AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, Bingöl'de 33 askerin şehit edildiği saldırı ile Uludere'yi kıyaslayanlara tepki göstererek, "Uludere bizim ortak acımızdır. Bunu 33 kurşuna benzetmek de kelimenin en hafif anlamıyla edepsizlik ve densizliktir. 33 kurşun kaste mahsus yapılmıştır, bilerek, isteyerek, tasarlayarak yapılmıştır. Nitekim dönemin, tek partili dönemin mahkemeleri bile bunu tespit etmiştir. Fail cezaevinde ölmüştür. Onun için bunu 33 kurşuna benzetmek densizliğin ta kendisidir, buradaki hassasiyetimiz, buradaki yürek yangınımız devam ediyor" dedi.
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü dolayısıyla basın mensuplarıyla bir araya geldi. Gazetecilerin gününü kutlayan Çelik, daha sonra soruları cevapladı. Tutuklu gazeteciler konusuna değinen Çelik, "Basın mensubu kisvesi altında insanlar başka işler ve fiillerle uğraşıyorlarsa bunu gazetecilere yapılmış haksızlık olarak nitelendirmek de doğru değil" diyerek şunları söyledi:
"Üniversite hocası darbe eylemine köşesinden bucağından karıştığında 'üniversite hocasından ne istiyorsun' söylemi ne kadar yanlışsa, haksızsa bu tür faaliyetlerin içerisinde olan, şebekelerle birlikte çalışan bazı gazeteciler gözaltına alındığında 'medya mensupları hür değildir' diye gürültü koparmanın da anlamlı olmadığını düşünüyorum. 1960'dan bu yana hiçbir zaman darbeciler tek başına askerler olmamıştır, darbeye niyetli olanlar mutlaka diğer dış ve sivil unsurlarla bu niyetlerini birleştirmişlerdir. Yargıyla, üniversitelerle ve medyayla işbirliği yapmışlardır. Medyacıdan darbeci olur mu? Evet alası olur, 28 Şubat'ın en önemli ayağı medyadır."
"ÖCALAN VE BDP İLE OTURUP 'KÜRTLER ADINA NE İSTİYORSUNUZ?' SORUSUNU SORMAYIZ"
Hüseyin Çelik, ayrıca İmralı ile gerçekleşen görüşmeler ve yeni sürece ilişkin de değerlendirmelerde bulundu. Kamuoyunun yüzde 95'inin 'Bu ateş sönsün' dediğini aktaran Çelik, şehit ailelerinin bile sürece destek verdiğini ifade etti. BDP'nin daha önce İmralı'yı adres gösterdiğini, fakat şimdi ise Öcalan dışında başka adresler de göstermeye başladığını kaydeden Çelik şunları kaydetti:
"Bugün bütün demokratik yollar açıktır, artık kimsenin kan dökerek, can alarak kendi ifade etmesi gerekmiyor. AK Parti hükümeti bu meselede çok büyük değişiklikler yapmıştır, Türkiye'de bu manada çok ciddi bir değişim olmuştur. Bu iklim varken BDP'li milletvekillerinin TBMM çatısı altında söyledikleriyle Kandil'deki terörist başlarının söylediği, İmralı'da Öcalan'ın söyledikleri arasında çok fazla bir fark yok. Terör örgütünü meşru bir enstrüman haline getirmeden TBMM'de ne diyecekseniz deyin, şiddeti çağıran, kaba kuvveti ön plana çıkaran, terörü meşrulaştıran söylem kabul edilemez. Şimdi Öcalan ile görüşme başladı, şimdi de 'o yetmez şununla da görüşün, bununla da görüşün'. Bu tavır hoş bir tavır değil. Öcalan ve BDP ile oturup, 'Kürtler adına ne istiyorsunuz?' sorusunu sormayız. Çünkü Kürtler adına yegane söz sahibi olan BDP ve PKK değil, Kürtlerin önemli bir kısmı AK Parti'ye oy veriyor. Bir tarafa hükümet ve devlet, bir tarafa PKK ve BDP oturacak, kendi vatandaşlarımızın hakları onlarla pazarlık edilecek, böyle bir şey olmadı, olamaz. Biz, kendi halkımızın demokratik haklarını başkalarıyla müzakere yapmadık, yapmayız. PKK, Öcalan istemese de biz bunları yapacağız. Biz, Türkiye'nin atmosferindeki oksijeni artırmaya çalışıyoruz. Ana dilde savunmadan tutun da büyük kongremizde açıkladığımız 63 madde BDP'nin, Apo'nun siparişi olduğu için yapılmıyor, bunu biz yapıyoruz. Kırarak, vurarak bunlar yapılmış olsaydı 1990'lı yıllarda bu yapılırdı."
Öcalan ile gerçekleşen görüşmeye tepki gösterenlere, "Barış görüşmesi hısımlarla değil, hasımlarla yapılır" cevabını veren Çelik, "Biriyle barış için görüşüyorsanız, sizinle sıkıntısı olanla barış görüşmesi yaparsınız. Türkiye'de terörü bitirmek için kiminle görüşseydik? Sultanahmet Cami'nin imamıyla oturup konuşacak halimiz yok" diye konuştu.
Bir gazetecinin süreçle ilgili bir takvim olup olmadığını sorması üzerine Çelik şunları söyledi:
"Biz, sihirbaz falan değiliz. Tahrip kolaydır, ama tamir zor iştir. Bu kronik hale gelmiş problemdir, onun için sabahtan akşama bir takvimle 'bugün şu, şu gün bu olacak' diye bir şey yok. Gayretimiz, irademiz ve risk alma cesaretimiz var. Korkakların tarih yazdığı görülmemiştir. Arif Nihat Asya bir şiirinde 'Eğer birimiz köprü olmazsak, ebediyete kadar bu sahilde bekleriz' demiştir. Varsın biz köprü olalım, birileri bizim sırtımıza bassın, bu sahilde beklemeyelim. İkinci bir Habur olmasın istiyoruz. Biz, romantik iyimser, hayalperest iyimserler değiliz."

"ULUDERE'Yİ 33 KURŞUNA BENZETMEK DENSİZLİĞİN TA KENDİSİDİR"
Çelik, bir gazetecinin Uludere raporunun yazımının geciktiğini ve ne zaman yayınlanacağını sorması üzerine, raporun bu ay içinde yayınlanacağını belirtti. Çelik, Uludere ile ilgili olarak şunları söyledi:
"Biz, bu insanları terörist olarak görmediğimiz, acısını yüreğimizde paylaştığımız için ilk günden itibaren bütün devleti oraya seferber ettik. Onların acılarının paylaşılması elbette evlatları geri getirmiyor, hayatta kalanların hayatlarını sürdürmesi gerekiyor. Biz, devletin bütün imkanlarını zorlayarak onlara olması gerekenden 5 kat daha fazla bir tazminat ödedik. Tazminat, onlardan devletin özür dilemesi anlamına geliyor. Bu işin siyasi rantından faydalanmak isteyenler o paralardan istifade etmelerine izin vermedi. Onlara 'kan parası istemiyoruz' dedirttiler. Biz, şehidin ailesine ev tahsis ediyoruz, nakdi yardım yapılıyor, çocukları işe alınıyor. Bunun adı kan parası mı? Şehitlere yapılan kan parası olmadığı gibi bu insanlara yapılanlar da kan parası değildir. Burada bir gecikme vardır, bunu kabul ediyorum, ancak sağlıklı sonuca ulaşmak için bu sürecin yaşanması gerekiyor. İncelemeler, değerlendirmeler bittikten sonra hata, eksik, kusur, ihmal veya kasıt varsa biz hukuk devletinin gereği olarak, vicdanı olan insanlar olarak bunun gereğini yapacağız, sümenaltı yapılmasına müsaade etmeyeceğiz. Uludere bizim ortak acımızdır. Bunu 33 kurşuna benzetmek de kelimenin en hafif anlamıyla edepsizlik ve densizliktir. 33 kurşun kaste mahsus yapılmıştır, bilerek, isteyerek, tasarlayarak yapılmıştır. Nitekim dönemin, tek partili dönemin mahkemeleri bile bunu tespit etmiştir. Fail cezaevinde ölmüştür. Onun için bunu 33 kurşuna benzetmek densizliğin ta kendisidir, buradaki hassasiyetimiz, buradaki yürek yangınımız devam ediyor."

"BAZI OLUP BİTENLER BİZİM DERİN DEVLET ŞÜPHEMİZİ TEYİT EDİYOR"
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, BDP'li milletvekillerinin dokunulmazlıklarının rafa kaldırıldığı yönündeki haberler için, "Rafa kalktığı da doğru değil, ama yarın öbür gün gelecek ifadesini de ben kullanamam" cevabını verdi.
Derin devlet konusuyla ilgili de değerlendirmelerde bulunan Çelik, bazı olup bitenlerin derin devletin tam olarak temizlenmediğine yönelik şüpheleri teyit ettiğini belirtti. Çelik, şöyle konuştu:
"Ben Türkiye'de bu süreçleri sabote eden, belki 90'lı yıllardaki gibi kuvvetli bir derin devlet yapılanması olduğu kanaatinde değilim. Bir çete yapılanması olduğu kanaatinde de değilim. Ama Türkiye bu manada 'yüzde yüz temizlenmiştir' gibi bir iddiaya da sahip değilim. Çünkü bazı olup bitenler bizim bu şüphelerimizi teyit ediyor. Hani böcek tartışmalarında olduğu gibi, Başbakan'ın çalışma ofisinde olduğu gibi birileri gidip böcek koyabiliyorsa, sonra bu böceklerle ilgili muhabbetler uluslararası silah ticareti yapanların konuşmalarında da geçiyorsa 'bu işler büsbütün temizlendi' falan diyemezsiniz. Temenni ederiz ki böyle bir şey olmaz."

"BİR TARAFI MEMNUN EDERKEN, DİĞER TARAFI DA GAYRİ MEMNUN HALE GETİREMEYİZ"
Türkiye'de terör sorununun çözümü için gayret sarf edilirken Kürt olmayan vatandaşları da üzmemek gerektiğini anlatan Çelik, "Türkiye'de biz bu meseleleri yaparken, bir tarafı memnun ederken, diğer tarafı gayri memnun hale getiremeyiz. Türkiye'de gayri Kürt unsurlar çoğunluktadır. Yani Kürt olmayan nüfusumuz, sadece Türk demiyorum; Kürt olmayan nüfusumuz çoğunluktadır. Biz Milli Birlik ve Kardeşlik Projemizi başlatırken dedik ki, 'eğer bu sürecin başarıya ulaşmasını istiyorsak, bizim Kürtleri tatmin etmek ve Türkleri de ikna etmek gibi bir zorunluluğumuz var'. Bunu yapmazsanız sonuca ulaşamazsınız" şeklinde konuştu.
"Daha güçlü ve dominant olanları ikna etmediğiniz zaman diğerleri lehine herhangi bir düzenleme Türkiye'de yapamıyorsunuz" diyen Çelik, "Türkiye'de erkekleri ikna etmediğiniz sürece kadınlar lehine maalesef birçok şeyi yapamıyorsunuz. Çünkü Türkiye erkek egemen bir toplumdur. Ancak erkekleri belli bir noktaya getirerek bu konuda mesafe katedebiliriz. Bunu göz ardı etmememiz gerekiyor. Dolayısıyla burada nüfusun çoğunluğunu oluşturan insanlarımızda da 'ya Türkiye elden mi gidiyor, Türkiye bölünüyor mu? Birileri itibarlı hale geliyor da ben itibarsızlaşıyor muyum?' gibi bir algı içine girmemesi lazım" diye konuştu.
Fethullah Gülen'in iki gün önce yayınladığı bildiriden bir sözünü okuyan ve bunu önemsediğini ifade eden Çelik, ayrıca Güney Afrika'dan da örnekler vererek şunları dile getirdi:
"Burada ben Fethullah Güleh Hocaefendi'nin iki gün önce yayınladığı bu manadaki bildiriyi de çok önemsiyorum. 'Gün gelecek kan kustum, kan kussak bile kızılcık şerbeti içtik diyeceğiz' diyor. Bakın bunun tipik bir örneği var. Güney Afrika'da barış görüşmelerinin zirve yaptığı bir dönemde Mandela'nın manevi evladı bir beyaz tarafından öldürüldü. Ve aslında bu iki yön, bir de De Klerk hükümetini zora düşürmekti, barış sürecini de sabote etmeye yönelikti. Mandela devlet televizyonuna çıktı ve dediği şey şuydu; 'Ben bugün kendisini evladı katledilen bir baba gibi hissediyorum'. Çünkü öldürülen oğlu, Mandela'nın hem manevi mirasçısı gibiydi hem siyahların çok önemsediği bir insandı."
Güney Afrika'da De Klerk hükümetinin barış öncesinde yüzde 20'lik bir kesim olan beyazları ikna ettiğini söyleyen Çelik, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Ve Mandela'nın bu tavrı, bu sağduyulu tavır, adeta bağrına taş basan tavır, o Hocaefendi'nin 'Kan kustum ama kızılcık şerbeti içtim diyeceğiz' dediği tavır, Güney Afrika'ya barışı getirdi. Güney Afrika'da beyazlar yüzde 20'ydi arkadaşlar. Fakat De Klerk hükümeti o yüzde 20'yi bile ikna etmeden bu işleri başaramazdı. Kaldı ki Türkiye'de dediğim gibi gayri Kürt olan unsurlar çoğunluktadır. Ve gayri Kürt olan Türkiye'deki bu çoğunluğun bir endişe içine girmemesi, ülkesi adına, onuru adına, geleceği adına bir kaygı duymaması da hepimizin görevidir. Yani 'birileri itibarlı, ben itibarsızlaşıyor muyum?' gibi bir algının oluşması bu süreci baltalar. Burada herkese aslında Mandela'nın o aklı selimi gereklidir, bu önemlidir."
(AT-CC-Y)

10.01.2013 14:33:11 TSI

Editör: Wan Haber