Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, "Nefret söyleminden siyasi rant elde edenler kısa vadede kazanmış görünse de, uzun dönemde toplumu ayrıştırmanın gelecek kuşaklara bırakılan kirli bir miras olduğunu anlayacaklardır. Hangi kutsal değer adına yapılırsa yapılsın, hakaret, kin, nefret ve şiddete çağrı söylemlerini ifade özgürlüğünün koruması altında kabul etmek asla mümkün değildir" dedi.
Türkiye'de İfade ve Medya Özgürlüğü Üst Düzeyli Konferansı JW Marriott Oteli'nde gerçekleştirildi. Konferansta bir konuşma yapan Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, Adalet Bakanlığı'nın sorunların çözümü konusunda son yıllarda çok güçlü refleks ortaya koyduğunu söyledi. Adalet Bakanlığı'nın yargı mensuplarına yurt dışındaki gelişmelerin yakından incelenmesi için sunulan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde açılmış davaların çözümü konusunda ortaya konulan iradenin, uzun yargılanma sürecinin, uzun tutukluluk, cezaların infazı, birikmiş davaların sonuçlandırılması gibi konularda almış olduğu inisiyatifin takdirle karşıladığını belirten Kılıç, "Bunları ifade ederken farklı inanç, farklı etnik ve ideolojik düşünce sahiplerinin yaşadığı 75 milyon insanı içinde barındıran bir ülkede sorunların olmadığını söylemiyorum. Sorunlarımız var, ancak bunların çözümü için samimi bir gayretin varlığını da görmemezlikten gelemeyiz. Bugün tüm özgürlüklerin dağıtımımın yapıldığı kavşak olarak nitelenen ifade özgürlüğünü konuşacağız. Var oluşumuzun en ayırt edici özelliği olarak tanımlanan akıl ve düşünce insanoğlunun yaratılanların en şereflisi olarak görülmesini sağlamıştır. Düşünüyorum, o halde varım diyen insanın varlık sebebini düşünmek ve düşündüğünü ifade edebilme ile açıklamaktadır. Denilebilir ki, düşünmek ve düşündüğünü ifade edebilme özgürlüğü yoksa insanda yoktur" dedi.
Bilgi ve fikir alma, kanat sahibi olmayı içinde barındıran ifade özgürlüğünün insanlık tarihi sürecinde çok çetin mücadelelerin konusu olduğunu ve en değerli varlıkların bu uğurda feda edildiğini kaydeden Kılıç, "Birey olarak, devlet olarak ya da basın mensubu kimliğimizle bugün ifade özgürlüğü konusunda özgeçmişimizi sorgulayarak gelecek kuşaklara sorun bırakmamanın gayreti içinde olmamız gerektiğini belirtmek istiyorum. Amacımız çağdaş dünya duygularıyla örtüşmeyen ifade özgürlüğüne ilişkin sorunlu alanların bir kez daha ortaya konularak, onarıcı ve tedavi edici anlayışların ışığında çözümünü sağlamaktır" diye konuştu.

"SORUN BÜYÜK ÖLÇÜDE UYGULAMA AŞAMASINDA ORTAYA ÇIKMAKTADIR"
İfade özgürlüğüne ilişkin sorunları iki ana eksende değerlendire bileceklerini vurgulayan Kılıç, şunları söyledi:
"Birincisi yazılı kuralların açık, net, öngörülü olmaması nedeniyle ortaya çıkan hak ihlalleri, ikincisi ise, uygulamayı yöneten kamu görevlilerinin sahip olduğu takdir hakkının bilinçli veya bilinçsiz şekilde kullanması yada önyargıların, çıkar hesaplarının ve keyfi yorumların sebep olduğu olumsuzluklardır. Bu iki ana kaynaktan beslenen ihlalleri katılımcılar ayrıntılı bir şekilde konuşacaklar. Ancak ana hatları ile bazı tespitleri yeniden gündeme getirmek istiyorum. Gerek Anayasa ve yasalarımızda, gerek Avrupa İnsan Hakları sözleşmesinde ifada özgürlüğüne ilişkin yasaklar ve sınırlama sebeplerine bakıldığında açıklık, netlik ve öngörülebilirlik yönünden aynı niteliklere sahip düzenlemeler olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Çerçeve niteliğindeki bu ilkeler ve kavramlar aynı olmakla birlikte sorun büyük ölçüde uygulama aşamasında ortaya çıkmaktadır."
Evrensel ilke ve kavramlarla örtüşmeyen yorum ve anlayışların çağdaş dünya ile bağları kopartmakta olduğunu belirten Kılıç, Türkiye'de temel hak ve özgürlüklerin evrensel boyutla örtüşür şekilde ele alınması ve uluslararası standartlarda korumaya kalkışması amacıyla mevzuat da çok sayıda önemli değişikliklerin yapıldığını söyledi.

"ANAYASAL DEĞİŞİKLİKLERİN BİRBİRİNDEN BAĞIMSIZ OLARAK DÜŞÜNMEMEK GEREKİR"
Yapılan reformlar sayesinde temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası metinlerle Anayasal hükümler arasında büyük ölçüde paralelliğin sağlandığını vurgulayan Kılıç, konuşmasına şöyle devam etti:
"Bununla birlikte bu değişikliklerin uygulamada yeterince etkilerini göstermediği düşüncesi yasama organını hak ve özgürlükleri evrensel ilkelerle daha da güçlendirmek amacıyla bazı adımlar atmaya zorunlu kılmıştır. Bunlardan ilki 2004 yılında Anayasa değişikliğine dair kanunla, Anayasa'nın milletlerarası anlaşmalara uygun bulma başlıklı 90. maddesinin son fıkrasına eklenen cümle, ikincisi de 2010 yılında yapılan Anayasa değişikliğiyle Anayasa Mahkemesi'nin görevleri arasında yer alan 'Bireysel Başvuru' yoludur. Anayasa'nın 90. Maddesine yapılan bu çok önemli değişikliğin insan hakları konusunda yeni açılımlar sağlaması temenni ediliyordu. Bu hükmün özellikle bugüne kadar milletlerarası insan hakları normunda doğrudan uygulamakta ürken, çekingen ve mesafeli davranan yanlışlarımızı bu konuda teşvik edeceği, daha doğru bir ifadeyle zorlayacağı düşünülmekteydi. Temel hak ve özgürlüklerin evrensel boyutuyla vurgulanmasında bir yöntem olarak düşünülen Anayasa'nın 90. maddesine yapılan değişiklik Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ndeki başvuruları ve ihlal kararlarını minimum düzeye çekmede bir ilerleme sağlayamadığından 'bireysel başvuru' bir çare olarak düşünülmüştür. Bireysel başvuru yolunun açılmasında Anayasa'nın 90. maddesinin son fıkrasına eklenen cümlenin amacıyla da örtüşmektedir. Bu iki Anayasal değişikliğin birbirinden bağımsız olarak düşünülmemesi gerekir. Aksine bu iki düzenlemenin birbirini tamamlamakta, hatta biri diğerinin amacının gerçekleştirilmesine ivme kazandırmak gibi bir işlevde görmektedir."

"SİYASET KURUMLARININ GERİLİM ÜZERİNE KURDUKLARI POLİTİK YAKLAŞIMLAR DİYALOG ZEMİNİNİ ORTADAN KALDIRIYOR"
Bireysel başvurunun ifade özgürlü konusunda Türkiye'deki uygulamayla Avrupa mahkemesindeki kararları anlayış farkının ortadan kalkmasına imkan sağlayacağı açık olduğunu dile getiren Kılıç, adli, idari ve askeri yargıdaki görevli hakimlerin endişelerinin giderilmesi ve uluslararası sözle hükümlerinin uygulanması konusunda cesaretlendirilmesinin yüksek yargı organlarının risk yüklenerek ortaya koyacakları iştiraklerle desteklenmesine bağlı olduğunu söylemenin yanlış olmayacağını söyledi. Anayasa'nın ya da yasaların verdiği imkanların arkasına saklanarak uluslararası kamu değerlerini yok saymanın veya risk yüklenmekten kaçınmanın yargının sahip olduğu konumla asla bağdaşmayacağını sözlerine ekleyen Kılıç, "Türkiye'de 2012 yılı sonunda ifade özgürlüğüne ilişkin derdest davalara bakıldığında 172 bin 723 adet hakaret davasının, 2 bin 539 adet terör propagandasına konu olmuş davanın, 406 adet suç ve suçluyu övme konusunda açılan davalar olmak üzere toplam 176 bin 247 davanın devam ettiği bir gerçektir. Bu davaların sayısına bakıldığında sorumluluğun sadece yargı mensuplarına yüklenmesini büyük bir insafsızlık olacağını belirtmek isterim. Dava sayıları gözetildiğinde açılmış davaların yüzde 98'i hararet davalarıdır. Bunun nedenleri üzerinde durulmalıdır. Siyaset kurumlarının gerilim üzerine kurdukları politik yaklaşımlar diyalog kültürünü ortadan kaldırmakta çoğulcu ve hoşgörülü duygular yerini nefret duygularına ve söylemine bırakmakta, böylece görevliler ve kurumlar sorun çözmek için bir araya gelerek demokrasinin müzakere imkanından mahrum kalmaktadırlar. Toplumda en masum sorunlar bile ideolojik bir bakıştan geçirildikten sonra hemen rejim krizine dönüştürülmekte, derin siyasal ayrışmalar sonunda barış kültüründen uzaklaşılmaktadır. Nefret söyleminden siyasi rant elde edenler kısa vadede kazanmış görünse de, uzun dönemde toplumu ayrıştırmanın gelecek kuşaklara bırakılan kirli bir miras olduğunu anlayacaklardır. Hangi kutsal değer adına yapılırsa yapılsın, hakaret, kin, nefret ve şiddete çağrı söylemlerini ifade özgürlüğünün koruması altında kabul etmek asla mümkün değildir. Temel ve hak özgürlükler konusunda yaşanan hak ihlallerinin yetkilileri makul ve ölçülü olmama gibi olumsuzluklarından kaynaklandığını söyleye biliriz. Güvenlik ve özgürlük arasındaki olması gereken dengenin evrensel ölçülere uydurulmaması sorunların büyüyerek ötelenmesine neden olmaktadır. Ölçüsüzlük her konuda olumsuzları besleyen en büyük kaynaktır. Ölçüsüzlüklerin sebep olduğu hak ihlalleri direnme hakkının meşru zeminini oluşturma gibi bir sonucu da beraberinde getirmektedir. Yüzyıllar boyunca insanlığın ortak aklından süzülerek gelen demokratik toplum düzenin gereklilikleri esas alındığı takdirde sorunları çözebilme şansımız oldukça yüksektir. Geçmişte evrensel anlayışlardan uzaklaşarak bize özgü uygulamalarla geliştirilen laiklik, sosyal devlet anlayışı devleti kurtarma duyguları demokrasinin orijinal bütünlüğünü bozarak özellikle düşünce, inanç ve bunları ifade edebilme alanında derin yaralar açmış ve onarılması güç izler bırakmıştır" diye konuştu.

"MAĞDUR VE MAZLUM BİR KİTLENİN OLUŞMASINA YOL AÇTI"
Kavramların açık, net ve öngörüle bilir olmayışının keyfi yorumların doğmasına, sahip olunan takdir hakkının kötüye kullanılmasına ve sonuçta mağdur ve mazlum bir kitlenin oluşmasına yol açtığını sözlerine ekleyen Kılıç, dün hak ihlaline uğramış mazlumlarla bugün aynı ihlalleri yaşayan insanların kimliklerinin farklı olmasının bu düşüncelerini değiştirmeyeceği kaydetti. Baskı ve korku temeline dayanan yanlış uygulamaların insanları hayata yansıtamadıkları, ancak iç dünyalarında hapsedilmiş inançlar ve beyinlerinden dışarı çıkaramadıkları düşüncelerle baş başa bıraktığını vurguladı.

"YASAMA GÜCÜNÜ KULLANANLARIN GAYRETLERİ UMUT VERİCİDİR"
Kılıç, "İnsan onuruna yapılmış, işkence olarak nitelendirilen iklimden hızla uzaklaşmak, kamu gücünü elinde tutan yasama, yürütme ve yargı organlarının en temel görevleridir. Zira, ideolojik vesayeti takip etmek üzere insan onuruyla oynayanlar tarihin hiçbir döneminde kazanan taraf olmamıştır. İnanç ve düşünceleri ifade konusunda yaşanan olumsuzlukların giderebilmesi için samimi bir hüviyetin varlığı çözümü konusunda güçlü bir irade sergilemek zorundayız. Yasama gücünü kullananların gayretleri umut vericidir. İfade özgürlüğüne ilişkin sorunların çözümü konusunda yapılan değişiklikler idari ve yargısal uygulamalarda karşılık bulabilirse halkımızı hak ettiği noktaya taşıya biliriz. Bunları ifade ederken Türkiye'nin yaklaşık 40 yılı aşan bir süredir yaşadığı terör sorunu göz ardı edemeyiz" dedi.

"TÜRKİYE ZOR BİR ZAMAN TÜNELİNDE, ZOR DAVALARLA KARŞI KARŞIYADIR"
Cumhuriyetin 90 yıllık ömrünün 45 yılını terörle iç içe yaşayarak geçiren Türkiye'nin canıyla bedel ödeyenler olmak üzere, ekonomik, sosyal ve siyasal alanda hesabı yapılmayan kayıpları gözetildiğinde Türkiye'nin ne kadar güçlü bir bünyeye sahip olduğunu belirtmek gerektiğini ifade eden Kılıç, Türkiye'nin zor bir zaman tünelinde, zor davalarla karşı karşıya olduğunu söyledi.
(TB-ÖZ-Y)

05.02.2013 13:06:30 TSI

Editör: Wan Haber