Cumhuriyet yazarı Ayşe Yıldırım, İdil'de 16 Mart'ta ilan edilen ve 30 Mart'tan itibaren kısmen devam eden sokağa çıkma yasağı sırasında çatışmalar nedeniyle evleri yıkılan halkın çadır kurmasına izin verilmediğini yazdı. 

Yıldırım, "Çadır kurulmasına izin verilmeyen tek yer İdil değil, Yüksekova’da ramazan çadırına bile izin verilmemiş, Cizre’de çadırlar ilçeye bile sokulmamış" dedi. 

 
Yıldırım’ın Cumhuriyet’te “Kentleri yıkmak serbest, çadır kurmak yasak!” başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle: 

İdil’de sokağa çıkma yasağı kalktıktan sonra geri dönecek bir evi olmayan vatandaşlar belediyeden çadır talebinde bulundu. Belediye, talepleri GAP Belediyeler Birliği’ne iletti. Kısa bir süre sonra ilk etapta 50 kadar çadır gönderildi. Çadırlar ihtiyaç sahiplerine dağıtılırken özel harekât polisleri geldi ve “Kuramazsınız” deyip çadırlara el koydu. “Neden kuramıyoruz?” diye itiraz edenlere verilen yanıt kısa ve netti: “Kaymakamlık izin vermiyor, görüntü kirliliği oluşuyor. Çadır kuran olursa 2 bin TL ceza keseriz.”

Devreye belediye eş başkanları girdi. Mülki amirlerle görüşmeler yapıldı ama nafile... Belediye Eş başkanı Mehmet Mehdi Aslan, “Bu kadar moloz görüntü kirliliği yapmıyor da çadırlar mı yapıyor dedik. Tüm ısrarlarımıza rağmen çadırlar kurdurulmadı” diyor. Muhataplarının kaymakam olduğunu ama talimatın “yukarıdan” geldiğini söylüyor Aslan. Az, çok hasarlı diye bakılmadan 600 ev için yıkım kararı verildiğini, birçoğunun da yıkıldığını anlatan Aslan’ın verdiği bir bilgi, sokağa çıkma yasağı ilan edilen il ve ilçelerin belediyelerinin yetkilerinin ellerinden alınmasına yönelik çalışmaların başladığını da gösteriyor:

“Beş mahallemiz; Yeni Mahalle, Turgut Özal, Aşağı Mahalle, Yukarı Mahalle ve Atakent riskli alan ilan edildi. İmar yetkisi artık bizde değil. 90 dönümlük bir alan için kamulaştırma olacağına yönelik duyumlarımız da var. Sağ olsunlar hiçbir şeyi haber vermiyorlar. Olunca duyuyoruz.”

Öğreniyoruz ki çadır kurulmasına izin verilmeyen tek yer İdil değilmiş. Yüksekova’da Ramazan çadırına bile izin verilmemiş, Cizre’de çadırlar ilçeye bile sokulmamış. Bir tek Şırnak çıkışında insanların kendi köylerinde kurdukları derme çatma çardakların yerine çadır kurulabilmiş. Dağıtılan gıda ve su yardımlarına yönelik engellemeler de sürüyor. İnsanlar dönmesin isteniyor. Dönenlerin evleri yıkılıyor, kamulaştırma adı altında el konuluyor. Devlet, açıkça “terk edin, göç edin” diyor. Topraklarını, evlerini, geçmişlerini terk etmemekte direnenlere Sur’da olduğu gibi alternatifler sunuyor:

Evinizin bedelini ödeyelim (tabii bu bedeli devlet belirleyecek). İsteyene Diyarbakır dışında başka illerde TOKİ’nin yaptığı evlerden verelim, taksitle ödersiniz. Diyarbakır’da kalmak isteyenlere de Sur dışında yerler gösterelim, taksitle parasını ödersiniz.

“Örtülü” işleri seven devlet bu kez de geleneğini bozmadı anlayacağınız. Şark Islahat Planı ve İskân Kanunu ile yapılmak istenen asimilasyon politikası bu kez “kamulaştırma”, “riskli alan ilan etme”, sağlam evleri bile yıkma politikasıyla karşımıza çıkıyor. 1925’teki Şeyh Said İsyanı’ndan sonra çıkarılan Şark Islahat Planı “isyancı Kürtlere” yönelik gibi başlatılmış görünüyordu. Ama bölgedeki tüm Kürtleri kapsayacak bir boyutta uygulanması asıl amacı ortaya çıkarmıştı. 1927’de çıkarılan sürgün kanunu ile Diyarbakır ve Bayazıt (Ağrı) Vilayeti’nden 1400 kişi batıdaki illere sürüldü. Onların yerine ise Balkan ve Kafkas göçmenleri yerleştirildi.

1934’teki İskân Kanunu ise asimilasyonun tamamlanması için süre şartı bile getiriyordu. Doğu ve Güneydoğu’ya yerleştirilen göçmenler yerleştirildikleri yerde en az 10 yıl oturmaya mecburdular. Ama yerlerinden sürülen Kürtler için bu süre de az bulunmuştu. Onlar 10 yıl sonra bile “İcra Vekilleri Heyeti” kararı olmadıkça başka bir yere göçemeyeceklerdi. Tıpkı şimdi TOKİ’den ev al taksit taksit öde modeli gibi değil mi?

KAYNAK: CUMHURİYET

Editör: Wan Haber