gerçeğini hem de uygarlık gerçeğini hesaplayarak kendisini inşa etme özelliklerine sahiptir.İdeolojik ve politik olarak iki kültürel seçeneği,yani yoksul kabile kültür seçeneğiyle üst tabakaların kent,sınıf ve devlet seçeneğini sentezleme ustalığını göstermiştir.Dönemin geçiş yolları üzerindeki Mekke kenti iki kültürün en çok karşılaştığı ve sentezleştiği bir yer olma üstünlüğünü ve avantajını yaşamaktadır.Hz. Muhammedin tarihsel önemi bu sentezi başarıyla yapması ve buna damgasını vurmasıdır.İslam devriminin sosyal açıdan en önemli sonucu,katı kabileci toplumdan farklı bir ümmet toplumuna geçiş sağlamasıdır.Arabistan gibi izole olmuş bir alanda binlerce yıllık kabile gelenekli toplumdan ümmet toplumuna geçiş yapmak büyük bir sosyal devrimdir.’

 Niçin son peygamber, niçin son din ve İslam?Bu soruya aynı kitapta söyle cevap vermektedir:’Arap kabile topluluklarının hem içte hem de dışta had safhaya ulaşmış sorunlarına ne Yahudilik ne de Hristiyanlık bir yanıt oluşturabilmiştir.Bu dönemin Yahudiliği ve Hristiyanlığı devrimci özünü çoktan yetirmiş,tutucu kabile ve kavim milliyetçiliğine dönüşmüştür.Geleneksel tanrı kral despotizminin son temsilcileri olan Habeş, Bizans ve Sasani Krallıklarının gerek kendi içlerinde gerekse aralarında yaşadıkları sorunlar ve çatışmalar hem kendilerini zayıf düşürüyor hem de gereksiz kılıyordu.Dolaysıyla Hz. Muhammed’in çöl kabilelerinin diri özgürlük tutkularıyla fetih arzusu taşıyan üst tabakanın cennet diyarları ele geçirme tutkularını yeni bir dinsel gelenekle karşılaması anlaşılırdır.’

Bu alıntıya neden ihtiyaç duydum?Nedeni tüm olgularının ‘Şimdi’içinde hapsedilerek, ele alan bakış açısının doğru olmadığını göstermek ve doğru, yanlışında bir kökeni olduğunu hatırlatabilmek için yaptım. İslam adına cinayet işlemek elbette tasvip edilmez.Ama İslam’a inanç getiren her insanın cinayet işleyeceğini düşünmekte doğru bir düşünüş tarzı değildir. Bu düşünüş tarzını beyinlerimize, bilincimize şırınga edende, son iki yüzyıllık batı kapitalist modernitenin kendisidir. İslam fobiciliği Amerika’nın İkiz küllerinden sonra, bilinçli geliştirilen ideolojik saldırı aracıydı. Bu saldırıyla adeta tarih yeniden haçlı seferine dönüş yapmaktaydı.Amaç İslam’ımı hedeflemekti,yoksa bu hedefi şaş gösterip,Ortadoğu ve Afganistan’ı işgal etmek miydi; Bence İslam fobiciliği bu nedenle geliştirildi. Özel savaş aracı olarak, insan bilinçleri üzerinde oynayarak, Ortadoğu zeminine oturmanın haklılığını, ‘İslam korkutuculuğuna sarılarak yaptı. Saddam’ı oyuna getirip, Körfez savaşına sürüklemesi Kuveyt işgali ve bu işgal sonrasında adım adım Ortadoğu’da yerleşik duruma gelmesi,hep önceden tasarlanan,planlanan zamanı geldiğinde uygulamaya geçen uygulamalardı. ABD İkiz Külle olayının CIA merkezi bir provokasyon olduğu, bir gün mutlaka tarih insanlığa hatırlatacaktır.ABD’nin o meşhur BOP sözcüğü bu dönemin ürünüdür. Bu dönem sonrasında sürülmüş mamuldür. Bu sözcük deyim yerindeyse acı soslu mamuldür. Bu mamulle halklar boğazlatılmış,yerinde yurdunda edilmiş, öz kültürlerinde yabancılaştırılıp, uzaklaştırılmıştır.Halklar katilini gönüllü çağıran, öldürmesine gönüllü razı olanın körlüğü içine düşürülmüştür. Şimdinin kasırga hali bugünlere ait değil,bu geçmişe aittir.Boşuna ne ekersen,onu biçersin denilmemiştir.Biraz daha iyi anlaşılır kılmak için,Kapitalist modernitenin son iki yüzyılda Oryantalizm,misyonerlik,ıslahatçılık çalışmasıyla, Ortadoğu halklarının ne gibi felakette sürüklendiğiniSayın A.Öcalan’da aktaralım:

 ‘Ortadoğu kültürü son iki yüzyılda nasıl fethedildiğini halen kavramış olmaktan uzaktır.Bunu en açık biçimiyle Saddam Hüseyin(Bir kaç yıl sonra Kaddafi, Mübarek,Bin alide buna eklenendir.)’in trajedisinde çıkarsayabiliriz.Gerek yeniden İslamcılık gerek laik milliyetçilik adına son iki yüzyılda verilen sözde bağımsızlık savaşları özünde kapitalist hegemonyayı geliştirme savaşlarıydı.Bu yöntemler(İslamcılık,milliyetçilik)oryantalist ideolojinin birer versiyonu olarak geliştirildi ve kapitalizm adına kendi kendilerini işgal etmeleri temelinde kullanıldı.Hegomonik sistem,birkaç öncü savaş dışında,aslında sisteminin hegomonik yayılışını bu ideolojik ve politik(iktidar)aygıtlarla bizzat Ortadoğu kültürünün elit tabakaları eliyle gerçekleştirildi,geliştirildi.Bu husus çok önemlidir.Gereği gibi anlaşılmadan,Ortadoğu’nun bugünkü halini çözümlemek ve çözmek mümkün değildir.Daha doğrusu,bölge hegomonik sistemin(BOP) yoluyla kaos halinde tutularak,sistemin öz çıkarları temelinde çözümlenip yeniden yapılandırılmaya çalışılacaktır’. Sayın Abdullah Öcalan bu tespiti yaparken,(Bu savunma bu olaylardan bir yıl önce basılmıştı) bir yıl sonra yaşanacak olanları çok isabetli tespit etmişti. Bir yıl sonra ABD hegomonik merkezi güç eliyle, Arap baharı nitelendirilen fırsatla, değişim zamanı denilerek, kurtulmak istediği, politik iktidar sahiplerini bir bir alaşağı ederek, yeni yüzler iktidara getirilmeye çalışıldı. İktidar kılındı. Halklar yene ulus-devlette mahkûm edilerek, yeni ceberut yöneticilerin insafına, emrine terk edilmiş oldular.Belki de en trajik durumu yaşayan Mısır insanı olmuştur.Tavşana kaç Tazıya yakala politikasıyla Murisi iktidara getirilmiş,Murisi az bir ordunun imtiyaz haklarına dokununca, hemen alaşağı edilerek iktidarda alınmış, hapsedilmiştir. Sonuç direnen Murisi yanlıların ağır katliamla cezalandırması olmuştur. Mısırda değişimin bedelli bu kadar ağır olurken, Suriye’de aynı trajedi ilk başlarda kısmi olarak yaşansa da, Mısır kadar ağır olmamıştır. Böyle bir sonun olmaması(Belki bazıları abartılı bulabilir,Ama kesin bu böyledir.)Apocu bilinçle donanmış örgütlü Kürt sayesindedir. Suriye içindeki Kürtler en dinamik, özgürlüksel bilinçle donanan halktır.  Soslamışmezhepçiliğe, milliyetçiliğe, dinciliğe,cinsiyetçiliğe düşmeden,Demokratik-Ulus bilinciyle kaderine karşı sorumlu, ,kendi özgürlüğü kadar, halkların özgürlüğünü esas alan yaklaşımı daha ağır trajedileri engellemiştir.Demokratik Suriye Birliğini esas alması, Demokratik Özerk sistemiyle halkların,kendi milliyetin devrimciözgürlüksel öncü rolünü üstlenmeleri, halkına, halklara güven, umut vermiştir.  İlk başta Suriye durumu kargaşalı belirsizlik içindeyken, bir yıl geçtikten sonra Esad’ın iktidarda kalması düşmemesi,Kürtlerin topraklarında özgürlük sel çabaları, halklara enternasyonalist bilinçle yaklaşmaları ve Hegomonik güçlerin Suriye üzerindeki hesaplarda uyuşamama durumu, Suriye’nin sonunu bir Libya,Mısır,Tunus durumuna düşürmemiş, düşürmekten kurtarmıştır.Suriye’deki Kürtlerin demokratik-ulus farkı, güney Kürdistandaki devlet-ulus uygulamasıyla karşılaştırılırsa, ne demek istediğimizdaha iyi anlaşılır sanırım!Ulus-devlet karakterli Kürt devleti Irak’ın ne yanında ne karşısında,halkların ne ortak birlikteliğinde ne de karşısında olmuştur.Böyle olunca,Hegomonik güçlerin Kaos aralığında kendini yaşatma,iktidarda, kalma, tutunma örneğine benzer bir örnek içinde olmayı, kendisi için çıkar saymıştır.Şaklava sınır kapısını ısrarla tutması,Kendi soydaşlarına uygulanan ambargoda ortak olması,hegomonik güçlerin tas çorbasında beslenen olduğunu daha iyi bize göstermektedir.Eğer Ortadoğu’da halklar kazanmak istiyorsa, Kapitalist modernitenin Napolyon’un Mısır çıkarmasından başlayıp ve o günden,bugüne gelen,batıcı modernite bilincinin bizde yarattığı oryantalist kültür alışkanlıklarıyla mücadele etmek ve yeniden Demokratik Uygarlıksal öz ana kültür bağıyla buluşmak temel hedef olunmalıdır.Çaba,mücadele burada başlatılırsa,bugünü daha doğru anlayabilme durumuna gelebiliriz.Batı pozitivist bireyci,iktidarcı düşünüş etkisinde çıkıp, Ortadoğu’nunümmetlik halk gerçeğine denk düşen,karşılıklı dayanışma,paylaşma,bir arada olma,öz kardeşlik bağına bizi daha bir yakınlaştıracaktır. Ancakbu düşünüş tarzı, biz ezilen Ortadoğu halklarını iki yüzyıllık hegomonik güçlerin ceberut yönetimlerinde, oyunlarında kurtaracaktır. Bugünün Hegomonik güçleri, geçmişin Sasani,Bizans İmparatorluklarıdır.Nasıl ki geçmiş Bizans,Sasani,Habeş hegomonik sıkışmışlığı içinde İslam devrimi çıkış yapmış, kendi döneminde üçüncü yol olmuşsa,bugünde halkların demokratik özerk kurumlaşmalarını inşa ederek,, İlk İslam çıkışlı özgürlüksel doğuş yeniden güncelleşebilinir. Ortak demokratik-ulus çatısında biraraya gelinerek, geçmişin kabilecitoplumların Ümmetgerçeğiyle yenidenbuluşula bilinir. Hz.Muhammed döneminde hegomonik güçler Bizans,Sasani, Habeş krallıklarıydı.  Bugünkü hegomonik güçlerde batı Kapitalist hegomonik güçlerdir. Asyalı Çin, Rusya’dır.  Hz. Muhammedin ezilenle,ezeni biraya getirip toplumsal çıkış yapma gerçeği,bugünde dayatıcı bir gerçektir.Bu gerçeğe cevap verecek olan yerli işbirlikçi egemenlikçiSulta rejimleri değil,halkların demokratik-ulus çatısı altında bir araya gelerek,kendi kendini yönetmesi ve bu sorumlulukla hareket etmesinde geçer. Halklar bu bilinç, sorumlulukla bir arada olmayı başardıkça,refah özgürleşmeyi ancak o zaman yakalar. Bu bilinç yerine, mevcut iktidarcı dinci çetelesine takılmaya devam edildikçe, bu şu demektir;  bugünkü kaos ortamı daha çok devam eder ve  insan boğazlaşması/boğazlaştırılmasısürüp gider demektir.

İslam iktidara bulaştırıldıkça, İslam dini özünde uzaklaşıp, başka bir başkalaşıma uğradı.İlk İslam’ın kendisi katı kabileci geri kültüre karşı,Yahudilik,Bizans köleliğine karşı bir çıkıştı.Bu çıkış devrimseldi.Devrimsel olan bu çıkışı manen yeniden doğru yerine oturtmak acil beklenen görevdir.Hegomonik güçlerin lanse edici argümanlarını, demagojik özel savaş araçlarına yemlenmeden, ilk başlangıç olan İslam’ın toplumsal özgürlük karakteri yeniden güncelleştirmek görev sayılmalıdır.Bu yapılmasa, mevcut hegomonik güçlerin kaos aralığında kendini yaşatma araçların figüranları olmaktan kurtlanılmayacaktır.

Özetle İslam yeniden ilk başlangıç haliyle anlaşılmayı bekliyor.Bu İslam iktidar,devlette bulaşmayan ümmet, zekât,fitreyle dayanışma,paylaşma, toplumsal sorumluluğu hatırlatan ayet gerçekliğidir.Yeniden İslam bu noktada doğru güncelleştirilirse,kimin dini sorusu,egemenlerin değil,ezilenlerin ortak toplumsal,toplum olabilme dini, irfanı denile bilinir. Son bir alıntıdan sonra yazımı sonlandırmış olayım.

‘ ‘Muhammedi devrimin temel özelliği,kabile toplumunun üstünde yeni bir topluma everilmeden ve yanı başındaki Bizans ve Sasani imparatorluklarının buyruğuna girmeden,ikisini de aşan yeni politik bir sisteme cesaret etmesi,kendini buna ehil ve yetkili kılmasıdır.Allah kavramını o kadar yüceltmesinin temelinde bu iki devrimsel olgunun, İslami ümmet toplumculuğu ve politik kültürünün doğması yatar.Allah kavramının sosyolojik ve tarihsel çözümlemesi bilimsel bir biçimde yapıldığında,bu iki olgunun önemiyle bağı daha net ortaya çıkacaktır.Allah kelimesinin taşıdığı doksan dokuz tür anlam,aslında siyasal,sosyal ve hatta ekonomik manifestoyu dile getirmektedir.Zaten kendisini’elçi’,’beyan edici’olarak tanımlaması,arkasındaki tarihsel ve toplumsal sentezin yeni kimliğini gayet iyi ve güçlü biçimde açıklamaktadır.Allah kavramını evrenselliği,cihanşümulluğu,haberdarlığı,bilinçliliği,affediciliği,cehennem ve cennet ödülleriyle uyarıcılığı ve mükafatlandırıcılığı yeni sistemin kimliğini buyurur gibi sunmaktadır.

 K.Marks ve F.Engels ‘in kaleme aldıkları Komünist Manifesto neyse,Hz.Muhammed’e indirildiği söylenen Allah’ın Kuran’ı da odur.Birincisi bilimsel ve Avrupai,ikincisi dinsel ve Doğuya özgü kodlarla beyan edilmiştir.Sosyalist toplum ve proletarya diktatörlüğü denen olguların İslamiyet’teki karşılığı ümmet toplumu ve İslami sultadır.Ümmet toplumundaki enternasyonalizm,özgürlük ve eşitlik temaları,sosyalist toplumdaki enternasyonalizm,özgürlük ve eşitlik temalarından daha zayıf değil,daha güçlü ve sistematik olarak dile getirilmiştir. Yine İslami sulta anlayışı,sosyalist diktatörlük anlayışından daha az sistematik değildir.Reel sosyalizmdeki gibi her iki olgu da yüzlerce yıl sistemli ce geliştirilmeye çalışılmıştır.’’

İslam’ın Kürt toplumu üzerindeki etkilerini bu yazıdan sonra yayınlamaya çalışarak, eksik kalan bölümütamamlamış olacağım.Daha fazla okuyucu sıkmadan, şimdilik yazıma burada nokta koyuyorum.

 Hasan Akbaba

Strasburg

 



Yasal Uyarı​

  • Yazarın yazıları, fikir ve düşünceleri tamamen kendi kişisel görüşüdür ve sadece kendisini bağlar.
  • Haber ve Köşe yazılarına yapılacak yorumlarda yorum yapan kişi yasal sorumludur. Sitemiz yorumlardan yasal sorumlu değildir.