Nöroloji Uzmanı Dr. Mehmet Yavuz, günümüzde cep telefonları, e-postalar, İnternet'teki sayısız sosyal mecra, trafik gürültüsü, iş yoğunluğu, kalabalık şehir hayatı derken, beyin yorgunluğunun pek çok kişi için, şiddeti giderek artan bir problem haline geldiğini söyledi.
"21. yüzyıla kadar beynimizin kontrolümüz dışında olduğuna inanılıyordu" diyen Dr. Yavuz, "Beynin kendi kaderini yine kendi belirlediği ve beyine dışarıdan müdahale imkânının çok sınırlı olduğu düşünülüyordu. Hâlâ bu inanışa sahip olanların sayısı bir hayli fazladır. Ancak artık bu düşünce değişmelidir. Ben 20 yıldır beyin konusunda çalışan bir doktor olarak, bilimdeki gelişmelerin ışığında, alzheimer ve diğer demans türlerinde hasta sayısı artsa bile, gelecekte hastalığın tedavisinde daha etkili olabileceğimizi düşünüyorum. Beyin hakkındaki iki çok önemli fikir çürütülmüştür. Biri, beynin çocukluk çağlarından sonra gelişmediği ve değişmediğidir. İkincisi ise yaş ilerledikçe beyin hücrelerinin giderek öldüğü ve gittikçe sayısının azaldığıdır. Bugün artık biliyoruz ki, çeşitli terapi ya da tekniklerle veya beyin egzersizleri ile hücreler arası yeni snapsisler (bağlantılar) oluşabilmektedir. Ayrıca beyin hücreleri yaş ilerledikçe ölmemekte, sadece hacimleri küçülmekte ve fonksiyonları, sinyal gönderme özellikleri azalmaktadır. 70'li yaşlara gelindiğinde beyin kan dolaşımı yüzde 20-25 civarında eksilir. Bu azalma nöronların küçülmesinden dolayıdır. Çünkü daha az doku, az kan dolaşımı gerektirir. O halde nöronların, hacimlerindeki azalmayı yani atrofiyi durdurabilecek yeni tedaviler geliştirebilirsek, beyin yorgunluğunu ve yaşlanmasını, haliyle demansiyel sendromları ortadan kaldırabileceğiz. Günümüzde insan beyninin ömrü en fazla 120 yıldır. Yani 120 yaşına ulaşan hemen herkes alzheimer olmaya mahkûmdur. Gelişen sağlık teknolojileri ve teşhis imkânları sürekli olarak ortalama yaşam ömrünü uzatmakta ama en fazla 120 yaşına gelince beyin durmaktadır. Bu yüzden ne yapıp edip beyin ömrünü uzatacak tedavi teknikleri ya da ilaçlar keşfetmek zorundayız" ifadelerini kullandı.
Bir beyin hücresinin işlevselliğini kaybetmesi için metabolizmasının yavaşlaması ya da durması gerektiğini kaydeden Yavuz, "Eğer hücrenin metabolik aktivitesini devam ettirebilirsek onu fonksiyonel hale getirebiliriz. Nitekim Alzheimer hastalığı ile ilgili yapılan PET ve SPECT çalışmaları, öncelikli olarak hafıza ile alakalı beyin kısımlarında metabolik yavaşlama olduğunu göstermektedir. Hatta hastalığın asıl sebebinin bu metabolizma düşüklüğü olduğu iddia edilmektedir. Diğer taraftan günümüzün modern ve popüler tedavi tekniklerinden olan TMS (transkranial manyetik stimülasyon) uygulamalarının tedavi yapılan bölgede metabolizmayı normale getirdiğini, yine PET araştırmalarından bilmekteyiz. O halde Alzheimer ve diğer demans hastalarına, önce PET çekilip sonra metabolizma düşüklüğü olan beyin bölgelerine TMS uygulandığında, hastalığın temelden tedavi cihetine gidilebileceğini düşünmekteyim. Özellikle başlangıç dönemindeki hastaların bu tedavi ile tamamen düzelebilme şanslarının bile olduğu kanaatindeyim. TMS uygulamaları, sadece alzheimerda değil, unutkanlık ve beyin yorgunluğu durumlarında da çok işe yarayabilmektedir. Son yıllarda beslenme şekillerinin, beyin ve beden yaşlanmasını çok etkilediği yönünde neredeyse bir fikir birliği oluşmuştur" diye konuştu.

BEYİN YAŞLANMASI ÖNLENEBİLİR Mİ?
Dr. Yavuz, şöyle devam etti:
"Nasıl oluyor da, beyin dokusu giderek yaşlanmakta ve fonksiyonlarını kaybetmektedir. İnsan vücudu nasıl yaşlanmaktadır? Bu soruya 20. yüzyılın ortalarında Amerikalı nörobilimci Denham Harman cevap verdi. Yaşlanma 'serbest radikaller' denen artık moleküller sayesinde olmaktaydı. Dışarıdan alınan gıdalar, sindirim sisteminde bir dizi işlemden geçtikten sonra, gözle görülemeyecek kadar ince kapiller damarlar sayesinde hücrelere taşınır. Burada oksijenle yanarak enerjiye dönüşür. Enerji nasıl ki, insan yaşamı için vazgeçilmez bir konfor ve rahatlık sağlıyorsa, hücreler için de aynı şekilde hayati bir önem taşır. Oksijen molekülü, enerji üretirken ya elektron vererek eksiklenir ya da elektron alarak oksitlenir. Bu aktivite esnasında bir elektronunu kaybetmiş veya bir fazla elektrona sahip enerji sonrası artık moleküller (serbest radikaller) oluşur. Dengesi bozulmuş serbest radikaller, yeniden çift elektronlu normal yapıya dönüşmek için sürekli başka moleküllere saldırarak elektron alır ya da verir. Böylece vücudumuzdaki her hücre günde ortalama 10 bin serbest radikalin saldırısına maruz kalır. Hücrelerimiz ürettiği antioksidan enzimlerle, bu oksitlenmiş ya da eksiklenmiş artık moleküllere (serbest radikallere) elektron vererek durumu nötralize etmeye çalışır. Ancak, serbest radikaller, nötralizan antioksidanlardan daha fazla olduklarından, hücre zarları ve kalıtım maddesi olan DNA, oluşan saldırılarla günden güne zarar görür ve dejenere olur. Hücre yenilenmesi maalesef, DNA'yı, sıfırdan yenileyemez. Serbest radikaller nedeniyle hasar gören DNA, her yenilenmede, giderek yaşlanmış haliyle bir sonraki hücreye nakledilir. Dolayısıyla serbest radikalleri uygun gıda disiplinleri ile ne kadar elemine etmeyi başarabilirsek, beyin ve vücut yaşlanmasını, buna bağlı olarak da unutkanlık başta olmak üzere birçok hastalığı yenmemiz ya da yavaşlatmamız mümkün olabilecektir."

BEYİN YORGUNLUĞU
'Beyin yorgunluğu'na değinen Dr. Yavuz, "Beyin yorgunluğu, yaşa bağlı bellek bozukluğundan ve alzheimerdan farklı olarak sadece yaşlılık problemi olmayıp her yaşta görülebilir. Düzelebilen bir tablodur, beyin yorgunluğuna neden olan faktörler giderilince iyileşme olur. Beyin yorgunluğunda en çok karşılaştığımız şikâyetler, unutkanlık, odaklanamama, konsantrasyon eksikliği, algılama eksikliği, öğrenme ve ezberleme zorlukları, beyinde ağırlık hissi, dikkatsizlik, tahammülsüzlük ve çabuk sinirlenme gibi belirtilerdir. Yeni şeyler öğrenmede problem vardır. Beynin kayıtlama merkezi alzheimerdaki gibi bozulmamıştır ancak yeni bellek kaydında gecikme ve zorlanma vardır. Kişi, okuduğu şeyleri anlamak için tekrar tekrar okumak zorunda kalır. Kitabın bir sayfası okunurken, bir önceki sayfaya sık sık bakılır. Ezber yapmak zorunda olanlar için daha da farklı bir sıkıntı vardır. Bunun için her zamankinden daha çok zaman harcanır" dedi.

BEYİN YORGUNLUĞUNUN EKONOMİYE YANSIMALARI
"Beyin yorgunluğu, hiç şüphesiz gerek bireysel gerekse milli ekonomiye çok zarar verir" diyen Yavuz, şu ifadeleri kullandı:
"Verimlilik düşer, yeni şeyler üretmek neredeyse imkânsız hale gelir. Sorunlara pratik çözümler getirilemez. Analitik ve çözümleyici düşüncelerde olumsuz etkilenmeler olur. Yatırım ve bütçe planlamalarında hatalar yapılır.
Her zaman başarılı bir grafik çizen bir yönetici, beyin yorgunluğu tablosuna maruz kaldığında, performans düzeyi hızla düşmeye başlar. Kişi kendisindeki değişiklikleri fark eder ama çoğu zaman adlandıramaz. Bunun bir rahatsızlık olduğunu düşünemez. Bazen de mevcut performans düşmesi, yaşlanma gibi nedenlere bağlanarak kılıf bulunmaya çalışılır. Sonuçta firmanın atılımları durur. Rakipleri öne çıkmaya başlar. Çoğu profesyonel firmada bu durum üst düzey yöneticiler tarafından fark edilir. Tablonun bir rahatsızlık olduğu düşünülmeden, yönetici kişinin görev pozisyonunda değişikliğe gidilir. Ya görevden alınır ya da daha pasif bir göreve atanır.
Çalışanlar için de aynı şeyler geçerlidir. Kişisel üretim düşer. Çalışanın arkadaşları ile olan ekip ruhu ve diyaloglarında zedelenmeler belirmeye başlar. Daha sinirli ve alıngan olunur. Motivasyon düşer, her kademede genel bir isteksizlik fark edilir.
Öğrencilerde de durum farklı değildir. Daha önce başarılı olan öğrencinin notları düşmeye başlar. Anne ve baba bu değişiklikleri er geç fark eder ve panik içinde çare aramaya başlar. Ebeveynler görülen olumsuz değişikliğe bir anlam veremez ve kendilerine göre nedenler bulmaya çalışırlar."

BEYİN YORGUNLUĞU VE HAFIZA SORUNLARININ SEBEPLERİ
Şekerin zararlarına değinen Yavız, "Ne yazık ki şeker, hayatın içinde her zaman lezzetli bir tatlı olarak karşımıza çıkmaz, bazen bedende büyük hasarlara yol açan bir hastalığa dönüşür. Bilgi için söyleyelim: Bizim çay ya da kahvelerde ya da tatlılarda, tatlandırıcı olarak kullandığımız sukroz (sakaroz)'dur ve çay şekeri olarak bilinir. Früktoz, meyvelerdeki şekerdir. Gerek sükroz, gerekse früktoz, genel adıyla karbonhidratlar olarak ifade edilir ve bağırsaklarda glikoza dönüştürülerek kullanıma sunulur.
Kan şekerinin yükselmesi de düşmesi de beyin fonksiyonlarını bozar. Glikoz yani kan şekeri, beynimiz için oksijen kadar önemlidir. Sinir hücreleri, glikoz olmadan yaşayamazlar. Bu nedenle vücudumuz, sindirim sistemi vasıtasıyla alınan çeşitli gıdalardan glikozu ayrıştırarak derhal beyine gönderir. Glikoz, beynin yüksek oktanlı yakıtıdır. Kan dolaşımı ile beyin hücrelerine ulaşan glikoz, burada mitokondri adı verilen termik santrallerde enerjiye çevrilir. Beynin hafıza özellikleri başta olmak üzere tüm fonksiyonları bu enerji ile gerçekleştirilir. Öğrenme faaliyetlerinin arttığı (örneğin sınav ya da seminer aktiviteleri) dönemlerde, nöronlar daha fazla glikoza ihtiyaç duyar. Bu yüzden yoğun zihinsel faaliyet gerektiren ortamlarda, zaman zaman dışarıdan şeker ile beyni desteklemek öğrenme kapasitesini artırabilir. Dolayısıyla yarım saat ya da bir saat aralıklarla bir fincan çay ya da kahve içmek veya ağza küçük bir tatlı almak uygun olabilir. Ancak öğrenme aktivitelerinde, beyin enerjisini artırmanın en iyi ve hızlı yolu, bizzat eczaneden konsantre glikoz almaktır. Bir bardak çay ya da limonata içine 50 gram kadar glikoz karıştırıp içmek, aracınıza uçak benzini koymak gibi süper bir performans sergileyebilir. Ancak dikkat: Bu uygulama, diyabet ya da gizli şeker hastalığı olanlar için tehlikeli olabilir! Diğer taraftan birçok bilimsel araştırma, sabahları kahvaltı yapmanın, öğrenme ve algılama aktivitelerini yükselttiğini göstermektedir. Bu nedenle asla kahvaltı yapmadan dışarı çıkmayınız" dedi.

KRONİK STRES
Uzun süreli stres baskısında olmak ve stresi ortadan kaldıran faktörleri uygulamamanın, beyin yorgunluğu ile neticeleniğini kaydeden Yavuz, "Kişi stresi oluşturan nedenleri bertaraf edemezse beyin yorgunluğu nedeniyle performans düşüklüğü kaçınılmazdır. Birçok yönetici katı bir disiplin yaklaşımı ile çalışanlarından daha çok verim alacağını zanneder. Hâlbuki durum hiç de göründüğü gibi değildir. Hoşgörüsüz katı disiplin uygulamaları, iş verimliliğini en az yarı yarıya düşürür. Dolayısıyla aşırı disiplin gibi nedenlerle stres oluşturan yöneticiler, genel şirket profili açısından da olumlu değillerdir ve hedefledikleri ekonomik rakamlara asla ulaşamazlar.
Birçok araştırmada, stres hormonu olan kortizole birkaç gün yüksek seviyelerde maruz kalmanın, hafıza fonksiyonlarını bozduğu gösterilmiştir. Düşük düzeyli olsa bile uzun süreli strese maruz kalmak, beyin yorgunluğu oluşturarak, beyin yaşlanmasını hızlandırmaktadır" diye konuştu.

HASTA BİNA SENDROMU
"Çalışanların odalara tıkılıp, sağlıksız şartlarla konumlandırılması beyin yorgunluğu ile sonuçlanır" diyen Yavuz, "Güya bina ve oda tasarrufu düşünülerek, bir kişinin ancak çalışabileceği odalarda 3-5 kişinin çalışmaya zorlanması kişisel verimliliği ve performansı düşürür. İdeal olan binanın, geniş odalarda bir ya da iki kişinin çalışacağı şekilde düzenlenmesidir. Havalandırma tertibatının iyi çalışması ve oda sıcaklığının ideal düzey olan 23 derecede olması da çok önemlidir. Aşırı sıcaklık beyin fonksiyonlarını olumsuz etkiler. Yapılan bilimsel araştırmalar insan beyninin soğuk ortamlarda daha iyi performans sergilediğini göstermektedir. Bu sebepten oda sıcaklığı 23 derecenin üstünde olmamalı ancak üşüyecek kadar da soğuk olmamalıdır. ABD de yapılan bir araştırmada 40 kişilik bir ekip birer ay ara ile sağlıklı ve sağlıksız bina şartlarında çalıştırılmış. Hasta bina koşullarındaki performansın, sağlıklı bina şartlarına göre yüzde 40 daha az olduğu belirlenmiştir" ifadelerini kullandı.

ELEKTRONİK CİHAZLAR
Çalışma ortamında çok sayıda gereksiz elektronik cihazın bulunmasının da beyin yorgunluğuna neden olduğunu belirten Dr. Yavuz, "Elektronik cihazlardan yayılan elektromanyetik dalgaların en çok nüfuz ettiği yer beynimizdir. Bu nedenle çalışma ortamı olabildiğince sade olmalı ve sık sık havalandırılmalıdır.
Sürekli ve uzun süre bilgisayar oyunu oynamak, beynin ayarını ve dengesini bozmaktadır. Bilgisayar oyunlarında, oyun kareleri (özellikle aksiyon oyunlarında) hızlı hızlı göz önünden geçmektedir. Bu tür oyunlar, saatler boyu oynandığında, beyini hızlı düşünmeye ve hızlı hareket etmeye programlamaktadır. Ancak fizyolojisi icabı, hızlı düşünen ve aynı anda birçok şeyi değerlendiren beyin, bir konuyu derinliğine analiz ve sentez edememektedir. Bir diğer deyişle hızlı düşünme, bir konu ya da nesneye odaklanmayı ve yoğunlaşmayı engellemektedir. Dolayısıyla kişinin yöneldiği her şey derinlikten uzak yüzeysel bir bakış açısı ile ele alınmaktadır. Bu ise özellikle öğrencilerde büyük sorunlara neden olmakta, derslere yoğunlaşma olamayacağı için başarısız olunmaktadır. Öğrenci ne kadar zorlarsa zorlasın üzerinde çalıştığı konuyu öğrenememekte, zaten bilgisayar oyunları nedeniyle zamanla gelişen dikkat dağınıklığı ve değişik derecelerde gelişen hiperaktivite nedeniyle, çok çabuk her şeyden sıkılır duruma gelmektedir.
Sonuçta, sürekli bilgisayar oyunu oynamak beyni hızlı ama yüzeysel düşünmeye programlamaktadır. Bu durumda üst düzey öğrenme ve algılama zorlukları oluşmaktadır. Hatta ebeveyn, oluşan başarısızlığı çocuklarının zamanını bilgisayarla geçirmesine bağlamaktadır. Hâlbuki asıl olay, bilgisayar oyunları ile oluşan beyindeki fizyolojik bozukluktur. Aynı bozukluğa çok hızlı okuyan insanlar da maruz kalabilir. Herhangi bir nedenden dolayı çok hızlı belge, kitap, gazete ya da dergi okuyanlar veya görüntüleri sürekli ileri geri sararak araştırma yapanlarda da bu fizyolojik bozukluk gelişebilir. Bu tabloda zaman içinde dikkat dağınıklığı nedeniyle odaklanma ve konsantrasyon bozukluğu kaçınılmazdır. Hatta çoğu kez kişiler, algılama ve analiz yeteneklerindeki bu ani zayıflamayı, hayatlarındaki herhangi bir aksiliğe bağlarlar ve asla asıl sebebi bulamazlar" ifadelerini kullandı.

TEDAVİ
Tedavi sürecine değinen Yavuz, "Tedavide her şeyden önce beyin bir süre nadasa alınmalıdır. Yani bilgisayar oyunları nedeniyle beyin ayarı ve dengesi bozulan kişi, en az 3 ay bilgisayar oyunundan uzak durmalı, hiç bir öğrenme faaliyetine girmemelidir. Ben şahsen böyle bozukluğu olan öğrencilere, bir dönem okulu dondurmalarını önermekteyim. Bu dönem zarfında hiç bir şey okumamalarını ve öğrenme faaliyetini durdurmalarını istemekteyim. Zira eğer kalıcı bozukluklar gelişmemişse bir süre sonra beyin fonksiyonları eski fizyolojik normal durumuna dönecektir. Bilgisayar bağımlılığı olan kişilere antidepresan ya da anksiyolitik ilaçlar etkisizdir. Hatta bunlar durumu daha da kötüleştirebilir. Ancak TMS ile beyin resetlemesi sonuç verebilir. Davranışçı bilişsel terapiler, dikkat dağınıklığını ve öğrenme güçlüğünü düzeltmez ama oyun bağımlılığı konusunda işe yarayabilir. Ama en önemlisi beyni en az 2-3 ay dinlendirmektir" dedi.

ELEKTROMANYETİK KİRLİLİK
"Cep telefonu sinyalleri, TV ve radyo dalgaları, telsiz dalgaları, yüksek gerilim hatları, baz istasyonları atmosferimizi çok önemli düzeyde kirletmektedir" diye devam eden Dr. Yavuz, "Elektromanyetik kirliliğin henüz ne gibi zararlar verdiğini tam olarak belirleyememiş olsak da, beyin yorgunluğuna neden olduğu muhakkaktır. Önümüzdeki yıllarda 'Dumansız hava sahası' teriminin yanı sıra 'Dalgasız hava sahası' ifadelerini de duyacağımıza inanıyorum. Ben ve benim gibi düşünen birçok hekim arkadaşım, son yıllarda artan alzheimer ve demansiyel sendromların arkasından 'Elektromanyetik kirlilik' çıkarsa hiç şaşırmayacağız. Nitekim nöroloji asistanı olduğum yıllarda hemen neredeyse hiç Alzheimer hastası ile karşılaşmadım. Hatta uzmanlık sınavımda jürideki hocalarımdan biri, 'Sana alzheimer hastalığını sorabilirim' dediğinde şaşırmıştım. Çünkü bu hastalık ile ilgili bilgilerimiz oldukça azdı ve literatür bilgileri bile sınırlıydı. Peki, ne oldu da 20 yıl gibi bir zamanda bu hastalık, artık çok rastladığımız, klinikleri fazlasıyla meşgul edecek kadar hızla yaygınlaştı? Sanırım bu konuyu uzun uzun düşünmemiz gerekiyor.
Beyin yorgunluğuna ve kronik yorgunluk sendromuna neden olur. Özellikle uzayda manyetik alan eksikliği olduğu için astronotlar için problem teşkil eder. Elektromanyetik yoğunluk, mıknatısın demiri çekmesi gibi insan vücudundaki manyetik enerjiyi çekebilir. Bu nedenle kronik halsizlik ve yorgunluklarda manyetik alan eksikliği de düşünülmelidir" diye konuştu.

ALKOL ALIŞKANLIĞI
Alkolün beyin fonksiyonlarını baskıladığını, bunun da beyin yorgunluğuna neden olabileceğini ifade eden Yavuz, "Bu nedenle sürekli alkol kullananlarda unutkanlık ve bellek problemleri kaçınılmazdır. Hatta sadece alkolün sebep olduğu özel bir bunama hastalığı da vardır, 'Korsakoff sendromu' " dedi.

UYUŞTURUCULAR
"Uyuşturucular öğrenme ve algılama fonksiyonlarını olumsuz etkilerler. Beyin fonksiyonlarını çoğu kez geriye dönüşümsüz olarak bozarlar" diye devam eden Dr. Yavuz, "Sağlıklı bir uyku, beyinin dinlenmesini sağlar. Uykusuzluk ya da sağlıksız uyku, beyin yorgunluğu ve unutkanlığa neden olabilir. Uyku ruh sağlığı açısından da çok önemlidir. Örneğin üç günü geçen uykusuzluklarda psikotik belirtiler başlar. Yer, zaman ve mekân bellek fonksiyonlarındaki bozulmanın yanı sıra hayal görmeler, abuk sabuk anlamsız konuşmalar ortaya çıkar. Bu nedenle özellikle Alzheimer hastalarının düzenli uyumaları, hafıza melekeleri açısından çok önemlidir. Uyku bozukluğu olanlara ilaç verilerek uyumaları sağlanmalıdır.
Pennsylvania ve Harvard Üniversitelerinin ortak yaptıkları ve Dr. Hans Van Dongen'in öncülük ettiği yakın tarihli bir araştırmada, genç gönüllüler dört gruba ayrıldılar. Çalışma dağılımına göre, 15 gün boyunca, bazıları her gün 4 saat, bazıları 6 saat, bazıları da 8 saat uyuyacaklardı. Diğer bir grup ise 3 gün hiç uyumayacaktı. Araştırma sonucunda, günde 4-6 saat uyuyanların hafıza performanslarının, 3 gün üst üste hiç uyuyamayanlar kadar kötü olduğu belirlendi. En çarpıcı durum ise, 4-6 saat uyuyanların hafıza kapasitelerindeki gerilemeyi fark etmeyişleriydi" ifadelerini kullandı.

RUH HASTALIKLARI
"Özellikle depresyon, panik atak, obsesif kompulsif bozukluk ve anksiyete, beyin yorgunluğu ile kendini gösterebilir" diyen Yavuz, şöyle devam etti:

HİPERTANSİYON
"Kan basıncı yüksekliği, dokularda iskemi (vücutta bir bölgenin yerel kanlanma eksikliği) başladığında, yani yeterli doku beslenmesi olmadığı durumlarda refleks olarak ortaya çıkan bir tepkimedir. Kalp, daha yüksek basınçla kan pompalar ve yetersiz olan kapiller dolaşımı normalleştirmeye çalışır. Ancak bu durum hem kalbin gerektiğinden daha fazla çalışarak yorulmasına neden olur (kalp yetersizliği) hem de beyin gibi hassas dokularda yüksek kapiller gerilim oluşturarak hücrelere fiziki baskı oluşturur. Neticede baş ağrısı, baş dönmesi ve unutkanlık başta olmak üzere birçok şikâyet ortaya çıkar. Hastalık, zamanında tedavi edilmezse uzun süreçte damar çeperlerinin sertleşmesine neden olabilir. Hipertansiyonun ilk dönemlerinde, tuzu azaltmakla beraber, iskemiyi düzelten kan sulandırıcı ilaçlar vermek, kan basıncını tamamen düzeltebilir. Bu nedenle erken tanı çok önemlidir."
(AT-AT-OK-Y)

23.01.2013 11:49:31 TSI

Editör: Wan Haber