Cüneyt Özdemir'in 'Devrim Çocuklarını Yiyor' isimli makalesi...

Taraf gazetesinin dağıldığı, Ahmet Altan ve Yasemin Çongar’ın, Taraf’ı Taraf yapan gazeteciler ile birlikte ayrılma kararı aldığını Madrid Havaalanı’na ayak bastığımda öğrendim. İtiraf edeyim şaşırmadım.

Ahmet Altan’ın Başbakan’a karşı son yazıları ve Taraf’ın son zamanlarda hükümümete yönelik cesur manşetlerinden sonra böyle bir ayrılığı bekliyordum. Sonrasında yapılan açıklamalara baktığınız zaman ‘bunun kesinlikle hükümeti eleştirmekle ilgisi yoktu’ gibi şeyler görüyoruz.

Daha önce bir yazımda bahsettiğim bilip de söyleyememe üzerine kurulu ‘sessiz sinema’ devam ediyor anlayacağınız. Bu açıklamalara inanmak mümkün değil. Gelin isterseniz bu ayrılık serüvenine farkılı bir açıdan bakalım. Mesela Ahmet Altan eğer eskisi gibi hükümete ve Başbakan Erdoğan’a desteğine devam etseydi. Taraf hükümeti destekleyen manşetler atsaydı bu ayrılık yaşananacak mıydı? Kuşkusuz Taraf’ın sahibi, Yasemin Çongar’ı görevden almaktan bahsettiğinde, Ahmet Altan’ın yol arkadaşını satmayacağını hepimizden iyi biliyor.

Taraf’ın sahibi Başar Arslan gibi hepimiz de yakından biliyoruz ki Yasemin Çongar olmadan Ahmet Altan o gazetede tek bir gün durmazdı. Durmadı da... Bu yüzden lafı dolandırmayalım. Elbette Taraf’tan ayrılanlar centilmen insanlar oldukları için bunu asla kamuoyu önünde itiraf etmeyeceklerdir ancak bunun adı kovulmadır. Ahmet Altan kibarca Taraf’tan kovulmuştur. Nedeni de langadanak ortadadır. Taraf’ın dağılması yeni bir döneme girdiğimizin de en net simgesidir.

Faşizmin habercisi

Rastlantı bu ya tam da Taraf’ın tasfiye haberini aldığımda elimde Işın Çelebi’nin yazdığı ‘Türkiye’nin Dönüşüm Yılları’ kitabı vardı. Bir zamanların CHP’lisi Işın Çelebi’nin gözünden Özallı yılları okumanın tam zamanı gibi geldi. Işın Çelebi Özal’ın kendisine ilk milletvekilliği teklifini aktarırken ilginç bir anekdot aktarıyor. Özal kendisine milletvekili teklif ettiğinde Çelebi, cevap olarak “Ama ben bir sosyal demokratım ANAP’ta nasıl yapacağım?’ diye soruyor. Özal’ın cevabı vizyonu kadar geniş. “İstersen Mao’nun oğlu ol benim için fark etmez bana iş yapacak adam lazım” diyor. 

Kitabın ilerleyen sayfalarında sosyolog Nilüfer Göle ile yapılmış bir röportaja da yer verilmiş. Göle Özallı yıllar ile Erdoğanlı yıllar arasında ilginç bir mukayese yapmış. Özal’ın muhafazakâr kitleye ‘seçin’ fikrini aşıladığının altını çiziyor. Özallı yıllarda amacın ‘ortaya mümkün olduğunca çok alternatif çıkartmak ve seçme özgürlüğünü sağlamak’ olduğunu belirtiyor. Şimdi ise Muhteşem Yüzyıl örneği başta olmak üzere iktidarın mimariden basın özgürlüğne kadar ‘seçme’ özgürlüğüne nasıl müdahale ettiğini endişeli bir şekilde anlatıyor.

“Demirperde ülkeleri seçemediği için çöktü” derken seçimin sadece tüketim anlamında değil yaşam tarzları ve ifade özgürlüğü anlamında olduğunun altını çiziyor. Anap’daki çokseslilik yerine Erdoğan’ın güçlü lider olarak ‘Ben dedim oldu’culuğunu kıyaslarken vardığı sonucu bilmem söylememe gerek var mı? Nilüfer Göle’nin en önemli tespiti ise söyleşinin sonunda. ‘Aydın düşmanlığının başlaması çok tehlikeli’ diyor. ‘Bütün faşist ülkeler aydın düşmanlığı ile başladı!’ 

Lafı dolandırmadan başladık öyle bitirelim. Ne yazık ki demokrasiden adım adım uzaklaşıyoruz. Aydın düşmanlığı Taraf örneğinde olduğu gibi her geçen gün artarak ete kemiğe bürünüyor. 

Sadece Ahmet Altan da değil ana akım gazetelerde birazcık da olsa muhalif yayın yapan ünlü genel yayın yönetmenlerinin görevden alınması için patronlara baskı yapıldığı hepimizin bildiği gizli bir sır bile değil artık. Bu tam saha presi kuranların kafasında nasıl bir Türkiye var bilmiyorum ama emin olun bu toplum bu saatten sonra bu basıncı kaldırmaz. 
Hepinize iyi pazarlar dilerim sevgili mazlum demokrat endişeli Radikal okurları. 

Düdüklü tencere demokrasimizde basınç artıyor

Medyada çalıştığı yerlerle yollarını ayıran gazeteciler hakkında ‘kovuldu’ kelimesini kullanmaktan sakınıyorum. Bana çok incitici ve kırıcı geliyor. Ahmet Altan’da bu kelimeyi özellikle vurgulamamın nedeni gelinen süreçte Ahmet Altan gibi demoktarik bir kalemin bile iktidar baskısı karşısında tutunamamasını vurgulamaktır.

Düne kadar ‘aynı yolda yürümüştük biz’ şarkılarını söyleyenlere bile müsamaha yok. Yazılar karşısında tazminat davası açmak, her seferinde kazanmak da yetmiyor. Artık iş sadece gazetelerden tek tek yazar atmaya değil, gazeteleri nerede ise toptan dağıtma, kapatma noktasına kadar geldi dayandı.

İfade özgürlüğüne bu kadar açık ve net bir müdahale önümüzdeki kışın hatta bir- kaç kışın Türkiye’de demokrasi açısından daha da sert bir iklimde geçeceğinin de habercisi. Bildiğiniz gibi eskiden olsa bir gazetecinin bir gazeteden atıldığında bir başka gazetede kendine yer bulma imkânı vardı.

Oysa artık bir gazeteden Başbakan’ın isteği ve arzusu ile atıldığınız zaman tüm medyadan da atılmış sayılıyorsunuz. Ahmet Altan’ın romanına dönmesi, Yasemin Çongar’ın da muhtemelen yeni romana başlamasının somut nedeni biraz da bu yüksek basınç ortamı.

CÜNEYT ÖZDEMİR / RADİKAL 

Editör: Wan Haber