HABER ANALİZ - NAİF YAŞAR

Bu utanç ki, Hakkâri, Bitlis, Muş, Ağrı vs il ve bu illere bağlı ilçe ve köylerden gelerek Van varoşlarında hayata tutunmaya çalışan yoksul aile çocuklarının terk edildikleri yaşam savaşı utancı.
 

Büyük medeniyetlerin sığındığı, azametli kralların, ceylan gözlü kraliçelerin buyruklar verdiği, tarihi kalenin eteklerini mesken tutan çocukların dramı öyle bildik dramlardan değil.

 

Henüz 5-7-9 yaşlarında olan, üstlerinde ne parkeleri, ne ayaklarında botları olan bu çocuklar eksi 10 derecelere varan sokaklarda, âlemcilerin boşalttıkları bira şişelerini kapıp 10 kuruş bedelle satabilmek için, ölümcül hastalıklara meydan okuyorlar.

 

Soğuktan titreyen bedenleriyle, sıcak arabalarında, müziğin ritmiyle bira şişelerini bir bir boşaltan, çakırkeyf’lerin atacakları boş şişeleri toplamak için, bir aşağı bir yukarı volta atan bu çocuklar birer öğrenciydiler.

 

Ne var ki yoksulluğun ağır cenderesi, bu bebeleri paraya kazanmaya mecbur etmişti.

 

Çünkü onların ya babaları yok, ya hasta kardeşleri var, ya da babalarının hamal arabasında kazandığı paralar, kendilerine bir çorap almaya dahi yetmiyordu.

 

Onlar, çocukluklarından çooookkk uzaktılar.

Onlar, sobalı kerpiç evlerle dolmuş, kentin varoşlarında yaşayanlardı.

Onların, yaylı, ortopedik yatakları yoktu.

 

Kompüterleri, çizgi kahramanları resimleriyle süslenmiş çantaları hiç görmediler.

Onlar ki,’büyük devlet, gelişmiş devlet’ denilen bir ülkede, tanesi 10 kuruştan satılan şişeleri toplayıp satabilmek için karanlıklara sığındılar.

Karanlıklarda, araçların etrafında dolanırlarken rastladım onlara.

Birinin adı Azad’tı, henüz yedi yaşındaydı.

Bir diğerinin adı Sezer…

İkisi de okula gidiyordu. Biri henüz 2.sınıfta diğeri dörtteydi.

Üstümde paltom, boynumda atkım olmasına rağmen tir tir titrerken, iki kafadar dağla geçer gibi konuşuyorlardı benimle.

 

“Abi niye soğuktur. Valla yaşlanmişsen,” diyorlardı.

Sohbet sürerken, Servan koşarak geldi, sonra Ramazan ve diğerleri…

Hepsini üst üste koysan bir insan boyu etmezler.

Ama hepsinde de kocaman birer  ‘insanım’ diyen insanın yüreği kadar yürek vardı.

Dramları da ortaktı bu çocukların.

Dedim ya Birinin babası hasta, diğerinin hamaldı.

Birisin kardeşi gözlerinden ameliyat olacak ama paraları yoktu.

Diğer birinin ise para kazanacak tek kardeşi vardı o da vatana askerlik için gitmişti.

 

Yani, boş bira şişelerinde kazandıkları paralar, deryada damla dahi olsa dört elle sarılmışlardı.

Onlara göre hem para kazanacak, hem de okul okuyacaklardı.

Çünkü onlarda biliyorlardı ki bu kurtlar sofrasında, onlara yetecek yer yoktu.

 

Geleceğe dair umutları tükenmiş,

Çocuklukları, gecenin dondurucu soğuklarında kaybolmuştu.

Yani, kaderin yoksulluğuna nikâh kıymış, geleceğe yüz çevirmişlerdi.

Konforlu araçlara kurulanlar camlarını kapatıp, bu trajediyi görmek istemezlerken, cesaretimi toplayıp,

 

“geç kalmadınız mı, merak etmezler mi ?” diye sorduğumda, esmer bebelerin verdiği cevap çok netti “amca eli boş nasıl döneriz eve. Şişe toplamazsak sabah ekmeğini nasıl alırız?”

 

“ama üstünüzde başınızda bir şey yok üşütürsünüz”  dediğimde ise “amca valla üşümüyoruz. Biz gidersek şişelerimizi başka çocuklar toplar” diyorlardı.

Sohbet uzuyordu ama soğuklar iliğime kadar işliyordu.

 

Bu bebelerin yanında, cüsseme yakışmasa da bir an önce onlardan uzaklaşmak istiyordum.

Ne de olsa gecenin ilerleyen saatlerinde bastıran soğuklar dayanılacak tarzdan değildi.

Arkadaşım İshak Kara, yoksulluğun, çaresizliğin, sahipsizliğin ifadesi olan bu yaşama dair çocukları son kez resimlemek için deklanşöre basarken ben yavaşça oracıktan sıvışıyordum.

Karanlıklarda zar zor seçilen kalenin burçlarına bakarak araca yöneldiğimde, göz ucuyla İshak’a poz veren çocuklara bir kez daha baktım.

 

İnanmazsınız ama hala gülüyorlardı.

İtişip duruyorlardı.

Sanki bu kalenin sahibelermiş gibi.

Sanki yoksulluğun tadını çıkarıyorlarmış gibi.

Ve sanki çocuklarmış gibi… 

 

Başkalenews

Editör: Wan Haber