Van’da deprem gününden bu tarafa neler yaşandı, nasıl bir yol-yöntem uygulandı, hala nasıl bir yol izleniyor, aklımda kalanları kısaca özetlemeye çalışacağım.
 
Hiç şüphesiz deprem büyük bir felaket. Ölüm, yıkım, göç… Vanlılar, depremle birlikte olabilecek her acıyı kat be kat yaşadılar.
 
Aradan bir yıldan fazla da bir zaman geçti. Tüm Türkiye Van depremine kilitlenmişken, yaşanan sorunların anında, hemen ve mükemmel çözümünü kimse beklemiyordu elbet.  Sorunların çözüm yöntemleri yavaş yavaş netleşmeye başlamışken Türkiye kamuoyunun depreme dönük ilgisi de yavaş yavaş azalmıştı. Kentin yarısı göç etmek zorunda kalmıştı. Dönüşler, yaz aylarında başladı. Neden yaz? Van toparlandığı  için miydi? İlk elden herkes böyle düşünmüştü. Ama dönenlerden dinlediklerimiz, hiç de böyle olduğunu göstermiyordu. Daha çok kamu dinlenme tesislerine yerleştirilen Vanlı depremzedelere ‘misafir’ oldukları hatırlatıldı. Tesislerin ‘yeni ve gerçek misafirleri’ gelecekti. Yaz tatili kapıyı çalmıştı çünkü. İşçinin, emekçinin, çalışanın kazancından kesilen vergilerle yapılan ve herkesin yararlanması gereken bu kamu sosyal tesisleri, ‘asıl sahipleri’ gelince fazlalıklarından, yani yüklerinden arındırılmalı, hatta dezenfekte edilerek bu kâbustan kurtulunmalıydı. Depremzedeler bir an önce gitsin diye, dönüş biletleri bile alınmıştı. Hep çok güzel ilgiden, alakadan bahsettik, 74 milyonun birliğini, sahiplenmelerini aktardık değil mi? Elbette bahsi geçen aşağılama ve mecburi ilgi durumunu herkese genellemek ve ortaya çıkan insani durumun üstünü örtmek açık bir haksızlık olur. Ancak ülkenin çeşitli yerlerine giden depremzedelerin potansiyel Kürt kimlikleri dolayısıyla maruz kaldıkları muameleler, bu durumu yaşayan depremzedelerle yapılan görüşmelerle çok büyük çapta sıkıntılar yaşadıklarını ortaya koyacak devasa bir istatistik eder. Elbette ki bu, tekrar edelim yaşanan felakette ortaya çıkan insani tablonun üstünü örtecek bir gerekçe yapılmamalı, bu ruh önemsenmeli ancak bu yaşananlar da yaşanmamış olarak gösterilemez. Kendini bilmeyenlerin yaptığı ayrımcılığın sadece kişisel olmadığını, bir eğitim ve enformasyon sisteminin sonucu olduğunu kayda geçmek gerek.
 
Sonra bir konteynır dönemi geldi. Tabi çok geç, çok sonradan. Bunun bedelini de çadırlardaki yangınlarda ölen çocuklarımızla ödedik. O zamanki yetkili söylem “Van’ı çadır kent görüntüsünden kurtarmak” biçiminde formüle edilmiş idi. Sanki Vanlılar,  Van’a şöyle bir tepeden bakıp, “ne kadar çağ dışı bir görüntü” demişti de, yetkililer bunu duymuştu. İşte bu aşamada valilik, AFAD, ilgili bakanlıkların “yaraları sardık”, “hayat normale döndü” söylemleri bir ezber olarak Van’a yapıştı kaldı. Van’da yaşamayan ve depreme duyarlı olanların da böyle düşünmesi isteniyordu ki, böyle bir kamuoyu oluşmasına yönelik yapılmış politik yanı ağır basan bir uygulama gibiydi. Aynı oyun ve söylemler hala devam ediyor ve kısmen de başarılı olundu. Ama asıl sorun Vanlının ne düşündüğü idi.
 
Peki, Vanlı ne düşündü?
 
Konteyner, çadırdan iyidir. Bir daire de konteynerden…
 
İşte Vanlı depremzede yavaş yavaş, barınma şekli olarak depremzede olmanın ne menem bi şey olduğunu bu aşamalardan geçerek, görerek ve yaşayarak öğrendi. Nasıl mı?
Kendisine konteynır çıkmayan, çok zor koşullarda ancak bir çadır edinebilmiş kimseler, yıkık dökük evlerine mecbur bırakıldı. Hala hasarlı evinde kalmak zorunda kalan Vanlının sayısı az değil. Şimdi ise konteynırlarda kullanılan elektrik ve suyun bedelinin, evlerine geçenlerin yani sayaçlı elektrik ve su kullananların faturasına yansıtıldığı iddiaları var piyasada. Yıkım mı? Bunun maliyeti de depremzedeye yüklendi. Cebinde parası olan yıktırdı. Ya parası olmayan? Büyük siteler hariç tabi ki.
Kendilerine konteynır çıkanlar şanslı şanssızlardandı. Çünkü onların evleri dahi yoktu. İlk başta işler iyi görünüyordu. Görüntüye çok önem veren yetkili merciler bir dönem konteynır yaşamını ciddiye aldılar. Bakım onarım vs… ama sonra işler değişti. Yani bir yıldan sonra TOKİ anahtarları dağıtılana kadar.
 
Sonra TOKİ’ler de bittiğine göre, artık konteynırlar da görüntüyü bozmaya başlamıştı. Konteynırda kalanlar, devletin sırtında bir yük gibi düşünüldü. Son altı ay hiçbir konteynıra bakım dahi yapılmadı. Sanki bu uygulama, bir yıldırma politikasıydı. Depremzedelerin anlattıklarına göre bu politika; “çıkın artık, yoksa sularınız, elektriğiniz kesilecek” tehdidi ile açıktan da yapılmaya başlanmıştı. Peki, konteynırlarda kalanlar nereye gidecekti? Bir kısmı TOKİ’lere. Peki, büyük çoğunluk olan diğerleri… Onlar da başlarının çaresine bakacaklardı. Peki, başının çaresine bakmak nasıl olacaktı? Önceden 100 TL’ye mahallede bir gecekonduda oturana, şimdi o parayla ahır da yoktu. Depremzedeler “Van’da kiralar ucuzlayana kadar” dediler, “ya da bize bir sorun” dediler. “Ne zaman çıkabilirsiniz diye sorun” dediler. Ama valilik, son gün 20 Ocak demişti bir kere… Vanlı depremzede, o acı hayatına bir de valizede olmanın acısını eklemişti…
 
TOKİ’ler mi dediniz?
 
Nereden tutsanız elinizde kalır bu TOKİ’ler. Her şeyden önce, tamamlanmamış TOKİ anahtarı alan ve tarihe bir ilk olarak geçen Vanlı depremzedeler oldu. Daha başta istenen 1900 TL’ye yakın paraların bir kısmı yakıttı. Hadi o anlaşılmıştı. Ama diğer kalemlere kimse anlam veremedi. Altyapı  maliyetinin bir kısmı depremzededen tahsil edilmeye çalışılıyor şimdi. Depremzede soruyor. “Bu yakıt fiyatını kim belirledi?” Ve tabiî ki en önemli soru; “hani iki yıl boyunca hiçbir ödeme alınmayacaktı?” Altını çiziyorum: “Hiçbir ödeme!!!” Ayrıca Van’ı Ankara’da ‘Yeni Van’ diye fotoğraf sergisinde tanıtmışlar. Hakikaten biraz, insaf vicdan lazım. TOKİ’lerin sorunsuz teslim edildiğini canlı yayınlarla tüm dünyaya anlattınız, gösterdiniz. O yalan-yanlış bilgiler yetmedi, şimdi de aynı yanlışı Ankara’da Van’ı süsleyip cilalayarak ne de olsa resimlerden her şey belli olmuyor düşüncesiyle yutturmaya çalışıyorsunuz. Doğrusu çok ayıp, çok günah. Bunun vebalinin altından nasıl kalkacaksınız, hiç düşündünüz mü? Van halkı burada acı çekiyor, her gün bas bas bağırıyor, sesini duymak istemiyor, yaşanan kavga-gürültüleri görmüyor, halkla aracı kurumların birbirine girmesini görmezden geliyor, gidip Ankara’da ülke insanını yanlış bilgilendirmeye devam ediyorsunuz. Van’daki TOKİZEDEler, haftanın üç günü açıklama yapıyor, eylem yapıyor, isyan ediyor, feryad ediyor, sıkıntılarını anlatarak ağlıyor, bas bas bağırıyor, kafasını kuma gömenlerden ses yok. Ya bu halk dertli, bu insanlar ne diyor, ne derdi var diye, il başkanı Aras hariç soran yok. O da tek başına, elinden bir şey gelmiyor.
 
İddialara göre vekiller sorunları, halkın taleplerini valiye anlatmışlar, vali de “ödemeleri yapacaklar” demiş. Ayrıca kendi akıllarınca her konuşmalarında MEMUR-SEN TOKİ’lerini emsal gösteriyorlar. Bu yapılan TOKİ’lerin afet evleri olduğunu, bütün ödemelerin TOKİ fiyatlarının içinde olduğunu, bunların Van depremzede halkına taksitler halinde ödetileceğini ne anlayan ne de anlatan, halkın taleplerine cevap veren yok. Halkı ciddiye alan yok. Unutmayın, seçimler yakın… Şimdi sorunlarını ciddiye almadığınız halkın, o gün yine aldatmaya çalışacağınız aynı halk olduğunu unutmayın sakın. Artık kimse yemez. Vekiller bu sorunu bir türlü ve hemen çözmeli. Öncelikle vekaletlerini aldıkları, oylarıyla sahip oldukları bu vekil sıfatları gereği halkı iyi dinlemeli. Yüzbinler mağdur Van’da. Anlamak istemiyorsanız ayrı mesele, ama siyaset bir tarafa, insanlık yapmak istiyorsanız; halkın derdini dinleyin. Yakıtları herkes kendisi ödeyebilir, ama haksız yere daha çok kalem için para istenmektedir. Daha önceki yazılarımda detaylarıyla yazmıştım.
 
Peki depremzede olmanın ve onun adına konut yapmanın mantığı, daha uyguna ev sağlamak değil miydi? Van gerçeğinde ortaya çıkan zihniyet bile çok aşağılayıcı değil mi? ‘Kim ve kaç kişi olursan ol, senin istediğin ve yaşayabileceğin koşullarda değil, benim takdir ettiğim koşullarda ve biçimde yaşayacaksın’ dayatması otoriter ve belirleyici değil mi? Halktan parasını hem de maliyetinin ötesinde alacaksın, ama evinin boyutlarına kadar sen belirleyecek ve onun koşullarını, yaşam standartlarını hiçe sayarak küçücük, kutu gibi bir yere mahkûm edeceksin? Hem parasını alacak hem de aşağılamaya her türlü devam edeceksin? Sorulsun bakalım, kime soruldu evlerin metrekare boyutu, kim memnun ve kimin hangi ihtiyacını karşılıyor bu mekânlar? ‘Senin neye ihtiyacın olduğunu ben senden daha iyi bilirim’ düşüncesi bir yerlerden tanıdık geliyor mu acaba? Bu; tanrılık, rabblık iddiası değil midir? Sonuçta yaşadığımız gerçek bu iddianın çok mu uzağında? Bana rağmen ve benim için; benim çaresizliğimi bana karşı kullanarak ve beni mağdur etme hakkını sen nereden alıyorsun? Bu hakkı sen nereden ve nasıl alıyorsun?
 
Hani şu yaraların sarılması meselesi? Yaptığım araştırmaya göre, 2012 Haziran’ında Ankara Mamak’ta satışa çıkarılan 85 metrekare TOKİ dairesinin satış fiyatı 55 bin TL. Yanlış okumadınız, 55 bin TL. Peki, Vanlı’dan ne istendi? En kötü daire için 65 TL. Soruyorum şimdi, Mamak’ta 55 bin olan, afetzedeye neden 65 ya da 75 bin TL. Tersinin olması gerekmez miydi?
 
Gerekmiyormuş demek ki. Her afet, öyle ya da böyle çıkar gruplarının nemalanma alanıymış. Görüntüyü kurtarmak da işte bu yüzden önemliymiş…
 
Şimdi afetzedeler isyanda. “Konteynırdan çıkmayacağız” diyorlar. “TOKİ ek ücretlerini ödemeyeceğiz” diyorlar. Eğer depremzedeler bu dediklerini yapar ve valilik de sağduyu gösterirse; depremzedeler, en anlamlı şeyi hepimize bir kez daha öğretecekler.
 
Yani, depremzede bilincini… Madem  bu coğrafya deprem coğrafyası… Bu da bundan sonra -Allah korusun ama hayatın bir gerçeği bu- tüm deprem riski altındaki vatandaşlara Vanlının bir hediyesi, önemli bir mirası olacaktır.  Deprem değil bina öldürürmüş, binanın öldürmediğini, başka unsurlar süründürmesin diye…
 
A. Baki Karaca
Editör: Wan Haber