Konuyu Ceza Hukukçusu Av. Prof. Dr. Ersan Şen'e, Adalet Bakanlığı'na ve Kanunlar Kararlar Genel Müdürlüğü'ne sorduk. Resmi açıklama AK Parti Sözcüsü Yasin Aktay'dan geldi. 
Türkiye bildiğiniz üzere olağanüstü günlerden geçiyor. Bu durumda Kanun Hükmünde Kararnamelerin (KHK), Olağanüstü Hal (OHAL) döneminde çıkarılması daha farklı ve kolay. Her konuda çıkarabiliyorsunuz ve yetki kanununa da ihtiyaç yok. Yani yürürlüğe girmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin (TBMM) onay şartı ve yetki kanunu ile Bakanlar Kurulu'nun yetkilendirmesi de gerekli değil. Ama OHAL'de KHK'nin çıkarılmasının gerekçesi, OHAL'in ilanına yol açan sebepleri bertaraf edecek tedbirlerle sınırlıdır. Dolayısıyla KHK ile kalıcı düzenlemeleri yapmamak lazım.

Örneğin Sahil Güvenlik Komutanlığı'nı, Jandarma Genel Komutanlığı'nı, İçişleri Bakanlığı'na bağlamak veya Kuvvet Komutanlıklarını Milli Savunma Bakanlığı'na bağlamak gibi konularda TBMM yetkilidir. Bunları Anayasaya uygun da yapmanız gerekir. KHK'lar ile geçici olan tedbirleri alırsınız, çünkü OHAL kalktığında bu KHK'lar da kalkacağı için o kalıcı düzenlemeler desteksiz kalacak, hukuki dayanaktan yoksun olacak. Bu önemli bir noktadır ve dikkate alınmalıdır.  Çünkü Meclis feshedilmemiş, ayakta...  

Hukuk devleti ilkesi devam ediyor. Siz neden OHAL ilan ediyorsunuz? Ona neden olan gerekçeleri, olumsuzlukları bertaraf etmek için. Acil, acele işler var. Bunlar ortadan kalktığında OHAL'i de ortadan kaldırmak gerekir, uzatmamak lazım. KHK ile de Bakanlar Kurulu ile de kanun çıkarıp idare edemezsin; o yürütme organı ve kanun konusunda esas yetki yasama organındadır. 

15 TEMMUZ SONRASI İKİ SORUŞTURMA VAR

Şimdi bu noktada çokça tutukluluk oldu; 15 Temmuz gecesindeki darbe kalkışmasıyla Türkiye çapında iki soruşturma başladı. Birincisi darbeye teşebbüs suçuna ilişkin soruşturmalar, ikincisi de Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ) / Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak adlandırılan terör örgütü yapılanmasına mensup olduğu iddia edilenlerin soruşturulması. Bu ikisi farklı yürüyor. Bir de disiplin soruşturmaları var ki onları ilgili kamu kurum ve kuruluşları yapıyor. Onların bazılarında ceza soruşturması var, bazılarında yok. 

ADALET TESİS EDİLMELİ

Burada yeri gelmişken bilgi olsun: Bu Vakıf üniversitelerin, okulların kapatılması veya bazı yerlere bağlanması gibi kalıcı düzenlemelerin acele yapılmaması lazımdı. Ya da bu yöntem doğru değildi. Üniversiteleri kapatmak yerine isimlerini, idari altyapılarını, öğretim üyeleri ve öğretmenlerini değiştirip eğitim-öğretim orada aynen devam etseydi, daha isabetli olurdu.  Çünkü insanlar da mağdur edilmemeli, herkes için hayat devam ediyor ve herkes sisteme güvenmek istiyor.

Tamam darbe girişiminin tekrarlanmaması, darbe girişiminin sorumlularının ortaya çıkarılması, Devletin bugüne kadar ihmal ettiği, ama şimdi uyandığı FETÖ/PYD adını verdiği o yapının ortadan kaldırılması noktasında tedbirler elbette alınacaktır. KHK'lar burada uygulanacaktır.

Ancak sorumluluk şahsidir diyorum. Kusur ve suç işleme kastı olmalı. Sadece okula veya dershaneye gittiği için birisini suçlamak veya yaftalamak doğru değil. Şüpheli veya sanıktan delile değil, delilden şüpheli veya sanığa gidilmeli, ihbarlar ve iddialar dikkatle incelenmeli. Suçsuzluk/masumiyet karinesi korunmalı. Hukuk araçsallaştırılmamalı, yargı intikamcı kullanılmamalı. Adalet tesis edilmeli. Yanlışı yanlışla bertaraf edemezsiniz. Aksi halde, suç işlemiş insan haklı konuma gelebilir.

ÇOK SIKINTILI BİR DÖNEMDEN GEÇİYORUZ

“Geçmişte böyle yapalım, şimdi böyle yapalım” olmaz.  Bunlar daha sonra bizim önümüze “yol, su, elektrik" olarak gelir. Hata yapmamamız lazım. Tamam önleyelim, sorumluları ortaya çıkaralım, tasfiye edelim ama bunu yaparken delillendirmesini, araştırmasını yapalım. Bunları yaparken bu kişilerin ailelerini, çocuklarını yaftalamadan yapmak lazım. Tabi burada yüzde yüz mutlak anlamda doğruyu bulamayabilirsiniz, fakat mümkün olduğu kadar, çünkü hali hazırda çok sıkıntılı bir dönemden geçiliyor. Ümit ederim yakında normalleşme olur. Bunları ben hep söylüyorum çünkü çok önemli, hukuk ve yargı bir bumerangdır! "Ya ne yapalım, gözardı edelim, başka türlü bu işi çözemeyiz. Hukukun evrensel ilke ve esasları da ayak bağı oluyor" dersen bu daha sonra lazım olur! Keyfi davranılamaz; her şeyin bir kuralı ve adabı olmak zorunda. Bu noktada FETÖ/PDY olarak adlandırılan terör örgütü yapılanmasına mensubiyeti olan ile sempati duyanı birbirinden ayırmak lazım. Herkesi her konudan sorumlu tutamazsın.

'ÖRTÜLÜ AF' ÇALIŞMASI VARDI YİNE VAR

Sorunuzun yanıtı da şu: Darbe teşebbüsünün ardından tutuklamalar artıp, cezaevleri de yetersiz olunca; böyle bir çalışma, daha önceden de vardı şimdi de var. Bizde tutuklular kapalı cezaevinde kalır, ayrıca bir tutukevi yoktur. Cezaevlerinin kapasitesi zaten doluydu, bu sayıyı azaltmak için böyle bir çalışma gündeme geldi. Esasen bu ceza/adalet sistemine ters... Çünkü suçlunun cezasız kalacağı gibi bir izlenim de sebebiyet veriyor. Bunun kötü örneğini biz "Rahşan Affı" olarak bilinen 2000 yılında çıkarılan 4616 sayılı Kanun döneminde yaşadık. Suç arttı, insanlar da bu "örtülü affa" sıcak bakmadı. Suç işlemiş birisinin salıverilmesini halka anlatamazsın. Bunu çok da dikkatli kullanmak gerekir. 

GEREKÇE DOLULUK

Şimdi gerekçe ne? Deniyor ki "Bu cezaevleri çok dolu, yenilerini yapmakta da zorlanıyoruz; hemen yetiştiremeyeceğiz. Yeni tutuklamalar var. Bu tutuklamaların devam etme ihtimali var. O zaman ne yapalım; biraz boşaltalım."   Esasında bu doğru bir mantık değil. Cezaevleri yetersiz diyerek insanları, suç işledikleri halde salıveremezsin. Ama olağanüstü bir dönemden geçildiği için böyle bir gerekçe üzerinden hareketle iki şekilde uygulama yapılacak sanıyorum...

BUNUN ADI 'ÖRTÜLÜ AF'

Bir; ya "Rahşan Affı”na benzer bir "örtülü af" çıkarılacak.. Bu bahsedilen nitelikli çoğunluğun arandığı klasik af değil. Siz buna "af" diyebilirsiniz ama biz hukukçular buna "örtülü af" diyoruz. Deniyor ki 5 sene ceza alanlar veya aldığı cezadan 5 sene indirilmek üzere, içeride bulunan hükümlüleri dışarı çıkararak, kapalı cezaevlerini boşaltıp yer açmak hedefi olabilir. 
Bir de 6 yıla kadar veya içeride olup da koşullu salıverilmesine 4 yıl kalanlara denetimli serbestlik getirecekler ki bu daha mantıklı. Bunlardan hangisinin tercih edileceğine dair birçok dedikodu var. Neticede burada denetimli tercihi seçeneğini geliştirmek daha olumlu gibi geliyor bana. Belki bazı cinsel saldırı, cinsel istismar, yağma ve terör gibi suçları istisna edebilirler. O takdirde cezaevlerini boşaltmak mümkün. Artık ne kadar hükümlü bu durumdan yaralanıyorsa onu artık Adalet bakanlığı bilir. Hesabını kitabını yapmıştır.

MECLİS'TE YAPILMALI

Yani şu: Cezası 5 yıl olan bir suç işledin, affedilmiyorsun, diyor ki "Sana bir şans veriyorum. Tekrar bu suçu işersen yakarım çıranı!" İşlemezsen cezanı denetim altında dışarıda çekeceksin. Buna da bir tarih konulur örneğin denir ki 1 Ocak 2016 tarihine kadar suç işleyenler denilebilir. Şu anda bunun dedikodusu çıktı ya artık; bugüne kapsamaz. O tarihi istendiği gibi belirlenebilir, orada bir sıkıntı yok. Tahminimce 2016 yılının başından bir kesinti yapılacak. Ama dediğim gibi bunu kanunla yapmaları daha doğru olur. Meclisi devre dışı bırakmamak lazım çünkü bunlar kalıcı meseleler. Kanun hükmünde kararnamenin "tedbir" niteliğine aykırı bu. 

BU BİR KLASİK AF DEĞİL

Tekrar belirteyim bu klasik bir af değil bu; şayet klasik bir af olsaydı Meclis'te oy çokluğu gerekiyordu. 550 milletvekilinin ancak 3/5'inin oyuyla af çıkarabiliyorsunuz. Ama buradaki bir "örtülü af", koşullu salıverilme genişletiliyor. Bizde klasik bir af sadece Cumhuriyet'in 50. yılında bir defaya mahsus yapıldı. Onun dışındakilerin hepsi "örtülü af"lar. Seni tamamen affetmiyor, dışarıda takip ediyor. Cezanın tamamını çektiriyor sana. Meclis bu tür affı, toplananların oy çokluğu ile çıkarabilir.

Yani işin özü şu: Sen birisini dövdün; cezası ne; 2 yıl. Yargılandın mahkum oldun; dışarıdasın.

İDAM TEORİK OLARAK GERİ GELEBİLİR AMA...

En son Yenikapı mitinginde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, idam tartışmalarıyla ilgili olarak "önüme gelirse imzalarım" dedi. Gelinen noktada sizin görüşünüz nedir?
Türkiye'nin mevcut Anayasası, bağlı olduğu uluslararası sözleşmeler uyarınca şu anda idam cezasının gelebilmesi mümkün görünmüyor. Ancak Türkiye, Avrupa Konseyi'nden, Avrupa Birliği (AB) adaylığından vazgeçer, Anayasasını ve kanunu değiştirirse mümkün; onu da 15 Temmuz'a dönük geriye doğru uygulayamaz. Bu cezayı tekrar getirmek teorik olarak mümkün ancak yüzünü Avrupa'dan yüzünü çevirmesi gerekir. Çünkü bu Avrupa Konseyi'ne üye kalma şartı. İkincisi AB'ye adaylık şartı. AB'den ümidi kessek bile Avrupa Konseyi'nin kurucu üyesiyiz biz. Onu göze almayız ama diyelim ki göze aldık ve getirdik idamı, geriye dönük olarak uygulanamaz. Çünkü ceza kanunları, geçmişe ve hiçbir şekilde aleyhe uygulanamaz. Şu anda darbeye teşebbüsün cezası ağırlaştırılmış hapis ve ona şartla salıverilme yok; ölünceye kadar. Mesela Abdullah Öcalan böyle.  Biz buna "umut hakkı" diyoruz; bunların umut hakkı yok. Darbeye teşebbüsten yargılananlar ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkum edilirlerse, onların "umut hakkı" yok. Onları ancak "af" kurtarır, başka kurtuluş yolu kalmaz.

SÖZLEŞME VAR ABD İADE ETMELİ

Türkiye'den kaçan FETÖ üyesi, yöneticisi konumunda bir takım isimler var. Bir de örgütün elebaşı olarak suçlanan Fetullah Gülen var. Bunların iadesinde nasıl bir yol izlenmeli?
Türkiye Cumhuriyeti'nin talep ettiği Yunanistan'da, Amerika Birleşik Devletleri'nde (ABD) ve muhtelif kaçan savcı ve hakimlerle ilgili, o iadelerin gereklerini hem Avrupa hem de ABD yerine getirmeli. Uluslararası sözleşmelere göre 1980 yılında ABD ile yaptığımız ikili iade sözleşmesi ve Avrupa ile çoklu yaptığımız Avrupa iade sözleşmesi gereğince bunlar siyasi suçlu değil.  Bunlara cebir ve şiddet karışmış; birçok insan hayatını kaybetmiş. Bunlarla irtibatı olduğu iddiasıyla arananlar var. Bunları düşünce açıklama hürriyetidir diye sınırlayamazsınız. 

İNCİRLİK HALA NİYE AÇIK ANLAMIYORUM!

ABD diyor ki "Eğer Cumhurbaşkanına veya Başbakana suikaste teşebbüs edilirse; (Bu sözleşmede yazıyor) veya bir örgüt olup da bu örgüt, cebir-şiddet eylemlerine başvurmuşsa ben iade ederim sana. Bunun belgelerini gönder." Belge ne? Tanık beyanları. Belge ne? Fotoğraflar, görüntüler. Türkiye bunları göndermişse, sözleşmeye göre iade etmeli. Ama siyaseten iade etmek istemezse o zaman sende ülke olarak “mukabele-i bilmisil” yaparsın; karşılık verirsin.  Örneğin İncirlik Üssü'nü kapatırsın.  İncirlik Üssü hala niye açık onu da anlayamıyorum! Burasıyla ilgili olarak şöyle bir iddia var: Darbe girişimi gecesi tanker uçak ve birkaç F-16 uçağın oradan havalandığı, havada F-16’lara yakıt ikmalleri yapıldığı söyleniyor. Esasında Türkiye bunu da soruşturmalı.

ÖRGÜTTEN AYRILIP TELEVİZYONLARDA BOY BOY KONUŞANLAR İFADEYE ÇAĞRILMALI

Bir başka husus bu cemaat zamanında gönül bağı ve her türlü organik bağı olup da televizyonlarda boy boy gösterilen kişiler, bu şekilde gösterileceğine bence savcılar bunları bir hangi sıfatla çağıracaksa ifadeye davet etsinler. Çünkü bu şekilde de kanaatim odur ki belki örgütün yıpratılması noktasında propaganda gibi görünse de zamanla "reklamın kötüsü olmaz"a dönüşebilir.  Bu insanlara şu sorulmalı: Kardeşim aklınız neredeydi? Tabi bundan önce devlete sorulmalı bu soru. Bu kadar yapılanma, hücrelerimiz kadar girmişse devlet de oturup şapkasını önüne koymalı.  Hukuk devleti sorumluluğu gereğince bunun hesabını kitabını yapmalı.      

YASİN AKTAY: EVET BİR ÇALIŞMA VAR     

AK Parti Sözcüsü Yasin Aktay konuyla ilgili olarak "Detaylarını çok fazla bilemeyeceğim şu anda. Adalet Bakanlığı’nın bünyesinde cezaevlerinin durumu, suç ve ceza dengesindeki adaleti bozmayacağı bir takım çalışmaların yapıldığını biliyoruz. Bu çalışmalar kısa süre içerisinde bitirilecek ve kamuoyu ile paylaşılacaktır" dedi.

Konuyla ilgili olarak görüş istediğimiz Başbakanlık Kanunlar Kararlar Genel Müdürlüğü, bu konuda kendilerine henüz ulaşmış bir çalışma olmadığını belirtti. Adalet Bakanlığı’ndan ulaştığımız bir yetkili ise şu aşamada bir çalışmaları olmadığını, konuyla ilgili olarak olumlu ya da olumsuz herhangi bir görüş açıklamayacaklarını belirtti.

 Kaynak: Haber10

Editör: Wan Haber